Sekine sandığından doğacak medeniyet-3

Ferdun, Hayyun, Kayyûmun, Hakemun, Adlun, Kuddûsün esmâ-yı âzamının bizzat İmam-ı Ali (R.A) tarafından üstâdımıza ve Risale-i Nur Talebelerine ders verildiğini biliyoruz. Hz. Ali (R.A), sekine dersini Kaside-i Celcelutiyesinde Hz. Üstâd’a hitaben şöyle talim eder: Kendini Sekîne ile dua edip muhafazaya çalış!”

 

Büyük Cevşende geçen sekine duasının başında bu duanın faziletleri anlatılırken, sekinenin bizzat Cebrail tarafından Hz. Ali’ye getirildiği de belirtilir. Elbette bu durum bazı münekkitlerin iddia ettiği gibi Hz. Ali’ye vahiy indirildiği anlamına gelmez. Zira İsm-i Âzam, zaten pek çok Peygambere vahy edilmiş bir hakikatti. Hatta Kur’ân-ı Kerim’de de bu 6 ism-i âzamı talim eden pek çok ayet vardır. O halde Hz. Ali’ye Cebrail’in sekineyi getirmesi şu anlama gelir: Zaten Cebrail (A.S) tarafından daha önce vahy edilmiş bu hakikati Hz. Ali de velayet-i kübrâsının nuruyla keşfetmiştir.

 

Cebrail (A.S)’ın sadece vahiyle değil, ilhamatın bütün nevileriyle de görevli bir melek olduğunu hatırlarsak, İmam Ali’nin böyle bir velayet ilhamıyla Sekine’yi öğrendiğini ya da Hz. Cebrail’in başka bir yerde zaten yazılı olan bu duayı İmam Ali’ye Allah’ın bir ikramı olarak getirdiğini düşünebiliriz. Geliş keyfiyeti nasıl olursa olsun, sekinenin yani ism-i âzamın bizim için oldukça önemli olduğu açıktır. Okumamız, uymamız ve tatbik etmemiz için bize verilmiş bir hakikattir sekine. Üstâd Hazretleri, pek çok virdini, münacatını değiştirdiği, bazen kısalttığı halde “Sekine” duasını her gün hiçbir şekilde terk etmeden okumaya, tefekkür etmeye devam etmiştir. Zaten Risale-i Nurlar ve bilhassa da 30. Lema böyle bir derin tefekkürün meyvesi değil midir?

 

Bediüzzaman Hazretleri bugünlerde okullarımızda seçmeli ders olarak okutulması kararlaştırılan mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in ism-i âzamla irtibatını İşaret’ül İcaz adlı eserde şöyle açıklar: Kur’ân, Arş-ı âzamdan, İsm-i âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân, bütün alemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelamıdır, hem bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır… Hem İsm-i âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı âzamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir.

 

Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim dahi ism-i âzamın muhitinden nüzul etmiş, ism-i âzamdan ve her ismin yüksek mertebesinden gelmiştir. Zaten Rabbimizin isimlerini ve kâinattaki tecellilerini de bizlere en önce talim eden Kur’ân-ı Azimüşşan değil midir? Elbette ki kainattaki esmâ-yı Hüsnâ tecellilerini sadece ism-i âzamla sınırlamak imkansızdır. Tecelli kaynağı olan zat-ı vacibul vücud sonsuz olduğuna göre elbette onun tecellileri de her hangi bir kayıda gelmeden hadsiz ve nihayetsiz bir şekilde devam edip gider. Bu nedenle O’nun her bir isminin dahi birer ism-i âzam mertebesi vardır.

 

Mesela gözde pek çok isim tecelli eder. Ancak “Basir” ismi orada ism-i âzamdır. Ya da kulakların yaratılmasında “Semi” ismi baskındır ve oradaki ism-i âzam da odur. Ancak bütün o isimler mazhâriyete göre tecelli ederler. İnsanların üzerinde de esmâ-yı hüsnânın tecellileri çeşit çeşit olabilir. Evliyaların her birinde farklı bir ism-i âzam tezâhür ederken, Peygamberlerde ism-i âzam hakikatinin mazhâriyet sırrına göre farklı farklı yansıdığını görürüz. Bediüzzaman Hazretleri 24. Söz’de bu çeşitliliği şöyle anlatır:

 

“Çendan (gerçi) insan bütün esmâya mahzardır. Fakat kâinatın tenevvüünü (türlere ve çeşitlere ayrılmasını) ve melâikenin ihtilaf-ı ibadâtını (ibâdetlerinin farklılığını) intaç eden (gerektiren) tenevvü-i esmâ (isimlerin farklılığı), insanların dahi tenevvüüne (farklılığına) medar (sebep) olmuştur. Enbiyânın (Peygamberlerin) ayrı ayrı şeriatları, evliyanın başka başka tarikatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neşet etmiştir (ileri gelmiştir). Mesela İsâ aleyhisselam sâir esmâ (isimler) ile beraber, Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedüd ismi, ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.”

İsm-i Âzam sırlarının şifrelerini çözen Otuzuncu Lema’da geçen şu ibareler ise meselemiz açısından oldukça manidardır: “İsm-i Âzam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı olur. Meselâ İmam-ı Ali Radıyallahü Anh hakkında; ‘Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs’ altı isimdir.  İmam-ı Âzam Radıyallahü Anh’ın İsm-i Âzamı: ‘Hakem, Adl’ iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam’ın İsm-i Âzamı, ‘Ya Hayy!’dır. Ve İmam-ı Rabbanî’nin İsm-i Âzamı ‘Kayyûm’ ve hâkeza. Pek çok zatlar daha başka isimleri, İsm-i Âzam görmüşlerdir.”

 

Görüldüğü gibi her dönemde, meşrepte ve şahısta farklı bir ism-i âzam baskın olarak tecelli edebilmektedir. İmam Ali efendimizde ise 6 ism-i âzam birden tecelli etmiştir. Şah-ı velayet ve ehl-i beytin merkezi olarak “ferdiyeti”, maddi manevi nezafete verdiği önemle ve Rabbimizi en muhteşem şekilde Celcelutiye gibi münacatlarında takdis etmesiyle “Kuddûsiyeti”, ilmin kapısı olması cihetiyle “hakemiyeti” ve diğer pek çok özelliğiyle de diğer ism-i âzamın yansımalarını en âzametli bir şekilde göstermiştir.

 

Hz. Ali son asırda gelecek olan müridi Bediüzzaman Hazretlerinin de 6 ism-i âzamı yansıtmasını istemiştir. Bediüzzaman ömrü boyunca ism-i âzamı zikrederek, tefekkür ederek, şerh ederek, tatbik ederek Hz. Ali’nin bu emrine ruh-u canıyla uymuştur. Bu gerçek de bize gösteriyor ki, son asırda inşa edeceğimiz medeniyet, ism-i âzamın 6 ismine birden dayanacaktır. Önceki zamanlarda da ism-i âzamın pek çok nurları elbette yansıtılmıştır ama sadece asr-ı saadet döneminde tamamı tecelli edebilmiştir. Bu son dönemde ise 6 ismin tamamı birden şu asrın yüzünde, beşeriyet ayinesinde yansıtılacaktır. “Kuddûsiyet” tecellisinin gereği olarak maddi ve manevi temizliğe âzami önem verilecektir. Öncelikle akıllar, vicdanlar, ruhlar tathir edilecektir. Ardından maddi nezafetin numuneleri beşerin ayinesinde parıldayacaktır.

 

Peygamberler şehri Kudüs, alemin yüzünde yeniden parıl parıl parlayacaktır. Mukaddes olan her şey takdis edilecek, baş üstünde tutulacaktır. “Kudsîlerin bayrakları beraberindedir” hakikati, ahirzamanın yüzünde de son bir parıldamayla bir kere daha tezâhür edecektir. Sahabelerin sohbet-i nebevideki insibağla boyanmaları gibi, tabiin ya da tebe-i tabiin zamanında mergup metaın Kuran ve İslam olması sırrıyla küçücük çocuklar bile kısa bir sürede müctehid makamına çıkabiliyorlardı. Bu son dönemde de kuddûsiyetin kapsamlı tecellisi neticesinde adeta sahabe dönemindeki gibi şeffaf ve temiz bir ortam oluşacak. Kuddûs ismini yansıtan böyle bir dünyada temizlenmiş olan velayet-i kübra makamındaki ruhlar ve vicdanlar, gerçek adaleti yani adalet-i mahzayı yeryüzünde yerleştirmek için hukuk sistemlerinin bozulmuş bütün kurallarını tadil edip hakkın sesini yükseltecekler. Medeniyetimiz, adil yüzünü göstermeye başladığında, insanlığın adalet talepleri karşısında sessizliğe bürünen AB, NATO, BM gibi uluslararası kuruluşların yerini Gerçek Adalet’e yani gücün değil hakkın üstünlüğüne dayanan adil birliktelikler ve kuruluşlar alacaktır. Medeniyetimizin mahkemeleri de sadece ve sadece adalet-i mahzaya istinad edeceklerdir.  

İsm-i Hakem’in sırrıyla medeniyetimiz menfi felsefeye değil, müspet felsefeye yani Lokmanvari bir “hikmete” dayanacaktır. İlmin kapısı olan İmam Ali’nin izinden gidecek medeniyetimiz Kur’âni ve imani bir hikmeti bütün dünyaya yayacaktır. Bütün ilimlerin üssül esasının İman-ı Billah olduğunu haykıran hikmetimiz, bilim dallarında marifetullah boyutlu bir derinliği beşere hediye edecektir. Şu son yüz yıllarda bilimin uğradığı anlam bozulması düzeltilecek, bilim dallarının Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren mana-yı harfi yönü medeniyetimizin ulaştığı her alanda yaygınlaşacaktır.

 

Seküler, ateist, tesadüfçü, positivist ve Darwinci yorumlara mahkum edilen bilim dalları, imani ve Kur’âni hikmetin tezgahında yeniden düzenlenecekler, tevhidi ve Kur’âni bir anlayışla birleşip toparlanacaklardır. Medeniyetimizin inşası nasıl sanatın, mimarinin yeniden inşası anlamına geliyorsa, aynı zaman da bilimin de yeniden inşası anlamına gelir. Sözde bir objektiflik illüzyonuyla, her fırsatta Allah’ın ve maneviyatın varlığına muhalif olan bugünkü bilimsellik aldatmacası da, ism-i hakemin sırrıyla hakiki ilme, irfana, hikmete yani gerçek bilime inkılap edecektir. Bugünkü menfi bilimin Anglo-Sakson kültür ve medeniyetini kutsayan asabiyetçi yapısının yerini de, Allah’ı ve onun en kapsamlı ayinesi olan insanı merkeze alan adil bir hikmet anlayışı alacaktır.   

 

Kuddûs, Adl, Hakem isimlerinin bütün dünyayı kuşatacak bir ahenkte tezâhür etmesi de ancak “Ferd” isminin tecellisiyle mümkün olabilecektir. İnsanlığın bugüne kadar şahit olmadığı bir genişlikte ve muazzamlıkta inşa edilecek olan Dünya Birliği, doğrudan doğruya “Ferdiyet” hakikatine istinad edecektir. Bütün dünyada maddi manevi temizliği, adalet-i mahzayı, hakiki hikmeti hakim kılabilmenin yegane yolu Ferd ismine dayanan “ittihadı” gerçekleştirebilmektir. Buna da ancak “ferd-i ferid” makamındaki Risale-i Nur hareketi muvaffak olabilir. Böylece Rabbimiz, ehadiyet ve vahidiyetini tüm beşer ayinesinde kemal mertebesinde bir kez daha tecelli ettirecektir.

 

“Hayy” ism-i âzamı ise zaten medeniyetimizin bütün bu özelliklerinin hayata geçmesiyle kendini gösterecektir. Bu dönemde hayatlar iman ile hayatlanacak, dinin ihyasıyla milletimiz ve insanlık da ihya edilmiş olacaktır. Mezara müteharrik bedbaht nesillerin ve yaşayan ölülerin yerini, ümid ve hayat dolu capcanlı bir nesil alacaktır. Savaşlar bitecek, öldürmeler, terör olayları çok azalacaktır. Denizdeki ve karadaki canlılık, temizliğin ve düzenin etkisiyle  daha da artacak. Bu dönemde tıb alanında gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde, ortalama insan ömrü uzayacak, ölüme hayat rengi verilecektir.

Son dönemde, bütün beşer sathında tezâhür edecek olan medeniyetimiz, Kayyûmiyeti de âzami bir şekilde yansıtacaktır. Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim yeryüzünde bulundukça ve bilhassa hükümleriyle de yaşadıkça kıyamet kopmayacaktır. Medeniyetimizin ihyasıyla Kayyûm ismi bütün kâinatı kuşatacak şekilde tecelli edecektir. Bediüzzaman bu hakikati şöyle ortaya koyar: “Hz.Muhammed'in (s.a.v) nuru kâinatın ruhu, Kur’ân da dünyanın aklıdır. Eğer Hz. Peygamberin nuru kâinattan çıksa kâinat vefat edecek, Kur’ân dünyadan çıksa dünya aklını kaybedecek, akılsız kalan başını bir gezegene çarpacak, kıyameti koparacak.”

 

İsm-i âzam medeniyetini inşa edemezsek, “maddi manevi bir kıyamet başlarına kopmazsa” tehdidinin sınırlarına dahil olmak gibi bir akibet de bizi bekleyebilir. Bu sebeple bütün gayretimizle ism-i âzam medeniyetini inşa etmeye çalışmamız, “Kayyûm” ismiyle tüm kâinatın ayakta kalması için gayret etmek anlamına da gelir. “Kıyametin kopacağını bilseniz dahi bir fidan dikiniz” hadisi de bu gerçeği öğütler.

Demek ki inşa edeceğimiz ism-i âzam medeniyeti, bütün kâinatın umutla beklediği bir kutlu dönemi doğuracaktır inşaallah. İsm-i âzam hürmetine Rabbimizden hakikatleri görebilecek derin bir basiret, hakiki bir ihlas, temiz bir kalp, berrak bir akıl niyaz ediyoruz. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum