Said Nursi hakkını şiddetle aramadı
Avukat Nevzat Eminoğlu Demokratik Açılım tartışmalarını Risale Haber’e değerlendirdi
Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Avukat Nevzat Eminoğlu Demokratik Açılım tartışmalarını Risale Haber’e değerlendirdi
Risale-i Nur açısından bakıldığında, gündemde olan “Demokratik Açılım Süreci” hakkında neler söylersiniz?
Üstadın Van hayatına bir göz atmak gerekir diye düşünüyorum. Bediüzzaman’ın Van'dan İstanbul’a gidişinde, önüne koyduğu projede; Doğuya hürriyet, Kürt aşiretlerine hürriyet, Alem-i İslam için hürriyet, âlemin sulhu, evrensel hürriyet ve barış gibi hedefleri amaçlamış. Ve bunları kısmen fiiliyata dökerek, kısmen de teoride ders vererek kendi ekolünü ve İslami anlayışını ortaya koymuş.
Bence bu açılımın şu anki durumu Anadolu'daki kardeşliğin tesisiyle beraber, Doğudaki insanların, ve aşiretlerin barışını temin eden bir projenin ayaklarını oluşturuyor. Bunun son aşaması da Bediüzzaman’ın hedeflediği, âlemin sulhu, insanlığın evrensel barışı, Hıristiyan’ın, Yahudi’nin, Müslüman’ın birbiriyle sulh içinde yaşaması olmalı.
Zaten Üstad bu açılımların hayaliyle, önce Sultan Abdulhamit'e, daha sonra Cumhuriyet döneminde meclise, Mustafa Kemal'e bu ideallerini sunuyor. En son vefatından evvel Adnan Menderes'e, Celal Bayar'a bu açılımın temel taşlarını arz ediyor. Hatta Emirdağ lahikasında Üstadın Menderes ve Bayar'a yazdığı mektup var. Orada Üstad bu açılımın gereğini ve bu açılımın olmaması durumunda doğacak tehlikeleri çok açık bir şekilde ifade ediyor. Dolayısıyla şu an gündemdeki açılım, Bediüzzaman daha yüz yıl önce hedeflemiş, proje suretinde yöneticilere arz etmiş.
Bediüzzaman’ın Adnan Menderes’e ve Celal Bayar’a yazdığı mektuplarda önerdiği fikirleri kısaca anlatabilir misiniz?
Orada iki tane mektup var. Birisi direkt Celal Bayar ve Adnan Menderes’e gönderdiği mektup, diğeri de Cumhurbaşkanıyla, Başvekile gönderdiği mektuptur. Menderes’e gönderdiği mektupta şu önemli esaslar var. Türkiye'deki partileri, dört temel eğilimi nazara alıyor. Halk Partisi, Millet Partisi, dindarları temsil eden İttihad-ı İslam Partisini, bir de Menderes’in temsil ettiği umuma hürriyeti vaat eden ve umumun hürriyetini sağlamaya çalışan Demokrat kesim...
Burada Bediüzzaman milliyetçi bir tarzdan uzak, kucaklayıcı bir anlayışın önemini belirtiyor. Sizin aleyhinize de olsa hürriyete, adalet ilkesine bağlı bir anlayışa dayanmak gerektiğini söylüyor. Eğer diyor, siz adalet ilkesine dayanmazsanız, sizin karşınızdakiler, Millet Partisi milliyetçiliğe, Halk Partisi ise bürokratik devrimci bir yapıya dayanarak, sizi mağlup edebilirler.
Eğer demokratlar herkese adalet, herkese hürriyet, herkese hukuk şiarıyla hareket ederse, onların dayanağı olan milliyetçi ve halkçı anlayışı elde etmiş olur. Onların halk desteğini kesmiş olur. Onlar bu desteği elde edemezler ve siz güç kazanırsınız. Ama eğer bu dayanaklarınızı yok edip, kendinizle çelişirseniz, karşıdaki rakiplerin oyununa gelmiş olursunuz. Rakipleri yenemediğiniz gibi, kendi dostlarınızı da memnun edemezsiniz diyor.
Yine Bediüzzaman Cumhurbaşkanı ve Başvekile gönderdiği mektupta da şu esaslara yer veriyor. Öncelikle kendi hayat hikâyesini adeta özetleyerek anlatıyor. Cumhurbaşkanı ve Başvekille sohbet eder bir tarzda kuruyor cümlelerini. Seksen yedi senelik ömrünün portresini çiziyor. Ve “Benim iki idealim var” diyor. “Birincisi Risale-i Nurdur ki, bu asrın fikir bataklığına, dalaletine, Avrupa'dan gelen sapkın fikirlerine karşı, bu asrın temel dinamiği, dayanağı olan iman esasının yeniden ders verilmesi; İkincisi de en az bunun kadar önemli olan bir meseledir ki, âlem-i İslamın birbiriyle kardeşçe yaşamasını sağlayacak bir projedir.”
Üniversitelere yönelik bir ideal de vardı…
Evet. İkinci ideali, Medresetüzzehra projesidir. Orada bu konuyu da açıyor zaten. Çok ilginçtir orada Türkistan ve Kürdistan isimlerini zikrediyor. 1950'lerde, Kürdistan isminin değil Cumhurbaşkanına gönderilmesi, sokakta bile zikretmek idama, hapse sebep oluyordu. Ama O bu konuda çok gerçekçi, çok harbi bir şekilde, bunu orada zikrediyor. Medresetüzzehra projesinde de milliyetçilikten uzak, oradaki Kürt vatandaşını kucaklayan, oraların dinine, kültürüne sıcak bir şekilde yaklaşan ve onları ötelemeyen, dışlamayan bir anlayışla yaklaşılması anlamında önemli bir proje…
Divan-ı Harbi Örfi’deki dördüncü cinayette “Kimse kimseye haşeratı muzırra nazarıyla bakmasın” diyor. Sulhu umumi, ref-i imtiyaz esaslarını nazara veriyor ki, ömrünün sonunda bakıyoruz hakikat değişmediği için, Üstad bu fikirlerini hakkı dinleyecek, hakka yakın yöneticilerle paylaşmış. Ama bazı dönemlerde bunu hiç paylaşmamış, çünkü o zamanın yöneticileri bu fikirleri dinleyecek hakperestlikte olmamış. Dolayısıyla ömrünün sonunda, Menderes döneminde Üstad o ideallerini bu insaflı yöneticilere karşı dile getiriyor yeniden.
“Demokratik Açılım Sürecinin” başarıya ulaşmasında cemaatlere herhangi bir iş düşüyor mu?
Bence bu konuda bütün Nur talebelerine, bütün Nur camiasına ve onlara yakın duran değişik çevrelere çok vazife düşüyor. Çünkü Nur talebelerinin elindeki eserler ve Üstadın yüz sene önce Osmanlı dönemindeki yöneticiler, Sultan Reşad ve Sultan Abdulhamit'e verdiği projeler, Nur talebelerinin elinde çok büyük bir imkanı oluşturuyor.
Nur talebelerinin, herkes kendi meşrebine göre, kendi tarzına göre, Üstadın beyanatlarına dayanarak bunu güncelleyip ortaya koymaları gerekiyor. Hani diyor ya: “İstikbal mahkemelerine sevk edilsem, bunu değiştirmeden, sadece çatlayan yerlerini onararak, yine o zamanın nazarına, kamuoyuna sunarım” diye…
Üstadın bu manadaki görüşleri çok mühimdir. Nur talebeleri de bu görüşleri güncelleyerek kamuoyuna sunmaları, bu konuda seminerler düzenlemeleri, bu konuları kitaplaştırmaları ve yöneticilere gönderip, gazetelerde yayınlamaları gerekiyor. Mesela ben de bu konuda bir çalışma yürütüyorum. Herkes kendine göre bir şeyler yapabilir. Ben kitap yazmayı düşünüyorum.
Yeri gelmişken hazırlamayı planladığınız eser hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Bediüzzaman’ın Kürt sorunuyla ilgili ve Anadolu’daki milletlerin sulhuyla ilgili tespitlerini derleyip, kamuoyuna açıklayarak paylaşmak. Çünkü Üstadın Yeni Said ve Eski Said dönemlerine ait eserlerinde bu konu ağırlıklı olarak yer alıyor. Bence bu konuyu kamuoyuyla paylaşan çok az Nur talebesi var. Mesela Abdülkadir Badıllı ağabey bir kitap yazmıştı. Türk- Kürt ilişkileri diye. Risale-i Nur ışığında ele almıştı. Bir de Latif Salihoğlu da aynı minvalde ve fakat daha küçük bir eser yazmıştı. Bunlar on yıl öncesindeki eserlerdi. Fakat ilk olmalarına rağmen çok güzel ve önemli tesbitler vardı bu eserlerde. Bunun gibi Üstadın bu konulardaki tespitlerini herkes dile getirebilir.
Üstadın tespitleri şu yönden önemli; Üstad, Türkiye'de, alem-i İslam’da da farklı değil ama özellikle Türk ve Kürt toplumlarının her ikisinde de güven kazanmış bir şahsiyettir. Şu an Türkiye'de Bediüzzaman’dan başka bu iki toplumun güvenini kazanmış ikinci bir kimse olduğunu sanmıyorum. Yani düşünün öyle bir kişi olacak ki, her iki toplumda onun sözüne itimat edecek. Böyle bir kimse varsa da bu seviyede değil. Çünkü Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda, hem Kürtlerin içinde yaşamış, hem Türklerin içinde yaşamış, iki toplumunda güvenini kazanmış, iki toplum içinde bedeller ödemiş olduğunu görüyoruz.
Mesela Doğuda Medreset-ü-Zehra Üniversitesinin açılması için, İttihat ve Terakki yönetiminin mağduru olmuş. Hapisler yaşamış o dönemde. Cumhuriyet döneminde de yine Türk toplumunun inancı için hapisler, mahkemeler görmüş. Her iki toplum için savaşa katılmış, esir düşmüş. Dolayısıyla fiiliyatıyla samimiyetini ispatlamış bir kimse olduğu için, toplumun bütün kesimleri onun söylediklerini kabul ediyor ve itiraz edemiyorlar. Üstadın bu çözüm önerileri toplumda güveni sağlar ve toplumda hakim olarak bir öncülük de yapar. Bu önemli süreçte bence Üstadın bu yönü kamuoyuyla paylaşılmalı ve herkese anlatılmalıdır. Bu vazife de Nur talebelerine düşüyor.
Demokratik Açılım için somut önerileriniz var mı?
Şöyle; Mektubat'ta da geçiyor. Birbirimizi inkâr etmemek meselesi... Ayette de geçiyor. Onu bu güne uyarlarsak, yani milletlerin birbirini inkâr etmemesi, birbirini yutmaması. Hucurat suresi on üçüncü ayette yanılmıyorsam, yirmi altıncı mektubun üçüncü kısmında anlatılıyor. Bu tespitlerin ışığında, birincisi, Kürt kimliğinin kabul edilmesi, onların da bir halk, bir millet, olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Bunun için bu konunun yasal güvencelere bağlanması, kanunlarla, anayasayla aynı ülkenin vatandaşı olarak, onların güvenceye alınması lazım. İkincisi, Medresetüzzehra projesinde olduğu gibi, mahalli dillerin, Türkçe, Kürtçe ve Arapçanın okutulması da bir diğer çözüm olabilir. Yani ana dilde eğitim hakkının verilmesi... Bu konu zaman ilerledikçe kamuoyunda da kabul görüyor zaten. Artık hazmediliyor bu konu.
Bir de Üstad Divanı Harbi örfi'de söylüyor. Ref'i imtiyaz, affı umumi diye... İşte üçüncü öneri de bu olabilir. Affı umuminin sağlanması... Herkesin birbirini affetmesi... Şimdiye kadar Kürtlerin gördüğü mağduriyetleri, haksızlıkları, zulümleri, kin ve düşmanlığa dönüştürmeden pozitif bir yaklaşımla insan olmanın bir gereği olduğu kabul edilmeli… Aynı şekilde Türk kardeşlerinin de şimdiye kadar bu olaylardan mağdur olmuş olanlar var. Ölen binlerce genç asker ve subayın oluşturduğu üzüntüyü, tepkiyi kalplerine gömüp, affedici yaklaşmaları, bunu kaderin ibret veren bir dersi olarak görmeleri üçüncü noktayı gerçekleştirmiş olacak.
Kur'an-ı Kerim’de de zaten mü'minlerin vasıfları sayılırken: “Onlar kinlerini unuturlar ve insanları affederler” diyor Yüce Allah. Burada dikkatimi çeken nokta Müslümanları affederler demiyor, insanları affederler diyor. Ki bizim meselemizde iki tarafta mü'min insanlar, hal böyle olunca affetmek daha kolay olur.
Bunların yanında dördüncü bir öneri daha ileri sürebiliriz. O da şiddetin mutlak surette hak arama yöntemi olmaktan çıkarılmasıdır. Bu da çok önemli bir şarttır. Özellikle Kürt tarafına düşen bir görevdir. Çünkü Üstad hazretleri hayatı boyunca yüzlerce zülme uğradığı halde, defalarca mağdur olduğu halde, inancıyla, şahsiyetiyle dik durmuş, haksızlığa yol açan şiddete başvurmamıştır. Bu da bizim için en güzel ölçüdür. Şiddetin mutlak surette ortadan kaldırılması gereklidir.
Bir de yerleşim yerlerinin isimleri iade edilebilir. Çünkü bu davranış da oradaki halkı onore edecek, eskiden yapılan haksızlıkları tekrarlamayacak ve o haksızlıkların kabul edilmediğini gösterecek güven sağlayacak adımlar olur.