Romanın atası mesneviler midir?
Ulaş Bingöl'ün yazısı...
Prof.Dr. Himmet Uç’un Hamdullah Hamdi’nin 15. yüzyılda yazdığı Yusuf u Züleyha mesnevisini bir roman türü şeklinde ele alıp tahlil ettiği çalışması romanın kökeni ile ilgili bize önemli ipuçları veriyor. Nitekim Uç’un bu çalışması ve fikirleri Kemal Karpat’ın da dikkatini çekmiş olacak ki 26 Eylül 2010’da Zaman gazetesinde yayımlanan Edebiyat ve Toplum Eleştirisine Cevap 2 adlı yazısında bahsetmiştir. Karpat, Himmet Uç’un romanın atası olarak mesnevileri göstermesi fikrine katılmakla beraber roman türünün kökeni hakkında tartışmaların mevcut olduğunu dile getirir. Bu tartışmalar içerisinde, Batı edebiyatı için romanın atasının romanslar olduğu (bk. MORAN Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I), bizim edebiyatımızda ise halk hikayeleri ve meddah oyunu olduğu (bk. FINN Robert P., Türk Roman) gibi bazı görüşler söz konusudur. Karpat, Himmet Uç’un fikirlerinden söz etmesi bu tartışma alanı içerisinde önemli bir pencerenin açıldığını gösterir. Uç’un Yusuf u Züleyha’yı tahlil ederken roman terimlerini kullanması ve roman türünün unsurlarını tespit etmesi mesnevi ile roman arasında bir bağın olduğu görüşünü kuvvetlendirilmektedir. Biz de Uç’un çalışmasını bu noktada değerlendirerek bin yıl boyunca yazılan ve sürekli okunan mesnevilerin bir roman olarak ele alınması gerektiği konusuna yoğunlaşacağız.
Bilindiği üzere Batı edebiyatında ilk roman olarak kabul edilen Don Kişot, şövalyelerin kahramanlıklarını anlatan romans türünün ironisi şeklinde kaleme alınmıştır. Don Kişot da bir şövalyedir fakat önceki şövalyelerden kahramanlığı sergileme yönünden ayrılır. O, G. Lukacs’ın söz ettiği problemli bir kişiliktir. Yerleşik değerlerin ve anlayışların mizahi tarzda yerildiği Don Kişot’un bu özelliği nedeniyle roman türü bir başkaldırı olarak ele alınabilir. Geleneksel değerlerin yerinden etmeye çalışan roman, aydınlanma çağından başlayarak bireyselleşen insanın serüvenin anlatıldığı edebi bir tür olarak kabul edilmiştir. (bk. PARLAR Jale, Don Kişot’tan Günümüze Roman) T. Eagleton da 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da yaşanan önemli olaylarının hepsinin Batı romanında mevcut olduğunu belirtir. (bk. EAGLETON Terry, Edebiyat Kuramı). İlk romanlarımızın Batılılaşma maceramızın devlet politikası haline geldiği Tanzimat Döneminde yazılması, kimi araştırmacılar tarafından Türk romanının kökenini Batı romanıyla aynı kaynağa dayandırma gibi bir çabaya ittiği görülür. Tanzimat edebiyatçılarının Fransız romancılarını örnek alması bu iddiaları doğrular nitelikte olmasına karşın bireyselleşen insanın serüvenini anlatan Batı romanı ile ilk Türk romanları arasında bazı nüansların olduğunu da unutmamak gerekir. İlk Türk romanlarının kökeninin geleneksel tahkiye ürünlerimizin olduğunu iddia etmek kolay olmasa da mesnevilerdeki vaka örgüsüne benzer durumların söz konusu olduğunu ve bazı romanların doğrudan geleneksel tahkiye ürünlerini örnek aldığı görülür. Güzin Dinon’un Namık Kemal’in İntibah romanının Hançerli Hanım Hikaye-i Garibesi’ne bir öykünme olduğunu söylemesi ve Berna Moran’ın Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanın olay örgüsünün Aşık hikayesi formuyla meydana getirildiğini söylemesi, ileri sürdüğümüz görüşü desteklemektedir. Buradan hareketle romanımızın kökeni konusunda geleneksel tahkiye metinlerine yoğunlaşmamız bize hem Türk romanın kökeni hem de Batı romanın kökeni hakkında önemli bilgiler sunacaktır. Himmet Uç, söz konusu çalışmada bu konuya dikkat çeker: “Destanlar, halk hikayeleri, mesneviler, geleneksel tahkiye metinlerimizdir. Bizim toplumsal gerçeklerimize ve sosyal ilişkiler ağımıza göre şekillenen bir tahkiye teorimiz yoktur. Bunun için metin yazarlarımızı değerlendirirken sanatçılarımızın sanatçı ilişkilerini başka toplumların normlarına göre yapılmış teorilere göre değerlendirmekteyiz. Bizim teorimiz, destanlar çağından günümüze tahkiye metinlerinin teorik dünyasına derinliğine nüfuzla gerçekleşir.” (Uç 2005: 2000)
Himmet Uç, mesneviyi romana yaklaştırırken ilkin mesnevinin hikayesinden (strory) başlar. Hikaye, bir romanın önemli bir yönüdür, diğer edebi türlerle roman arasındaki ince ayrımlardan biridir. Bu konuda Uç’un Roman Eleştiri Terimleri kitabından faydalanmakta yarar var: “Hikâye (story) birçok vakaya bir düzen vermektir. Vakadan farkı hikayenin düzenli olaylar topluluğu olmasıdır. Vaka parçaları arasındaki ilintiler yazarın kurguladığı mantık düzenidir.” (Uç 2006: 439) Uç çalışmasında, Yusuf u Züleyha mesnevisini bir roman gibi değerlendirirken hikaye üzerinde sıkça durur. Hikayenin aslı Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssası olan Yusuf u Züleyha mesnevisinde, Uç’un tespitine göre toplam 105 epizot vardır. Hamdullah Hamdi bu vakayı küçük parçalara ayırarak anlatımı kolaylaştırmıştır. Ve bu vakaların uzmanca harmanlanması ve birbiriyle ilişkilendirilmesi hikayeyi daha da güçlendirmiştir. Kutsal kitaptan alınan bir konunun bu kadar ustaca işlenmesi sanatkarlık işidir. Batı edebiyatında kutsal kitaplardan alınmış onlarca metne rastlanır, bizde de aynı durumun mesneviler için söz konusu olduğu söylenebilir. Bu konuda Nortrhrop Frey, anlatı türlerinin kaynağı olarak kutsal kitapları göstermesi dikkat çekicidir. (bk. FREY Northrop, Kudretli Kelimeler) Mesnevilerdeki hikayeler ile Kutsal kitaplardaki kıssaların metinlerarası incelemesi de ayrı bir çalışmanın konusudur. Yusuf u Züleyha mesnevisi bir aşk hikayesidir nihayetinde fakat sıradan bir aşk hikayesi değil. Belirtildiği gibi “Yusuf ile Züleyha’nın aşkı determinist bir telakki ile, realist ve natüralist roman kahramanları gibi işlenmiştir” (Uç 2005: 203)
Himmet Uç, söz konusu yazısında üzerinde durduğu bir nokta da mesnevideki şahıs kadrosudur. Uç, şahısları protaganist, fon kişiler gibi roman terimleriyle anlatılatır ve mesnevideki karakterizasyon dikkat çeker. Bu hususta Uç şunları ifade eder: “Hamdullah Hamdi, şahıslarda tasarruf etmede romancılardan farklı bir mantıkla hareket etmez. O da romancılar gibi kişileri tanır, akabinde tanıttığı kişilerin olaylar içinde gösterir. Bir roman kişisinin tanıtımları, o tanımlar doğrultusunda gelişen olayları, iç diyalogları, kendini değerlendirdiği anları, ikili, üçlü veya daha fazla şahısla yapılmış muahavereleri, hayatının önemsiz anlarının icmali, özetlemesi, dikkate değer yanlarının tafsil edilmesi, psikolojik derinliği, olaylar karşında tepkileri vardır. Bütün bunlar Hamdullah Hamdi’nin Yusuf u Züleyha’sında, protagonist kişilerinde olan özellikleridir. Yusuf, Züleyha, Züleyha’nın Dayesi, Yakup, Aziz, Mısır hükümdarı bu özelliklere sahiptir.” (Uç 2005: 200) Yusuf, mesnevinin başkahramanıdır yani protagonist kişidir. Protagonist kişi aynı zamanda bir problemi çözmekle sorumludur. Yusuf, mesnevinin olay örgüsü içerisinde karşılaştığı her probleme çözüm getirir. Zeliha’nın beşeri tutkusuna çözüm getiren ve yaşlanan Zeliha’yı gençliğine kavuşturan odur. Mısır hükümdarının karşılaşacağı zorluklara öneriler sunan, Mısır halkını kıtlıktan kurtaran Yusuf’tur. Roman çözülmelerin, buhranların, uyumsuzlukların ve çatışmaların olduğu bir anlatı türüdür. Yusuf kardeşlerinin kıskançlığını ve çekememezliğini onlara kıtlıkta yardım ederek sonlandırır. Babası Yakup’a kavuşmayı gene akılıca bir yöntemle çözer. Yusuf karakterinin modern romanlardaki karakterlerden farkı yoktur. Sefiller’in kahramanı Jan Valjan romantik bir kahramandır ve sorunları çözen biridir. Belediye başkanı olduğunda şehrin bütün problemlerine koşar, Kozeti elinde bulunduran aileden kurtaran odur. Uç, Yusuf u Züleyha mesnevisinin şahsılarının karakterizasyonun ustaca yapıldığını ve bu noktada modern romandan bir farkının olmadığını dile getirir. Himmet Uç’a göre “Karakterize etme, divan şairlerinin deyimiyle teşahhus ettirme, dış dünyadan, hayatın içinde veya mukaddes kitaplardan alınan kişileri fiktif dünya telakkileri ile hikayenin dünyasına taşıma ve geliştirme, onu vaka örgüsüne paralel bir yürüyüşle götürme divan şairlerinin de meselesidir.” (Uç 2005: 207) Yusuf’un mesnevide çok farklı sıfatlarla tasvir edilmesi ile Balzac’ın romanlarında şahıslarını tasvir etmesi arasında benzerlikler kuran Uç, mesnevinin tasvirlerinin çok canlı olduğunu belirtir.
Yusuf gibi Zeliha da başarı bir karakter olarak işlenmiştir. Roman karakterlerinin bir özelliği de belli bir dönüşüm geçirmeleridir. “Değişme (Change) roman karakterlerinin fiktif çatı altında değişimini anlattır.” (Uç 2006: 66) Mesnevide olaylar, durumlar, zaman ve kişiler değişir. Zeliha, Yusuf’a duyduğu aşkı bedene indirgeyince ne yaparsa yapsın bir türlü Yusuf’a sahip olamaz. Olayın sonunda fakirleşip güzelliğini yitirince sadece maddi bir değişim geçirmez ruhsal bir değişim de geçirir. Yusuf’a olan aşkı bedenin ötesine geçince istediğine kavuşur. Buna benzer dönüşümler ve değişimler mesnevinin değişik yerlerinde gene canlı tablolar halinde işlenilmiştir. Zeliha’nın kişiliği üzerinde sıkça duran Uç, Yusuf ile Zeliha’nın birbirini tamamlayan iki şahıs olduğunu söyler. Her ne kadar çekirdek vaka kutsal kitaptan alınsa da Şark’ın dünya telakkisine göre yorumlanıp işlenmiştir. Himmet Uç, Emma Bovary ile Zeliha’yı mukayese ederek bir anlamda Batı düşüncesini, duyuşunu, hayat telakkisini Doğununki ile karşılaştırır. Emma Bovary de Zeliha gibi iradesi ile kavgalıdır, romanın sonunda intihar eder. Zeliha da canına kıymak ister fakat dayesi onu bu düşüncesinden vazgeçmesini sağlar.
Norm karakterler üzerinde duran Uç, Daye’yi örnek gösterir. Norm karakter roman ve hikâyede protagonist kişinin çevresinde bulunan ve onu tamamlayan şahıstır. Örneğin Don Kişot’u tamamlayan Sancho Panza’dır. Daye Zeliha’nın çevresindedir ve onu intihardan kurtarır. Uç, Emma Bovary’nin çevresinde Daye gibi biri olmadığı için intihar ettiğini söyler. Daye, olaylar hakkında konuşur yorum yapar ve yönlendirici bir kişiliğe sahiptir. Norm şahısların yanında mesnevide bir ana olaya bağımlı fakat belli epizotlarda ortaya çıkan fon şahıslar vardır. Malik, Mısır hükümdarı, Aslakan Emiri birer fon şahıstır. Uç, mesnevide kişilerin zengin ve çeşitli olması mesnevinin bir roman gibi okunmasını, özellikle etkilediğini vurgular.
Himmet Uç’a göre mesneviyi romana yaklaştıran bir özelliği de vakaları sahnelemedeki başarısıdır. Romanın fiktif yapısı ile sahne (scene) arasında bir bağ vardır. Sahnede kullanılan nesnelerin ve kişilerin zamana ve vakaya uygun düşmesi gerekir. Romancı olaya göre bir atmosfer yaratarak sahneyi donatır. Örneğin Eco’nun Gülün Adı romanında Adso’nun manastırın kilerinden yemek çalmaya çalışan fakir köylüyle sevişme sahnesinde oluşturulan atmosfer kilisenin köylülere bakışı ile doğrudan ilişkilidir. Mesnevide, vaka ve zamanla ilgili sahnelerin sıkça kullanıldığı belirten Uç, Zeliha’nın kendisine iftira atan kadınlara Yusuf’u göstermesi ve Yakup’un kurtla konuşması sahnelerini örnek gösterir. Uç, geleneksel roman ve modern romana gelinceye kadar kurmaca bir metin olarak romanın bir anlatım sanatından gösterme sanatına doğru geliştiğini ve sahnelemenin romana daha gerçekçi bir hava kazandırdığını söyler. Sadece konuşmalarla ve anlatımla vaka çekici hale getirilmesi güçtür, sahnelemeyle romanın gerçekliği artırılır zeminde bulunan diğer öğeler de vakanın içine dahil edilir. Yusuf u Züleyha mesnevisinde zindan sahnesi, Zeliha’nın Yusuf hapishanedeyken hapishanenin çatısına bakma sahnesi, Yakup’un kurtla konuşma sahnesi bu türdendir. Çoğu kere bu sahnelerde şahsın ruh hali ile tasvirler arasında bir ilişki ortaya konulur. Mekan ve durum tasvirleri ile kişilerin psikolojileri somutlaştırılır.
Yusuf u Züleyha mesnevisinin bir roman olarak okunmasını sağlayan bir özelliği de canlı dialoglar ve konuşmalardır. Romanda dialoglar çatışma doğuran ve çözüm getiren diye ikiye ayrılır. Himmet Uç, kurmaca metinlerde konuşmanın (speech) beşe ayrıldığını söyler: “1. Kişinin kendisiyle konuşması, 2. Kişinin başkasıyla konuşması, 3. Allah ile konuşma, 4. Eşya ve tabiat öğeleriyle konuşma, 5. Görünmeyen ama silüetleri fark edilen varlıklarla konuşmadır.” (Uç 2006: 432) Yusuf u Züleyha mesnevisinde ikili konuşmalara sıkça rastlanır. Ayrıca kişiler hayvanlarla da konuşur. Yusuf’un kuyudayken yılanla konuşması, Yakup’un kurtla konuşması örnek verilebilir. Bahtin’e göre gerçekler konuşmalarla ortaya çıkar. Aynı zamandaki çözümlemeler ve uzlaşmalar da konuşmalarla sağlanır. Peyami Safa’nın romanlarında bütün çatışmalar yazarın sözcülerinin konuşmalarıyla çözülür. Mesnevide de Yusuf’un ve Yakup’un konuşmaları önemli ve çözüme dönüktür. Mesnevide dialoglara önem veren Uç Şunları söyler: “Bir tahkiye metninde ve bir romanda kişilerin ve olayların ortaya çıkarılmasında müşahhas ve nesnel bilgi kaynağı konuşmalardır. Kişiler konuşmalarıyla hüküm ve değerlendirmelerini ve roman metni içindeki fonksiyonlarını belirtirler. İç diyaloglar kişinin şuur dünyasını olaylar karşında içinde meydana gelen tepkilerini ruh tahlillerini ortaya koyar. Hayata yansımamış gizli dünyasını ifade eder. Dış diayaloglar, kişilerin başkalarıyla olan konuşmaları, muhavereleri ise dış dünyaya açılan taraflarını anlatır.” (Uç 2005: 230)
Bir romanın ne olduğu sorusuna verilecek cevabımızın az olması, elimizin altında Türk edebiyatına özgü bir roman kuramının olmamasıyla ilintili olduğu kanaatindeyim. Kabaca bir metinde romanın zaman, mekân, vaka gibi unsurlarını sayarak o metni roman türüne dönüştürmeniz zorlama bir yorum olur. Yukarda bazı noktalarına değindiğimiz çalışmada görüldüğü gibi dialoglar, sahneleme, kişilerin pskolojisi, değişim, atmosfer, vaka, epizotlar, konuşmalar, çatışmalar gibi roman eleştiri terimleriyle metinler ele alıp incelendiğinde sağlıklı bir tahlil yapılabilir ve mesnevilerin roman gibi değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusuna cevap bulunabilir. Nitekim Himmet Uç, roman eleştiri terimleri ile Yusuf u Züleyha mesnevisini tahlil etmesi, mesnevilerin Doğu medeniyetlerinin romanları olduğunu ispatlar niteliktedir. Todorov, Türlerin Kökeni adlı yazısında şunları söyler: “Türler nereden kaynaklanır, doğrudan başka türlerden yeni bir tür her zaman bir ya da birkaç eski türün dönüşümüdür, tersine döndürme, yer değiştirme, birleştirme yoluyla. Günümüzün bir metni şiire olduğu denli XIX. Yüzyıl romanına da borçludur; aynen acıklı güldürünün bir önceki yüzyılın güldürüsünün, bir önceki yüzyılın güldürüsü ve tragedyasının bir araya getirmesi gibi.” (bk. TODOROV Tzvetan, Edebiyat Kavramı) İlk roman Don Kişot’un yazılmasından 150 yıl önce kaleme alınan Yusuf u Züleyha mesnevisinin roman tekniklerine göre yazıldığı Uç’un çalışmasında ortaya koynulmuştur. Acaba, Todorov’un söylediklerinden yola çıkarsak mesnevilerin Batı romanlarını etkileme ihtimali var mıdır? Roman kendisinden önceki türlerden hangilerinin dönüşümü sonucu ortaya çıkmıştır? Bu sorulara cevap vermek Himmet Uç’un söz konusu yazısına benzer çalışmaların çoğalmasıyla mümkün olacaktır. Avrupa insanın bireyselleşme serüveniyle başlayıp özne parçalamasına kadar her türlü durumunu kurmaca metne yansıtan beş yüzyıllık bir edebi türün önemi ortadayken bin yıldan daha fazla bir geçmişi olan mesnevi türünün kendinden sonraki edebi türleri etkilememesini düşünmek zordur.
Edebi eserlerimizin yapısını modern bakışlarla incelemek önemli olmakla beraber, unutulmamalıdır ki edebiyatımızı vücuda getiren Doğu’nun duyuşu, felsefesi, dünya telakkisidir. Bunlar bilinmeden, Kutsal kitaptaki kıssalar tam anlaşılmadan yapılacak bir tahlil denemesinin eksik kalacağı aşikardır. Avrupa ülkelerinde Madam Bovary’nin çizgi romana dönüştürüldüğünü, İlahi Komediya’nın okullarda tiyatro metnine dönüştürülüp sahnelenmeye devam ettiğini görmekteyiz. Bin yıllık bir medeniyetin hayat felsefesini içinde bulunduran, doğu insanın psikolojisini içinde barındıran mesnevileri roman formatına getirmek yapılabilecek en büyük kültür hizmetidir. Bunun için de ilk önce bu metinlerin roman türü tarzında tahlil edilip çözümlenmesi gerekir ki Himmet Uç’un bu çabası bize yol göstermektedir. Türk edebiyatı incelemelerinin şair ve yazarın toplumsal rolü sorunuyla ilgilenmeyi bırakıp bir sanat felsefesi kuramıyla yola çıkması, Divan edebiyatının ve özel olarak mesnevilerin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.