
Prof. Dr. Şadi EREN
Her kelam zahirine göre anlaşılmamalı
Bediüzzaman, belağat ilminde önemli bir esası şöyle nazara verir:
“Bir kelâmda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muahaze olunmaz.”[1]
Yani bir kelâmda, her fehme gelen şeyde o kelamın sahibi sorgulanmaz, sorumlu tutulmaz. Zira kelâmın sevkedildiği manadan başka mefhumlar, kelâm sahibinin bunu murat etmesi ile onun sorumluluğu altına girer. İrade etmediği manalardan dolayı o kimse sorumlu tutulmaz. Ama irade etmişse sorumludur. Mesela bazı kimseler hanımından bahsederken “bizim iç işleri bakanı” tabirini kullanır. Mesela kendisine hanımından telefon geldiğinde “iç işleri bakanı arıyor” der. Bunun mecaz olduğunu bilmeyen biri o kişiyi o esnada gerçekten de bakanının aradığını zannedebilir.
Bazı yörelerimizde misafiri uğurlamak, “misafiri savuşturmak” deyimiyle anlatılır. Bunu bilmeyen biri, ev sahibinin “Sen biraz bekle, ben misafirimi savuşturayım geleyim” ifadesini duyduğunda, hatırına “Her halde misafirini sevmiyor, onu başından savmak istiyor” manası gelebilir. Hâlbuki bu deyimin yöresel kullanımında böyle bir mana yoktur.
KELAMI DEĞERLENDİRMEDE ÖNEMLİ BİR ESAS: MAKSAT
Anlatılır ki, birisinin lakabı “ördek” imiş. Bir gün onun bulunduğu yerde, birisi “Bugün hava bulutlu” demiş. “Ördek” lakaplı kişi buna dönerek “Sen bana ördek dedin!” demiş, özür dilemesini istemiş. Muhatabı “Ne alakası var? Ben sadece ‘Bugün hava bulutlu’ dedim” deyince, adam şöyle söylemiş: “Hava bulutlu olunca yağmur yağar, yerde sular toplanır. O sularda da ördekler yüzer!”
Beyan ilminde nazara verildiği gibi, kelamın doğru veya yanlışlığı, söyleyenin kast ve garazının arkasında gider. Bu durumda kelâmın ne maksatla söylendiği ve sevk edildiği yönündeki sorgulama ve tenkit mütekellime ait olur. Üstteki örnek üzerinden gidersek “Bugün hava bulutlu” cümlesi birine tariz olarak söylenmemişse söyleyeni bununla hesaba çekemeyiz, “Sen aslında hakaret ettin” diyemeyiz.
“Ördek” olayının bir benzeri Diyarbakır’da yaşanmıştı. Ulu Cami imamı Hafız Ali 1980’li yılların sonlarında Cuma hutbesinde Bediüzzaman’ın şu cümlesine de yer verir:
“Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.”[2]
Bazıları ilgili ibarede geçen arı kelimesini o zaman iktidar partisine bir medhiye gibi kabul ederek şikâyetçi olmuşlardı.
KELAMDA İKİNCİ ANLAMLAR
Kelâmın asıl manası yanında bir de müstetbeâtü’t-terâkib denilen işaretleri vardır.
Müstetbeâtü’t-terâkib: Çağrışımlar, ikinci derecedeki anlam ve kasıtlar, bir sözden çıkarılan yan anlamlardır. Mesela, "Artık orak ve çekiçle bir yere varamayız" diyen biri, bununla teknolojiye ayak uydurmanın lüzumunu ifade ettiği gibi, sembolü orak ve çekiç olan komünizm devrinin bittiğine de işaret edebilir.
Kelamda ikinci mana bazan telvih yoluyla olur. Telvih: “Açıklamak, işaret etmek” demektir. Kinayenin bir çeşididir. Eğer kinayede manalar arasındaki vasıtalar çok olursa buna telvih denir. Mesela, “adamın külünün çok olması” cömertliğinden kinayedir. Çünkü kül, çok odun yakmaya; bu, çok yemek pişirildiğine; bu da çok misafiri olup onları cömertçe ağırladığına işaret eder.
İkinci manaları murat etmede mananın sureti son derece önemlidir. Mana; isim cümlesi, fiil cümlesi, mecaz, kinaye, tariz, tevriye gibi çeşitli şekillerde ifade edilebilir. Bunların her birinin kendine has özellikleri vardır. Konu içinde bunlardan biriyle ifade edilmesi, özel anlamları da beraberinde getirir. Mesela, “Ben yalancıları sevmem” dediğimizde, genel bir durumu ifade etmenin ötesinde, tariz yoluyla muhatabımıza yalancı olduğunu hissettirmek manası da kastedilebilir.
İkinci manaları murat etmede ifade tarzı da özel bir yere sahiptir. “İfade tarzı” üslûp demektir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, herkesin kendine has bir anlatım tarzı da vardır. Muhatabının üslûbuna aşina olan kimse, onun ifadelerinin satır aralarında başkalarının göremediklerini görür, hissedemediklerini hisseder. Mesela, mafya dilinde “temizlik yapmak” öldürmek anlamına gelebilir. O dili bilmeyen biri, böyle bir ifadeyi duyduğunda başka mana anlarken, üslûba aşina olan biri sarih kelâm gibi bundan muradın ne olduğunu bilir.
Bazı ifadelerin zahiri yanlış anlamaya müsaittir. Böyle ifadeler hemen ilk anlamına göre değerlendirilmez ve değerlendirilmemelidir. Ama bunu bilmeyen kimse, hemen ilk hatırına gelen manayı esas alır, yanlış anlamış olur. Mesela çok cimri biri hakkında “Maşaallah, Hatem-i Tai gibi” denildiğinde, aslında bu kişiyle inceden inceye bir alay söz konusudur. Ama bazıları bunu medih zannedebilir. Hatem-i Tai, İslâm öncesinde yaşamış ve cömertliğiyle dillere destan olmuş biridir. Araplarda cömertliğin rol modeli durumundadır. Hazreti Peygambere yetişmemiş olmakla beraber onun senasına mazhar olmuştur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.