Hasan TANRIVERDİ

Hasan TANRIVERDİ

Ruh ve Madde

Ruh, insana hayat veren ve onu; düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddi olmayan ölümsüz bir varlıktır. Ruhun girdiği bedenin yapılış ve yaradılış itibarıyla ölmeye, dağılmaya ve çürümeye müsait olmasına karşılık, ruh maddi olmadığı için ölümsüzlüğünü ve daimiliğini her iki dünyada da korumaktadır. Ruh dediğimizde can ve nefes olarak da algılarız. Ruhun özellikleri ile beden dediğimiz cismin özellikleri birbirine uymadığı gibi, müşterek noktaları da yoktur.

Ruh vücudumuzda kendisini hissettirdiği fiil ve hareketleriyle de bilinir, ayrıca ruh bedenin bütün hücrelerinde hazır ve nazırdır. Ruh bedene dâhil olmadığı gibi, hariç de değildir. Bitişik olmadığı gibi ayrı da değildir. Ruhun bedenin tamamını idare ettiğini, bedenin her yerinde mevcut, bölünmez ve parçalanamaz olduğunu, his ve idrakle anlayabiliyoruz.

Günümüzde ilerleyen teknik sayesinde şekillerin, resimlerin ve seslerin televizyon ve radyo vasıtasıyla bir anda birçok mekânlarda bulunmasını gayet normal karşılıyoruz da neden Belkıs’ın tahtının çok kısa bir zamanda Süleyman Peygamber’in yanına getirilmesini aklımız idrak edemiyor? Bir gün ses ve şekiller gibi, eşyanın da ruhumuzun hareketliliğinde ve aynı hızla nakline muvaffak olunursa o zaman onu da gayet normal ve mantıklı bulacak, ona da hayret etmemeye başlayacağız.

Burada ruhun hızı konusu, ne ışıkla kıyas edilebilir, ne de sesle. Ruhun yolculuğunda hayalimiz ruhun bir hizmetçisi halini alır. O bir anda cennete varabiliyor ve manevi lezzetini tat alabiliyor. Akıl ise ruhun anlama vasıtasıdır. İnsan bu vasıta ile bir anda yıldızlara çıkıp, onları seyrederek yüce Allah’ın harika sanat eserlerini olduklarını tefekkür edebiliyor.

Ruh cesede galip olunca, birkaç mekânda bir anda bulunmak da onun için gayet kolaylaşır. Rüyada bizim ruhumuz bedenimize bir derece galip gelirse çok uzak mesafelere bir anda gider, geçmişe ve geleceğe rahatlıkla geçeriz. Hatta dedemiz ve torunlarımızla da görüşebiliriz.

Manen terakki ederek meleklere üstün hale gelen bir ruhun yolculuğunda “Onların gayet rahatlıkla yaptığı bir işi niçin yapamasın? Bir anda birkaç mekânda neden bulunamasın?” Sorularına rahatlıkla cevap bulabiliriz. Kaldı ki ahirette cennet ehlinin yaşantısı bu neviden olacaktır. Dolayısıyla aynı anda cennetin birkaç yerinde olabilecekler.

Rüyamızda ölmüşlerimizle konuşmamız ruhun varlığının açık delilidir. Çünkü orada konuşan bizim dünyevi varlığımız değil, bir nevi uhrevi olan ruhani varlığımızdır. Dikkat edersek misâl âleminin bir nevi olan rüya âleminde ruh, bedenimize ait aletleri kullanmamaktadır. Zira gözümüz kapalı olduğu halde rüya da görebilmekteyiz, ağzımız hareket etmediği halde rüya âleminde konuşabilmekteyiz.

Mehmet Kırkıncı Hoca “ Ruh Nedir” isimli kitabında: “Ruhun, maddeden sıyrılmış bir cevher olduğunu ve ilahî hakikatlerin onunla hissedilip, zevk edildiği halde, o­nun mahiyetini idrak etmenin insanlar için mümkün olmadığını” söyler.

“Ayrıca hem tesir altına girme, hem de eşyayı tesir altına alma gibi iki cephesi bulunan insan ruhu, hem şu görünen âlemle, hem de bilemediğimiz gayb âlemiyle devamlı münasebet halindedir. Ruhun gayb âleminden sürekli feyiz aldığı düşünülür. Bununla birlikte yaşadığımız âlem de ise, ilim ve irfanıyla hareket ettiğini” söyleyebiliriz. Buradan anladığımız kadarıyla ruhun mahiyetinde birtakım gelişmeye müsait donanımlar mevcuttur denilebilir.

Biyolojik ve kimyevi kanunlara göre herhangi bir cisim ilk şekli bozulmadan yeni bir şekle giremez. Örneğin bir cisim aynı anda hem elma hem armut olamaz. Olması için kimyevi değişikliğe uğraması, birinin çürüyüp, diğerinin yeniden yaratılması gerekir. Aynen bilgisayardaki mevcut bir dosya üzerindekiler silinmeden, oraya yeni bilgiler kopyalanamadığı gibi.

Oysa insanda öyle bir mahiyet vardır ki, sayısız eşyanın plân ve programlarını, suret ve şekillerini, desen ve nakışlarını en küçük ayrıntılarına kadar kendi hüviyetinde yerleştirebiliyor. O mahiyette, herhangi bir sıkışma ve yer darlığı olmuyor. Seksen yaşına gelmiş bir insan sekiz yaşında öğrendiklerinin büyük bir bölümünü muhafaza ettiği gibi aynı zamanda o bilgileri sosyal hayatında kullanmaya devam ediyor. İlahî bir kudret eseri olarak birbirilerine zıt ve değişik şekiller, unutulmadan, silinmeden, değiştirilmeden muhafaza olunuyor. Zamanı geldiğinde rahatlıkla kullanılabiliyor.

İnsanlarda her zaman bilgi ve öğrenmeye karşı bir arzu ve hırs vardır. Daha fazla okumak, daha fazla araştırmak isterler. İnsan bu özelliğinden dolayı daha sonra bu bilgileri silip, yerine kendine göre yeni doğruları yerleştirebiliyor. Hafızasına binlerce çeşit bilgileri kopyalayabiliyor ve bunları hayatına uygulayabiliyor.

İşte bütün bunlar, cismin özelliklerinden olamaz. Bu vasıflar kan ve ilikten, et ve kemikten beklenemez. Bunlar, insandaki o “ruh” dediğimiz mahiyetin maharetleridir. O mahiyetin davranışları bedenle birlikte gelişip yükseliyor.

Nitekim insanın çocukluk ve gençlik çağlarında cismi taze olduğu halde, fikri tam gelişmemekte, ihtiyarlığında ise biyolojin vücudun ihtiyarlamasına karşılık ilimle ve öğrenme ile fikri olarak gelişiyor ve olgunlaşıyor. İnsanların geçmiş ve gelecekle olan ilişkileri, korkuları, merhamei, şefkati ve endişeleri hissedip, düşünebilmesi kolunun, bacağının, başının ve gövdesinin işi olamaz. Fiziki ve biyolojik bedenimiz dışında bizde başka bir” Biz” var. O “Biz”in, bedenimiz olan “Biz” ile hiçbir ortak noktası olmadığı gibi bir bağlantısı da yoktur. İşte insandaki sayamayacağımız kadar çok olan bu vasıflar da o mahiyetin kaynağı olan ruhu işaret ederler.

Bir zamanlar Karadenizli Temel’in bir atı varmış. Bu at aşırı yük taşıma sonunda aniden hastalanıp ölür. Temel atının cansız haline hayret ederek devesine şöyle der; “Demek sende, senden başka bir şey var ki, o hem seni, hem beni, hem de yükümü götürüyordu. Acaba, seni, beni ve yükümü götüren o kuvvet neydi, şimdi nereye gitti?”

Temel haklıydı. Zira o vücut biraz evvel yürüyor, görüyor ve yük taşıyordu. Demek ki atın vücudundan temelin göremediği bir şey çıkıp gitmişti. İşte o görünmeden sessiz sedasız çıkıp giden şey, atın ruhundan başkası değildi.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.