Himmet UÇ
Ramazan bahsi Dördüncü Nükte
"Ramazan-ı Şerifdeki oruç nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki, nefis kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hatta mevhum bir rububiyet ve keyfemayeşa hareketi fıtri olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise, bütün bütün gásıbane, hırsızcasına nimet-i ilahiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte Ramazan-ı Şerif’de en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memluktür, hür değil abddir. Emir olunmazsa en adi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyetin kırılır, ubudiyeti takınır, hakiki vazifesi olan şükre girer."
Oruç nefsin terbiyesine bakar. Din demek nefis terbiyesidir. Toplumdaki bütün olumsuzlukların, zulümlerin kaynağı terbiye edilmemiş nefislerdir. Bediüzzaman Said Nursi insanın “hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemediğini” söylüyor. Nimetlerin bizi terbiye ettiğini düşünmek, nimetler bizi terbiye için verilmiş. Nimetlerin bize verildiği ilk bakışta düşünülür ama onlarla terbiye edildiğimiz pek düşünülmez.
İnsan kendisine hizmet eden ve ulaşan nimetin onu terbiye ettiğini düşünür mü? "Onu nasıl kullanmalıyım ki beni terbiye etsin, terbiye sınırlarını nasıl aşmam…" Böyle düşünceler biraz lüks değil mi? Halbuki bütün olumsuzluklar nimetler ile onlardan istifade eden insanın arasında cereyan eden ilişkilerin düzenini ayarlayamamaktan ileri gelir. Bu ayarlamamayı Bediüzzaman harika ifade eder. “Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise, bütün bütün gásıbâne, hırsızcasına nimet-i ilahiyeyi hayvan gibi yutar.” Bu üç sıfat nimetler ile aradaki mesafeyi hiç düşünmemekten doğar.
Beş duyunun nimetlerle alışverişini yanlış yapması sonucu kusurlar, hatalar, günahlar ve hatta cinayetler doğar. Tevbe dediğimiz insanı hatasından vazgeçmeye çağıran tavır da yine nimetlerle insanın arasındaki mesafenin ayarlanmamasından doğar. Mücahade İslam için gayret etmektir ama bir de kişinin kendi nefsi ile cihadı, mücahadesi vardır ki o da nimetleri tenavülde ılımlı olmak, dengeli olmaktır. Nefsani arzulara dalmak, taatten kaçınmak heva ve heves atına binip serkeşlik etmek de yine nimetler ile insan arasında geçerlidir.
Yeme itiyatlarına dengesiz bağlılık insanın kendi ve toplumla cihadını sekteye uğratır. Beyazid-i Bistami’nin şöyle dediği hikaye olunur. “Aziz ve Celil olan Rabbimi rüyada gördüm ve seni nasıl bulurum diye sordum. “Nefsini bırak öyle gel” diye buyurdu."
Takva da nefis terbiyesinin önemli bir faktörüdür. Hz. Peygamber’e "Muhammed’in (asm) âli/ailesi kimdir" diye soruldu. O şöyle buyurdu: “Takva sahibi olan her ferd.”
Takva insanla nimetler arasına denge ve ılımlı mesafeler koymuştur, o uzaklığa dikkat edilmeyince fenalıklar zuhur eder. Oruç bütün uzviyatı takva içine alan bir ibadettir. İnsanı nimetlerle terbiye eden bir özellik de veradır. Vera, kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir, bu da terbiyenin önemli bir dalıdır. Şüpheli şeylerden kaçınma konusunda eazımın büyük örnekleri vardır. Bediüzzaman nimetleri nerdeyse hayatını devam ettirmeyecek bir mizanda kullanır. Verâ nefis muhasebesi yapmaktır.
Oruçta dilin de tutulması gerekir, dil yırtıcı vahşi hayvan gibidir, onu sıkça bağlamasan sana da başkalarına da saldırır. Oruç bir yerde de Allah korkusudur. Resulullah (asm) “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyurmuşlar. Nimetlerle ilişkiler Allah korkusuna, havfa göre ayarlanır. Bu da terbiyeyi getirir, korkunun olmadığı yerde nefis terbiyesi olmaz.
Nefse muhalefet orucun baş temasıdır. Anlık değil sürekli bir muhalefettir, bir gün boyunca. Oruçtan kaçan insanlar heva ve heveslerine uydukları için onu yerine getiremezler.
“Nefis kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hatta mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi fıtri olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise, bütün bütün gāsıbane hırsızcasına nimet-i ilahiyeyi hayvan gibi yutar.”
Bu özellikler terbiye edilmemiş nefsin özellikleridir. Hürlük, serbestlik, keyfamâyeşâ hareket etmek, nimetleri terbiye aracı görmemek, serveti ve iktidarı bir de gafleti olmak ve daha başkaları. Bütün bunlar nefsin bir şekilde gemlenmesi ve bağlanmasını gerektirir. Bu bağ ve gem de oruçtur. Heva ve hevesine uyan insan ibadete, oruca yanaşmaz. “Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en korkuncu heva ve hevese uymaktır” buyurmuştur Peygamberimiz (asm). Hased etmemek de kalbin orucudur. Yüz yirmi yaşında bir bedeviye “ne de uzun yaşamışsın!" demişler o da "hasedi terkettim, ömrüm uzandı” demiş.
Bediüzzaman, Mucizat-ı Kur’aniye’de nimetleri ve etrafımızdaki nesneleri üç kısma ayırır. Çok hakîmâne yapılmış bir sınıflandırmadır. Müzeyyanat, matumat, levazımat. Bütün varlıklar buna dahil. Bir koyun yaratılışındaki estetik durum ile hem süstür, hem eti ve sütü ile yiyecek, matumattır, hem de yününden insana lazım olan şeyler yapılır. Süs, nimet ve lüzumlu şeyleri her yarattığında özel anlamda da genel anlamda da görülür. Bulutlar semada süs gibidir, onların süs olduğunu gösteren batılı ressamların resimleri vardır. Gözyüzünde insanoğlu için güzelleştiren kaynaklardan biri olan bulutlar, hem rahmetin kaynağı oluyor, hem de semada gerçekleştirdiği resimler insanların ve sanatçıların dikkatini çekiyor.
Nefis terbiyesinin şubeleri dinin kendisidir. İnsanın bütün başarıları ve başarısızlıkları nefis terbiyesi ile ilgilidir, dinin de sanatında odağındadır nefis terbiyesi.
Oruç, ramazan orucu olmanın ötesinde ruhu yükselten bir tutumdur. Peygamberimiz (asm) Şaban ayında çok oruç tutarmış. Bu bir aç kalma ve nimetlerden uzakta durmak değil, nefsin farklı iklimlere açılmasıdır. Allah günahı ve cehaleti tokluğun içine ilmi ve hikmeti ise açlığın içine koymuştur. Dünya anahtarı tokluk, ahiret anahtarı ise açlıktır. İştah oduna benzer, ondan ateş meydana gelir, bu ateş sahibini yakmadan sönmez.
Bu nükte, oruç tutmayan bir insanın "ben”inin ve ruhunun analizini yapar. Rububiyet takınmak; nasıl Allah bütün kainatı terbiye ediyorsa, oruçsuz ve oruçtan uzak insan da kendini böyle hâkim noktada herşeye müdahele eden, yapan, yaratan gibi görür. Firavun’un Kur’an’da anlatılan psikolojisi gibi. Bediüzzaman buna tefer’un etmek, firavun rolü oynamak der.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.