Said Nursi’nin dilinden Nurşin
Günlük Risale-i Nuır dersi…
Bismillahirrahmanirrahim
“Bu hârika risâle, mühim bir "İ'lem"inde medenî mü'min ile medenî kâfirin sûret ve sîret ve zâhir ve bâtın farklarını gâyet beliğ bir tarzda beyân ediyor. Ve neticede bu farkı körlere de göstermek için diyor ki:
"Eğer istersen hayâlinle Nurşin karyesindeki Seydânın meclisine git, bak. Orada fukarâ kıyâfetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin.
Sonra Paris'e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam sûretini almışlar, ilâ âhir..." diyerek daha başka cihetteki farklarını "Lemeât" ve "Sünûhât"a havâle eder.” (Mesnevi-i Nuriye Fıhrist sh. 221)
Hem, o nahiyemiz olan Hizan kazasına tabi Isparta da, (Isparit) birden bire,
meşhur Seyda namında Şeyh Abdurrahman-ı Taği himmetiyle o kadar çok talebeler ve hocalar ve alimler çıktılar ki, bütün Kürdistan onlarla iftihar eder bir şekil aldığı zaman, içlerinde münazara-i ilmiye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniş bir daire-i ilim ve tarikat içinde öyle bir vaziyet hissediyordum ki, güya ru-yi zemini fethedecek bu hocalardır.
Eski meşhur ulema ve evliyalar ve allameler ve kutublar-onların medar-ı bahsi oldukça ben de dokuz on yaşındayken dinliyordum, kalbime geliyordu ki, bu talebeler, alimler, ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmışlar gibi vaziyet alıyorlardı. Bir talebenin bir parça ziyade zekaveti olsaydı, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münazarada, bir meselede birisi galebe çalsa büyük bir iftihar alırdı. Ben de hayret ediyordum, o hissiyat bende de vardı. Hatta tarikat şeyhleri ve dairelerinde medar-ı hayret bir müsabaka, hem nahiye, hem kaza, hem vilayetimizde vardı. O haletleri başka memleketlerde o derece göremedim.(Emirdağ L. Sh.49)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
RİSÂLE : Mektup, küçük kitap.
İ’LEM : Bil ki,
MÜ'MİN : Allah'a ve emirlerine îmân eden, inanan.
KÂFİR : Allah'ı ve İslâmiyeti inkâr eden, dinsiz.
SÛRET : Resim, şekil, görünüş; tarz, üslûp, cihet.
SÎRET : İç güzelliği. Kişinin iç dünyası.
ZÂHİR : Görünen, açık, dış yüz.
BÂTIN : İç, dâhilî, gizli, içyüz.
BELİĞ : belâgatlı söz; maksadı tam olarak, noksansız ve güzel bir üslûpla ifade eden söz.
BEYÂN : Açıklama; izah; anlatma.
KARYE : Kasaba, köy,
SEYDÂ : “Üstâdım ve efendim” mânâsında âlimler için kullanılan bir hitap şekli. Norşindeki büyük Zat, Şeyh Abdurrahmani Taği.
MELİK : Hükümdar, sultan. Mülk ve melekût sahibi.
MELÂİKE : Melekler.
KUDSİYE : Mukaddeslik, azizlik, temizlik, pâklık.
LİBAS : Elbise.
İFRİT : Cin tâifesinden çok zararlı, kötü ve korkunç bir cins.
HAVÂLE : Bir işi veya bir şeyi başka birisine bırakma, ısmarlama.
MÜNÂZARA-İ İLMİYE : İlmî sohbet ve tartışma.
HİMMET : Ciddî gayret, kalb ile gösterilen samîmi gayret.
GÜYÂ : Sanki.
RÛY-İ ZEMİN : Yeryüzü.
MEŞHUR : Ünlü, bilinen.
ULEMÂ : Alimler, bilginler.
EVLİYÂ : Çok ibâdet ederek ve günahlardan kaçarak mânen Allah'a yakın olan kimse; Allah dostu.
ÂLLÂME : Birçok ilimde ihtisas sahibi kimse.
KUTUB : Evliyalar içersinde zamanın en büyük mürşidi olmak.
MEDÂR-I BAHİS : Söz konusu.
FÜTÛHÂT : Fetihler, zaferler; İlâhî feyizler.
ZEKÂVET : Zekî oluş, keskin anlayış, kurnazlık.
MÜNÂZARA : Karşılıklı konuşma, tartışma.
İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme. Bröve,
HÂLET : Durum, hâl, vaziyet, keyfiyet.