Şairin Takvası ve Nurettin Durman
Hüseyin Karaca'nın yazısı...
Şairlere münhasır bir ülke olsa, bu ülkede Nurettin Durman –ki bundan sonraki satırlarda kendisinden Nurettin abi olarak bahsolunacak- nerede dururdu? Bunu tespit edebilmek için öncelikle şuarayı gözden geçirip, şairlik hallerine göre kabaca bir tasnif etmek lazım gelir sanırım. Bu durumda ben şöyle bir tablo tasvir ediyorum: Şair var; şairliği sadece “söz”ünde. Şair var; şairliği sadece pozunda. (Cem Yavuz, günümüz jargonuna da atıfta bulunarak “hologram suretinde boy gösteren şair” diyor böyleleri için.) Şair var; sözüyle de pozuyla da şair, lakin kalben inanmıyordur şiire. Şiir ülkesinin münafıkları diyelim biz bunlara. Ki en tehlikelisi de bunlardır. Dillerinde şiir vardır, şair görünürler fakat hakikatte iman etmemişlerdir şiire. Ve, şair vardır; sözünden ve pozundan da soysanız şairliğine halel gelmez. Bu, şiire karşı mütekamil bir iman halidir ve şairin takvasını gösterir. İşte, Nurettin abi böyle bir takvaya sahiptir.
Şiire olan bu iman ve sahip olduğu bu takva, başka alandaki bir imanın izdüşümüdür. Nedir o alan? Tabi ki din. Lafı hiç evirip çevirmeden, kendimizi de dahil ederek bir itirafta bulunalım. Hangimizin yazıp çizdiklerinde, şair oluşun o esrik halinden mütevellit, Şuara suresindeki o ince sınırı aşarak neredeyse isyana varan bir dize olsun bulunmuyor? Kimi zaman kaderi, kimi zaman imanın kılcal damarlarını aşındırabilecek, boyumuzdan büyük lafları hangimiz etmedik? Ya Nurettin abinin şiirlerinde? Önce hafızamı yokladım; bulamadım. Kitaplarına baktım satır satır; göremedim. Benim yaşımdan fazla süredir şiir yazan bir adam, anlık olsun bir gaflete, sarhoşluğa kapılmamış, takvasına halel getirmemiş! Çünkü şiire olan imanını, asıl imanının dairesi içinde tutmuş, tutmayı başarabilmiş.
“Şeytani söylemi dürtükleyen açılımların ruhsal olsun tensel olsun, azgınlığa ve sapkınlığa düşümü şiirin suçu değildir. Bu olsa olsa şairin kendini varsayma, egosunu yüceltme olgusu içindeki kişiliğinin bir tezahürüdür.”
Bir söyleşide ifade ettiği bu görüş, ‘sevabı varsa şiirden, günahı varsa benden (şairden)’ dercesine, şiire gösterdiği ihtimamı ve şaire yüklediği sorumluluğu gösteriyor.
Aslolanı başta söyleyince, gerisi lafı çoğaltmak gibi duracak ama tam da öyle değil. Şiiri üzerine söyleyeceklerimiz de bu aslı pekiştirecek unsurlar. Örneğin, bu şiirsel takvadır ki sadece şiirin sınırlarını değil konuyu, üslubu ve söyleyişi de belirliyor. Nurettin abinin şiirinde, zemine yayılmış bir hüzün olmakla birlikte hep bir umut vardır. Hayattan, trajik olandan kaynaklanan hüzün, inançtan kaynaklanan bir umutla dengelenmiştir. “Aşk / vurulmuş bir kuş / yüreği midir ki / içinde köz / kaynatıp durur.” diye başlayan Ötesi Açık Deniz şiiri, “nabzın atıyorsa bir de /yüzüne değiyorsa rüzgâr / aşk varsa bir zamanda / yaşamak üstüne / ne var ne yok söyle” diye umuda yaslanarak biter. Ki, şiirin ismi zaten ümitvardır.
Nurettin abinin Kayıp Zaman Atlası kitabında, uzun soluklu, toplumsal konuları mesele edinen, genel şiir veriminin dışında epik bir söyleyiş, farklı içerik ve kurgu sözkonusu olmasına rağmen, bu kitapta bile umuda kapı aralayan bir lirizm mevcuttur. Yani Nurettin abi tok sesli, kavgacı, tavır koyan bir şiir kuramıyor. Daha doğrusu, meselesi olan, toplumsala değen şiirlerinde bile bir derviş edası, hep bir hüsn-ü zan mevcut.
İçerik olarak çok zengindir Nurettin abinin şiiri. Hayatın küçük detaylarından varoluşa, tasavvufa uzanan geniş bir coğrafya gibidir. Bir şair bu kadar kuşatıcı olabiliyorsa, muhtemelen Hüseyin Akın’ın onun için söylediği gibi “yaşamsal heyacan”ındandır. Bu öyle bir heyecandır ki (Belki de Nurettin abi sözkonusu ise en çok bu heyecan üzerinde durmak lazım) konu çeşitliliği yanında biçem farklılıklarına da sık rastlarız onun şiirinde. Seni Beklerken Cancağızım Ben Böyle kitabında nesre değen bir tarz kullanan Nurettin abi, biçimsel denemelerde bulunmaktan çekinmez. Birçok genç şairden daha cesur, daha çalışkan ve mümbittir. Şiirlerinin yayımlanmaya başladığı tarihe bakarak yetmiş kuşağı şairi diyecekken, iki binlerdeki Nurettin abiye bakıp, pekala iki bin kuşağından da sayabilirsiniz onu. Yani Nurettin abiyi bir kuşağa raptedemezsiniz.
Şiir planındaki bu genç oluşun pozitif yönlerine sahip olan şairimiz, gençliğin nakısa ve gafletinden azadedir aynı zamanda. İmge sarhoşluğuna kapılmadan, sade, yalın bir dil kullanır şiirlerinde. Biçim farklılaşsa da şiirlerindeki bu sadelik daimdir. Meramımı tam olarak yansıtır mı bu ifade emin değilim ama, şiir yazmıyor; şiir söylüyordur sanki Nurettin abi. Hâl diliyle, hâle uygun bir türkü terennüm ediyordur. Şarkı, arya, sone değil de türkü demem, sadece betimleme olsun diye değil. Muradım yerlilik vurgusu. Çünkü dildeki yalınlığın bir kaynağı da bu. Şuuru bu topraklardan olduğu için şiiri de bu topraklara ait. Dini duyarlılığı önceleyen, geleneğe yaslanan, bu topraklara basan bir şairdir Nurettin abi ve şiiri de böyle bir şiirdir.
Şimdilerde Nurettin abi, yine düş çınarının altında yeni bir şiir düşlüyordur muhtemelen...