B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

RİNAP ve muhatapları, Risale-i Nur’u kırk tabakaya anlatmak

RİNAP çerçevesinde Risale-i Nur üzerinde yapılması öngörülen tanzim, şerh ve izah çalışmaları kapsamında böyle bir “meşveret” ortamı sağladığı için Risale Haber’e, müteşekkiriz.

Bu meşverete, biz birbirimizi ikna etmek için değil, doğru sonuçlara doğru yöntemlerle ulaşmak için katılıyoruz. Elbette Risale-i Nur’u birbirimize överek “kendi malımız olan” bu eserlerin propagandasını yapmaya da uğraşmıyoruz. Ne Risale-i Nur’un buna ihtiyacı var ve ne de bu makaleyi okuyanların… Gayretimiz; karşılığında hiçbir mükâfat ve ecir beklemeden, sahip olduğumuz bu eserlerde yer alan fikirlerin, düşüncelerin, bakış açılarının üçüncü şahıslarla paylaşılmasıdır.  Bu niyeti gerçekleştirirken de usul, yöntem, izlenecek yol konusunu müzakere etme fırsatı bulmuş, yani Risale Haber’de yer alan yazılar üzerinden bir “meşveret” yapmış bulunuyoruz.

Risale-i Nur’dan istifade oranları onu okuyanların yetenek aynalarına, mesleklerine, dünyevi işlerine, zihinleri meşgul eden esas konulara göre farklılaşır. Bu durum tıpkı “Üçüncü Risale olan Üçüncü Kısım”da da geçtiği gibi; “kırk tabaka”yı her tabakanın özelliklerini ve onların nasıl muhatap alınması gerektiğini bilmeyi gerektirir. Her tabakanın ihtiyacını ve şartlarını algılamayı gerektirir. “Kulaklı tabaka tabir ettiğimiz âmi avam” ile “Gözlü tabakasına, yani, âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyunlar tabakasına karşı” da Risale-i Nur’un hakikatlerine ayna olabilmek başlı başına bir meziyettir.

Toplumsal tabakalara Risalelerin manalarını tavzih edip, şerh etmede uzman Nur Talebelerine ihtiyaç olduğu kesin. Her fenden, her ilimden kendi alanında uzmanlaşmış, rüsûh peyda etmiş ilim erbabına ihtiyaç olduğu daha önce de yazılıp çizildi. Bediüzzaman Hazretleri Kur’an ilmini şerh ve izah edecek insanların vasıflarını sayarken “İlm-i hakikatte râsihâne çalışan ve kuvvetli iman eden bir taife”den söz eder ki, bu taifeyi tanımlama babında “Risaletü'n-Nur ve şakirtlerinden daha ziyade bu vazifeyi müşkül şerait içinde sebatkârâne yapan zâhirde görülmüyor” demektedir. Çünkü “ilm-i hakikat” Risale-i Nur’un ta kendisidir.

Bediüzzaman’ın hayatı incelendiğinde onun Risale-i Nur’u neşrine başlamadan önce İlahi bir sevkle “ulûm-u mütenevviayı” hazmettiği görülmektedir. Muhtemeldir ki, fen bilimlerinin mana-yı harfiye bağlı bir dayanak noktasına sahip olamamasından dolayı, bu bilim alanlarının felsefeden gelen pozitivizm tehlikesine karşı mağlup ve alet olma tehlikesini gördü. Zaten medreselerin ıslahı, mektep-medrese-tekke çatışmalarının çözümü bağlamında da önerdiği teklifler bir çeşit pozitivizm tehlikesini önlemeye matuf öngörmelerdir.

Kendi ifadesi aynen şöyledir: “Cây-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki, Risaletü'n-Nur Müellifi 1316 sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki: O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa'nın Kur'ân'a karşı müthiş bir suikastları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz'in bir Müstemlekât Nâzırı demiş: "Bu Kur'ân, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız" dediğini işitti.”

Bediüzzaman Hazretleri bu olaydan sonra “bir inkılâb-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur'ân'ın fehmine ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını yalnız Kur'ân bildi. Ve Kur'ân'ın i'câz-ı mânevîsi ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı ârızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra harb-i umumînin tarraka ve gürültüsüyle uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmaya başladı.”

Görüldüğü gibi, ilk hayatı Risale-i Nur’un vücuda gelmesine bir tür hazırlık süreci olarak nitelendirilebilecek olan Bediüzzaman’ın Kur’an’ın “sönmez ve söndürülmez bir hakikat olduğunu” ispat sadedinde ulum-u mütenevviadan istifade etmiş olması gerçeği bize birçok ipuçları sunmaktadır.

Peki, biz de Risale-i Nur’u anlamada ve anlamlandırmada kendi ilmi alanlarımızın verilerini neden kullanmayalım? Bu masum bilgileri kullanarak Risaleleri daha iyi anlamada “bir basamak” olarak kullanmanın neresi arzî olur?

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.