Sekeratta imanını kurtaran kırkta bir mi yoksa yüzde doksan dokuz mu?-5

Nail Yılmaz

Bediüzzaman’da ihtimal hesabı:

’’Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir."[1]

‘Yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evham’ ise, acaba ehl-i iman ve taat için, binde bir ihtimal olan “sû-i hatime” den havf etmenin sizce adı ne olabilir?

Hz Üstadın yukarıda ehl-i imanı hüsn-ü hâtimeye müjdelediği ve ehl-i tuğyan ve isayanı cehennem ile inzar ettiği beyanları sadece kendi şahsî görüş düşünce ve kanaatlarıyla sınırlı değildir.

Çünkü ehl-i imanı hüsn-ü hâtimeyle müjdelediği ve ehl-i tuğyan ve isyanı cehennem ile inzar ettiği beyanlarını mutlaka kitap, sünnet ve icmaya istinad ettirmiştir. Mesela:

  • Ellerinde nişane-i tasdik olan hadsiz mu'cizeler bulunan yüzyirmidört bin peygamberler,
  • Ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşf ile zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmidört milyondan ziyade evliyalar,
  • Ve o iki kısım meşahir-i insaniyenin haberlerini aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette isbat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler,
  • Ve o müçtehidler ve sıddıkînler; bil'icma', mütevatiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-ı azîme
  • Ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âlî heyetlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinlemeyenleri yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ile korkutmuş.
  • Ehl-i iman ve taati ise saadet-i ebediye ile yüzde doksandokuz ihtimali kat’i tebşir etmiştir.[2]

Acaba sekeratta “Hüsn-ü hatime’’ ile gitmek için, ’’İman-ı tahkikinin’’elde edilmesi mi? Yoksa ‘farzları yapmak ve kebairi terketmek mi’ daha önceliklidir?

Bediüzzaman Hazretleri dördüncü meselede: “Bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekilerin (ise) kaybettiklerini[3] nakleder.

Nur talebelerinin bir kısmı bu metni izah ederken, sekaratta imanı kurtarmaya vesile olan sadece ‘tahkik-i iman olduğunu bunun da yegâne çaresinin ilm-i kelam metoduyla veya Risale-i Nur meşrebiyle mümkün olduğunu söyleyerek Allah’ın geniş rahmetini daraltıyorlar.

Hâlbuki Hz. Üstad yukarı sahifelerde de nakledildiği gibi, iman-ı tahkikiyi elde etmeyi sadece ilm-i kelam metoduyla veya Risale-i Nur meşrebiyle sınırlamıyor. Bin yıllık kadim tarihimizde mühim bir yeri olan irfanî gelenekler ile de iman-ı tahkikînin elde edileceğini söylüyor. Mesela bunlardan:

Birincisi: ‘’İman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.’’ [4] Bu ehass-ı havas ise İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî ve Abdülkadir-i Geylanî gibi zatlardır.[5]

İkincisi: Bazı ehl-i velayet de amel, ibadet, sülük, riyazet ve müşahede ile ‘hakaik-i imaniyeye’ çıkmışlar veya hakaik-i imaniyeyi’ bu irfanî usuller ile elde etmişler.[6]

‘’Bazı ehl-i velayetin amel, ibadet, sülük, riyazet ve müşahede ile ‘hakaik-i imaniyeye’’ nasıl çıktıkları, Mesnev-i Nuriye’de şöyle izah edilir:

İrfanî mektebin iki büyük kolundan birisi olan Nakşibendîler, zikr-i hafîyle (gizli zikir ile) kalbi feth edip, Allah Allah zikrinin şua ve hararetiyle, Enaniyet mikrobunu yakıp delerek öldürmeğe muvaffak olmuşlardır.

İrfan mektebin İkinci büyük kolu olan Kadirîler ise ‘’zikr-i cehrî (sesli zikir) sayesinde tabiat tağutlarını tar ü mar ederler.’’[7] İrfan mektebinin bu iki büyük koluna mensup olan sûfiler, ‘zikr-i hafî‘ ve ’zikr-i cehrî ile nefsin enfüsî ve afakî olan putlarını kırarak, ‘eneyi yırtıp, hüveye ulaşarak,[8] ‘hakaik-i imaniyeyi’ elde etmişler.

Bu tespitlere göre; ‘iman-ı tahkikînin’ veya ‘hakaik-i imaniyenin’ irfanî yollar ile de elde edilerek, hüsn-ü hatime ile ahirete gidilebileceği anlaşılıyor.

Ayrıca "Âhirzamanda, ihtiyare kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikadlarına tâbi' olunuz."[9] Hadîs-i şerif-i ile

İşarat-ül İ'caz da geçen ; ‘’ Âmi bir adama, bu âlem bütün cihetleriyle, eczasıyla kudretinde, tasarrufunda bulunan Sâni'in yarattığı bu âlemin bir cihetinde olup olmadığı gibi bir sorgu yapıldığı zaman, "Hiçbir cihetinde değildir!" dese kâfidir. Çünki nefiy cihetinin, yani Sâni'siz olamayacağının onun vicdanında sabit olduğuna delalet eder ’[10] cümlelerinden ‘taklidî’ ve ‘icmalî’ imanında makbul iman olduğu görülüyor.

Çünkü en başta ‘’Ebu Hanife, Süfyan-i Sevri", Malik, Evzai, bütün fukaha ve hadis âlimleri mukallidin imanı sahihtir, fakat istidlalı terketmesi sebebiyle günahkârdır demişlerdir.’’[11]

Fakat burada asıl mesele Hz. Üstadın yukarı sahifelerde naklettiğimiz vefat eden eden her ehl-i imandan ‘yüzde doksan dokuz kişini mutlaka kazanır cümlesinin hemen yanına, kazanmanın ön şartı olarak, iman-ı tahkikî şartı ve kaydı’ koymasında, gerçek hayattaki sayısal değerler ve fiilî durum açısıdan zahîren bir müşkilat var gibi görünüyor.

Çünkü Nev'-i beşerin hiçbir zaman kahir ekseriyetinin ehl-î tahkik olmadığının nazara verildiği Mektubatta geçen bir cümlede, ‘’Nev'-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler ’’[12] cümlesindeki esaslar muvacehesinden bakıldığı zaman;

’Nev'-i beşerin ekserisi avam’’[13] olduğu ve ‘’yüzde sekseni ehl-i tahkik’’ olmadığı için ‘iman-ı tahkikiyi’ ekseriyetin elde etmesi, sebepler tahtında pek mümkün görünmüyor.

Buna göre en iyimser yaklaşımla ehl-i tahkîk yüzde yirmi, diğerleri yüzde seksene tekabül etmesinden hareketle bu açığın nasıl kapatılacağı, doğrusu merak edilen bir meseledir.

Yani bu tabloya göre ahirete, “hüsn-ü hatime’’ ile gitmek için ‘iman-ı tahkiki şartı ve kaydı’ olduğundan, en iyimser yaklaşımla ehl-i tahkikin yüzde yirmi civarında olduğu bir toplumdan nasıl ‘’yüzde doksan dokuz kişi’’ “hüsn-ü hatime’’ ile ahirete gidebilir sorusu önümüze gelmektedir?

Bu sorunun cevabını ararken Hz. Üstadın bu içtihadının ilk defa 1936 yılında te’lif ettiği Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserinde yer aldığını gördük. Kabre iman ile girebilme esaslarından birisi olan, ‘tahkik-i imanın’ tahlilinin yapıldığı bu mektupta Bediüzzaman:

‘’İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi (tahkikî iman) ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor ’’[14] demişti.

Çok farklı cihetlerden okunabilecek bu mektupta nazara verilmek istenen ana mesajlar özetle şunlar olsa gerek:

  • İcmali imandan, tafsili ve tahkiki iman mertebelerine terakki edildikçe daha o imanın asla sarsılmayacağı ve yok edilemeyeceğine ehl-i keşf ve tahkikin hükmetmeleri.
  • Hatta insanın en zayıf olduğu son nefeste bile şeytanın şüphelerine böyle bir ‘tahkik-i iman’ sahibinin dayanıp mağlup olmadığı ve olmayacağı.
  • Çünkü sekaratta şeytan, imanın akıl seviyesindeki bir suretine veya sıfatına bir takım şüpheler ve vesveseler verebileceği.
  • Hâlbuki şeytan, sadece akıldaki imanın bir suretine veya sıfatına verdiği veya verebileceği şüpheler ile o iman sarsılsa veya akıldaki sureti yok olsa bile; tahkiki iman hem kalbe, hem ruha, hem sırra ve hem latifelere öyle sirayet eder ve öyle kökleşir ki, şeytanın eli o yerlere yetişemediği için; öylelerin imanı zevalden mahfuz kaldığı belirtilmişti.

Hz. Üstad bu metinde sekarattaki bir imanın mahfuz kalabilmesi için mutlaka ‘tahkik-i imanın’ şart olduğunu veya olmazsa olmaz olduğunu çok açık ve net bir şekilde söylemiyor.

Sekaratta şeytanın akla verdiği vesvese ve şüphelere maruz kalan bir imanın analitik bir tahlilini yapıyor. Bunu yaparken de ‘tahkik-i imanın’ ehemmiyetine çok tahşidat ve vurgu yapıyor. Biz bu tahşidattan ve vurgudan hareketle, sekaratta bir ‘imanın mahfuz kalabilmesi’ için mutlaka ‘ tahkiki ’ olması lazım diye anlıyor ve bu bölümün ana temasını bu telakki üzerine bina ediyoruz.

Fakat bazıları bu yoruma katılmayarak Hz. Üstadın burada sadece analitik bir tahlil yaptığını, ‘mahfuz bir iman için tahkik-i iman’ şartı gibi bağlayıcı bir mananın olmadığı şeklinde anlıyor ve düşünüyorlar.

Biz bu ikinci görüşe saygı duymakla beraber yine birinci görüşü tercih ediyor ve onun üzerinden müzakeremize devam ediyoruz.

1936 yılında te’lif edilen Sikke-i Tasdik-i Gaybi de yer alan bir mektupta, ahirete “hüsn-ü hatime’’ ile gitmek için, iman-ı tahkîkiyi elde etme, şartı ve kaydının’ olduğu fetvanın sınırları, biraz daha genişletilerek, verilen yeni bir fetvanın 1940 lı yıllarda te’lif edilen Kastamonu Lahikasında, yer aldığını görüyoruz. Şöyle ki:

1936 yılında te’lif edilen Sikke-i Tasdik-i Gaybi de verilen fetvaya göre; ahirete, “hüsn-ü hatime’’ ile gitmek için:

  • Ya Ehass-ı havassa mahsus olan iman-ı şuhudî ile
  • Veya bazı ehl-i velayet gibi amel, ibadet, sülük ve riyazet ile
  • Veyahut da Kur an-î ve bürhanî olan, aklî ve naklî deliller giden ile ilm-î kelam ve Risale-i Nur mesleği ile mümkün olabileceği söylenmişti.

Fakat her üç meslek ve meşrep için, iman-ı tahkikîyi elde etme şartı ve kaydı’ vardı.

Devam edecek

  1. Mektubat (415)
  1. Şualar (96)
  1. Şualar (203)
  1. Sikke-i Tasdik-i Gaybi (29)
  1. Sözler (689)
  1. Emirdağ Lahikası-1 (91)
  1. Mesnevi-i Nuriye (103)
  1. Sözler (359)
  1. Kastamonu Lahikası (124)
  1. İşarat-ül İ'caz (42)
  1. NÛREDDiN ES-SABUNi - MATÜRiDiYYE AKAiDi..Terc Bekir TOPALOGLU. Diyanet işleri başkanlığı yay. Sh. 181
  1. Mektubat (370)
  1. İşarat-ül İ'caz (115)
  1. Kastamonu Lahikası (

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum