Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Hislerle Yola Çıkmanın Bazı Sonuçları

Hissiyatın hükümferma olmasının hayata yansıyan pek çok eksileri vardır. Bediüzzaman böyle bir bakışla âleme ve olaylara bakan kimselerin dünya görüşü ve mezheplerini meydana getiren şeylerin çoğu kere şu üçü olduğunu söyler:

1-Taassub (Körü körüne bağlılık)

2-Başkasını dalalette görmek.

3-Safsata (Delil olmayacak şeylerle istidlalde bulunmak).

Hâlbuki bunların her biri,

- Dinen kötülenmiştir.

- İslâm kardeşliğine aykırıdır.

- Hepimiz insan olduğumuza göre, insaniyete aykırıdır.

- Fıtrî yardımlaşmaya terstir.[1] Çünkü aynı dinden olmasak bile diğer insanlarla komşuluk ve ticaret gibi münasebetlerimiz olabilir ve olmalıdır.

İslâm Dininin ilk kaynağı olan Kur'an taassup gibi körü körüne bağlılığı ifade eden durumları kötü sayar ve şöyle der:

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e gelin’ denildiğinde, ‘atalarımızı ne üzere bulduksa o bize yeter’ dediler. Peki, ya ataları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamışlarsa da mı (onlara uyacaklar)?”[2]

Öte yandan bir delile dayalı olmadan başkasını dalalette görmeyi yasaklar:

“Ey iman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman, iyice araştırın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin.”[3]

Keza pek çok yerde İblisin Hz. Âdem’e secde etmeme gerekçesini safsata olarak görür. Şöyle ki:

Allahu Teâlâ “Âdeme niye secde etmedin?” diye sorduğunda İblis şöyle cevap verir:

“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”[4]

Hz. Âdemin çamurdan, İblisin ise ateşten yaratılması doğrudur. Ama buradan İblisin kendisinin Âdemden daha hayırlı olduğu sonucuna varması bir safsatadır.

Safsata, bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış çıkarımlardır. Bir nevi şaşırtmaya ve aldatmaya yönelik dil ve mantık cambazlığıdır. Bunlar ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilir, fakat yakından bakıldığında delil olmaktan uzaktırlar. Safsata türü ifadeler “Ne alaka?” dedirten bir yapıya sahiptir. Mesela beş yaşındaki bir çocuk şöyle değerlendirme yapabilir: “Babam bana çikolata almadı. Herhalde beni sevmiyor!” Hâlbuki babasının çikolata almaması maddi imkânlarının yetmemesinden veya çocuğunun çikolata bağımlısı olmasını istememesindendir, onu sevmemesiyle bir alakası yoktur.

Dikkatle bakılırsa günlük hayatta safsatanın hayli misalleri vardır. Mesela:

- Bir şeyin doğru olduğu ispatlanamamışsa yanlış, yanlış olduğu ispatlanamamışsa doğrudur!

(Katilin katil olduğunun delilleri ortadan kaldırılmış olabilir. Ama katil olduğunun ispatlanmamış olması onu katil olmadığı anlamına gelmez.)

- Görülmeyen yok demektir. Melekleri görmüyoruz, öyleyse yoktur!

(Önerme yanlıştır, çünkü insandaki sevgi, tabiattaki rüzgâr gibi görmediğimiz nice şeyler vardır. Hatta görmediklerimiz gördüklerimizden çok daha fazladır.)

- Falanca çalıştı, ama kazanamadı. Demek çalışmak bir işe yaramıyor!

(Her çalışan kazanamayabilir, ama kazanmanın yolu büyük ölçüde çalışmaktan geçer. Su-i misal misal olamaz.)

- Geçen gün elma yemiştim yağmur yağdı. Birazdan elma yiyeceğim, herhalde yine yağmur yağar!

(Elma yemekle yağmur yağması arasında herhangi bir bağlantı yoktur. Bir kere öyle denk gelmesi sonrasında da öyle olacağına bir delil sayılmaz.)

- Falanca kişi filan şehirden. Öyleyse kötü biridir!

(Genellemeler genelde yanlıştır. Hemen her şehirden iyiler de kötüler de çıkmaktadır.)

İşte, bu gibi hatalı prensiplerle yola çıkan kimseler, taassup ve safsatayı terk ile hatalarını anladıklarında, eski dünya görüşlerini ve mezheplerini terk etmeye mecbur kalmaktadır. Hâlbuki

-Taassup yerinde hak

-Safsata yerinde kat’i delil

-Başkasını dalalette görmek yerine onunla muvafık ve mutabık kalabilse, karşılıklı meşveret yapsa, dünya birleşse onu hak olan dünya görüşünden ve mezhebinden ayıramaz. Nasıl ki zaman-ı saadet olan Hazreti Peygamberin devrinde ve selef-i sâlihîn zamanlarında hükümferma hak, delil, akıl ve meşveret olduklarından, tereddüt ve şüphelerin hükümleri olmaz idi.[5]

Taassup, batılda sebat etmek iken, salabet hakta sebat etmektir. “İki kere iki dört eder” diyen biri bunda sebat eder. Ama dört yerine başka hangi rakamı kabul etse, günün birinde durumu anladığında eski rakamından vazgeçecektir. Batıl ve hak mezhebe bağlı olmak da bunun gibidir. Batıl mezhebe bağlı olan biri hakkı gördüğünde hakka tabi olacaktır. Hak mezhebe bağlı olan ise hakta kalmaya devam edecektir.

[1] Bkz. Said Nursi, Muhakemat, s. 37

[2] Maide, 104

[3] Nisa, 94

[4] Sâd, 75-76

[5] Bkz. Said Nursi, Muhakemat, s. 37

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.