S.Nursi'nin devletten beklediği önemli icraat

S.Nursi'nin devletten beklediği önemli icraat

Yaşar, Said Nursi'nin, zamanın ve insanların dertlerini, problemlerini tesbit ederek, çareler ortaya koyduğunu söyledi

Nejdet Pehlivan'ın haberi

Yazar İslam Yaşar, Said Nursi'nin, zamanın ve insanların dertlerini, problemlerini tesbit ederek, şu anda da geçerliliğini sürdüren çareler ortaya koyduğunu söyledi

Edebiyatçı-Yazar İslâm Yaşar, Düzce Yeni Asya Derneği’nin düzenlemiş olduğu seminerde Bediüzzaman’ın içtimaî ve sosyal görüşlerini anlattı. Yaşar, “Bediüzzaman, zamanın ve insanların dertlerini, problemlerini, şartlarını yakından tesbit eder ve şu anda da geçerliliğini sürdüren o veciz ifadeyi kullanır: ‘Bizim düşmanımız cehâlet, zarûret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at marifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” dedi.

İslâm Yaşar, Said Nursî’nin sahip olduğu fikirleri anlayabilmek için, onun çocukluk yıllarına ve yetişme şartları ve tarzına bakmak gerektiğini belirterek, “Said, Nurs Köyünde 7 kardeşiyle, tek odalı bir evdedir. Onu besmelesiz emzirmemiş bir anne, boğazından haram lokma geçirmemiş bir babaya sahiptir.

Hane hayatlarındaki manevî iklim Peygamber kıssaları ve İslâm ahlâkıyla doludur. Böyle olunca yedi kardeş karşılıklı sevgi-hürmet bağlarıyla kavgasız, problemsiz tek odada yaşamayı başarmışlardır” dedi.

Said Nursî’nin, din ilimlerini 14 yaşına kadar öğrendiğini, 90 civarında kitabı hafızasına aldığını kaydeden Yaşar, “Ardından fen bilimlerini de öğrenir. Sosyal hayata yeni bir bakış açısı getirmek ister.

Zamanın ve insanların dertlerini, problemlerini, şartlarını yakından tesbit eder ve şu anda da geçerliliğini sürdüren o veciz ifadeyi kullanır. ‘Bizim düşmanımız cehâlet, zarûret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at marifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” şeklinde konuştu.

ÇARE YALNIZ KUR’ÂNDA
“Bediüzzaman, fikirlerini hayata geçirmenin çalışmaları içinde Kur’ân’ı 60 cilt olarak tefsir etmeyi planlar” diyen Yaşar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Harpte cephede ilk olarak İşârâtü-l İ’caz’ı yazar. Bütün dünyaya İslâmı anlatacak vasıfta talebeler yetiştirmeye girişir.

Din ve fen bilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite ‘Medresetü-zzehrâ’ projesini İstanbul’a gelerek padişaha takdime çalışır. Pâyitahtta devletin de dert ve problemlerini yerinde teşhis eden Üstad, çarenin yalnız ve ancak Kur’ân’da aranması gerektiğini, başka bir dünya görüşünün olumlu netice veremiyeceğini ilân eder.

1922’de Ankara’ya Meclis’e askerî cesaret ve başarıları ve büyük bir âlim sıfatıyla dâvet edildiğinde M. Kemal’le müteaddid görüşmeleri olur. Farklı iki dünya görüşünün ilk mücadelesi namaz konusunda ortaya çıkar.

Nursî, en ağır ifadeleri Reisin yüzüne karşı pervasızca haykırır: ‘Kâinatta en büyük hakikat imandan sonra namazdır, namaz kılmayan haîndir. Hainin hükmü merduttur...’ der. Ona göre hakikat, karşıdakinin görüşü, tavrı, makamı ne olursa olsun söylenmeliydi. Said Nursî M. Kema’lin materyalist, Kur’ân karşıtı bir dünya görüşüne sahip olduğunu görünce, onun çok parlak olan birlikte çalışma tekliflerini kabul etmeyerek Ankara’dan, Van’a gitmek üzere ayrılır.”

CAN ÇEKİŞEN KEMALİZM
Bediüzzaman’ın Kur’ân kaynaklı dâvâ ve hizmetlerine zerre kadar taviz vermeden devam ettiğine dikkati çeken Yaşar, Risâle-i Nurları neşrederek yüzbinlerce insanın imanlarının kurtuluşuna vesile olduğunu vurguladı. Karşı dünya görüşünün sahiplerinin kendisine reva gördükleri sürgünler, mahkemeler, hapishaneler, zindanlar, suikastlar, akıl almaz işkenceler onu dâvâsından, Kur’ân hizmetinden vazgeçiremediğinin altını çizerek şunları kaydetti:

“Şimdi materyalist dünya görüşünü temsil eden Kemalizm ve onun şahs-ı manevisi can çekişirken Said Nursî’nin elliden fazla dile çevrilen eserleri dünyanın bütün kıt'a ve devletlerinde okunuyor ve milyonlarca insanın Kur’ân kaynaklı bir hayat tarzı yaşamalarına hizmet veriyor. Önemli olan bizim hangi dünya görüşüne bağlı bir hayatı yaşadığımızdır.”

AYASOFYA FECR-İ SADIKTIR
Yaşar, konuşmasının sonunda Bediüzzaman’ın devletten yapılmasını istediği en önemli icraatlardan birinin Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilerek ibadete açılması olduğunu hatırlattı ve “Üstada göre Ayasofya’nın açılması İslâmın fecr-i sâdıkıdır.

Ayasofya İslâmın dünyaya hâkimiyetinin sembolüdür. Devlet, Ayasofya’yı ibadete açarsa, bizim devlet ve millet olarak yekvücut olduğumuzu, dînî ve mânevî kimliğimizi tekrar kazandığımızı bütün dünyaya ilân etmiş olacaktır.

Müslümanların kurtuluşu, İslâmî bakış açısıyla hareket etmekte, diğerine taviz vermeden yaşamaktadır. Sosyal hayatımızın düzelmesi, iç barışın sağlanması, millet-devlet kucaklaşması bununla mümkün olacaktır. Ne yazık ki, bugünün idarecileri bırakın ibadete açmayı, Ayosofya kelimesini ağızlarına bile almamaktadır” dedi.

Seminerin ikinci bölümünde soruları cevaplayan İslâm Yaşar soruları, sonrasında okuyucularıyla sohbet ederek kitaplarını imzaladı.

Yeni Asya