Ahmet AY
Şefkat aczin empatisidir
"İnsan azgınlaşır, kendisini ihtiyaçtan uzak görürse."
(Alâk sûresi, 6-7)
Acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolunu Bediüzzaman dört hatve olarak tarif ediyor. "Şu tarik, hafî tarikler misillü, 'letâif-i aşere' gibi on hatve değil; ve tarik-i cehriye gibi 'nüfus-u seb'a' yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki dört hatveden ibarettir." Hatve sözlükte 'adım' karşılığını alıyor. Tasavvufta 'mertebe' anlamına da geliyor. Bir terimsel karşılığı da askerlikte var. "Mermi çekirdeğinin kendi ekseni etrafında bir turu esnasında namluda aldığı yol..."
Belki başka ilimlerde, başka terminolojik karşılıkları da vardır, bilmiyorum. Benim bütün bu tanımlamalar altında dikkatinizi çekmek istediğim ise şu: Farkettiyseniz mezkûr tanımların hiçbirisi 'adacık' tarifleri içermiyor. Yani acz, fakr, şefkat ve tefekkür birbirinden ayrı yapılması gereken dört görev gibi değil. Bağımsız bölmeler değil. Birbirini tamamlayan ve ancak tamamlandıkça mesafe alınan bir yol gibi. Her birisi bir adım ve dört adımın tamamlanmasından sonra Bediüzzaman'ın insan-ı kamile ulaşmak noktasında almamızı salık verdiği mesafeyi aşmış oluyorsunuz. Namludan çıkmayı başarıyorsunuz.
Bir keresinde katıldığım bir Risale dersinde şöyle birşey söylenmişti: "Aczini bileceksin. Fakrını göreceksin. Şefkat edeceksin. Tefekkür edeceksin. Risale-i Nur mesleğinde Allah'ın rızasına bu dört yolla gidilir." Ben buna katılamadım. Çünkü bu dördünün parçalı olarak düşünülmesi yanlış gibi geldi. Ben olsam şöyle derdim: "Aczini bileceksin, onunla (aczinle) fakrını göreceksin, onlarla (aczinle ve fakrınla) şefkat edeceksin, onlarla (aczin, fakrın ve şefkatinle) tefekkür edeceksin." Yani arada nokta değil virgül olmalıydı. Bir bütünün parçaları olduklarını hissettirmek lazımdı.
Hem Bediüzzaman bu hatvelerin ayrı yollar olduğunu düşünse herhalde 'adım' değil 'yol' demeyi tercih ederdi. 'Hatve' değil de 'tarik' derdi onlara. Biraz daha somutlaştırmaya çalışayım: Benim kanaatime göre bu dördü birbirinden bağımsız yapılabilecek şeyler değildir. Özellikle de acz ve fakrın şuurunda olunmadan şefkat edebilmek mümkün değildir. Şefkat, aczin ve fakrın empatisidir. Kendi acziyetini ve ihtiyaçlarının çokluğunu gören insan ancak, kendisinde olan bu şeylerle, bir diğerinin aczini ve fakrını anlayabilir.
Zaten ancak duygularımızdır birbirimize uzanan kollarımız. İnsan içindeki tecrübelerle ancak (ki tecrübe bir yönüyle daha önce yaşanmış duyguların yığınıdır) başkasına doğru uzanır. Başkasını bilir. Başkasını anlar. Başkasının ne hissedeceğini tahmin eder. Kendisi daha önce benzer bir meselede birşeyler hissetmiştir çünkü. O birşeylerin sizde de olabileceğini düşünür. Aksi takdirde her insanın Kaptan Spark gibi ilgisiz davrandığı bir dünyaya uyanırız. Tefekkürümüz de onun Uzay Yolu serisinde sık sık ortaya koyduğu örneklerdeki gibi olur. Yani şefkatsiz olur. En yakın arkadaşlarımız bile, mantıklı bir seçim gibi göründüğünde, hayatlarından vazgeçmeyeceğimizden emin olamazlar. (Serinin son filmi Into Darkness'ı izleyenler ilgili diyaloğu hatırlarlar.)
Aczini görmeyen bir insan, yani kudretinin yokluğunu anlamayan bir insan, sahadaki varlığının devamı için gerekli olan şeylerin, yani kudret gerektiren şeylerin, aslında birer ihtiyaç olduğunu anlayamaz. İhtiyacın idraki ancak aczin idrakiyle olur. Güçsüzlüğünü bilmeyen Karun gibidir. "Bu bana ilmimle verildi" der. Yaşamak bir işgal hareketidir artık. Kazandığı ve galibiyetleriyle elde ettiği şeyler onun için varlığını arttırmadır. Hakedilmiş bir arttırmadır. Hiçkimsenin ondan birşey eksiltmeye hakkı yoktur. O bu noktaya hakettiği için gelmiştir. Bu nedenle ona verilen herşey haketmişin zaferidir. Vazgeçtiği herşey 'öyle olması gereken' değil 'fedakârlığı'dır. İhtiyacı falan değildir. Aczini bilmeyen hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını sanır. Bu da ufaktan ufaktan bir 'ilahlık iddiası'dır.
Aczini bildikten sonra varlığının devamının kendi elinde olmadığı anlar. 'Zaten öyle olması gerekenler' birer ihtiyaca dönüşür. Ve bu ihtiyaç bilgisi ile âleme uzanmaya başlar. Sevgiye muhtaç olduğu gibi (acz) seveceklere de muhtaçtır (fakr). Sevmeye muhtaç olduğu gibi (acz) sevileceklere de muhtaçtır (fakr). Uzanmak ihtiyaçtandır. Muhtaç insan ihtiyaç duyduğu âlemle ilişki içine girmek zorundadır. Mecburen fildişi kulelerinden iner. Bencillik saraylarını terkeder. Artık mahlukattan herhangi birisidir. Bütünün parçasıdır. Bütünün kendisi değildir. Onlardan alır ve onlara verir. Bu noktadan itibaren onlarla ilişkisini 'şefkat' belirler. Zira onlar da en az kendisi kadar aciz ve fakirlerdir. Yemek verilmezse kendisi kadar aç kalırlar. Şefkat bekleyen şefkat de gösterir.
Bir yavru kedinin iç sızlatan miyavlamalarına dayanamayıp onu evine götüren çocuk aslında kendi açlığı içinde onun açlığına giden bir yol bulmuştur. Onun ne hissettiğini kendi aczi ve fakrıyla anlamıştır. İhtiyaçlar bu yönüyle birer bilme şeklidir aslında. Her ihtiyaç bir biliştir. Şefkat böylesi bir bilmeye de yardım eder. Empatik bir bilişi tetikler.
Şefkat en özünde 'şefkat ettiğinin devamını istemek'tir. Aczi ve fakrı ekseninde bir bütünün parçası olduğunu ve hayatının devamı için bütündeki herşeye muhtaç olduğunu farkeden insan, bütüne şefkat eder, çünkü onun devamı kendisinin de devamıdır. En azından hürmetine yaratıldıkları ortak hakikatin tecellisinin devamıdır. Bazen, şefkati o noktaya ulaşır ki, kendi varlığından onun varlığı adına vazgeçer. "Hattâ, valideliğin en basit ve en ednâ derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir lem'asıyla, yavrusunu müdafaa için ite atılır, arslana saldırır." O varlık sahnesinde kendisinden daha çok kalacaktır çünkü. Esma'nın hakikatini daha uzun yıllar yansıtacaktır.
Ve tefekkür. Tefekkür de ancak böyle bir bakışın ve ilişkinin sonucudur. Eşyaya ihtiyaç duymayan ve kendindeki aczi farketmeyen neden tefekkür etsin? Neden Allah'a ulaşmaya çalışsın? Yarası olmayan neden deva arasın? Yarasını hissetmeyenin tefekkürü, elbette Allah'a ulaşmak için değil, kendi ilahçıklığını sağlamlaştırmak için olacaktır. Kendi ekseni etrafında dönmeyen dünyaya düşmandır bencil. Onun ekseni etrafında dönmeyen onu karamsarlaştırır. Canını sıkar. Vücudu yok olmalıdır. Tefekkürü zehir olur da âlemi mahveder. Ürettiği teknoloji de âleme zarar verir, fikir de... "Nazarında pek fena bir memlekete düşer..." Fena olana fenalık yapmak birşeyi değiştirmez ve haktır da. Tefekkürün sıhhatı şefkattedir. Şefkat etmeyenin dehasından ve o dehadan çıkacak zulümden korkulur. Hak vermez, anlamaya çalışmaz, çünkü şefkat etmez.
İşte, bu sebepten ben, bu dört hatvenin birbirinden bağımsız yollar gibi görülüp tahrip edilmesine karşıyım. Bunlar birbirlerinin parçası, birbirini tamamlayan ve birbirlerini tetikleyen şeyler. Üstelik birisinin faydası ancak diğerinin sıhhatiyle. Bu kadar şey yazıp vaktinizi de bu yüzden aldım. Namludan çıkıncaya kadar kendi etrafımızda dört kez dönmeliyiz. Onlar, ayrı yollar değil, aynı yolu tamamlayan birer hatve. İnsan-ı kamil biriyle değil hepsiyle oluyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.