Mehmet Ali ERDEM

Mehmet Ali ERDEM

Şeytanı kovalarken peşinden gitmek!

Herkesin sustuğu zamanlarda ve yerlerde hakkı ve hakikati savunmak üzere canı pahasına ortaya çıkmak herkesin harcı değildir, yiğitlik ister. Bu yiğitliği yaparken de Kuran’a ve Sünnet’e dayanarak, geçmiş müktesebatı özümsemiş olarak ve onu reddetmeden çağın idrakine yeni hitaplar yapabilmek de bilgelik ister.

Kendi fikrinin, inancının ezilmesine veya hakir görülmesine müsaade etmeyen ama başkalarını da hakaret etmeden uyarabilmek de merhametli, şefkatli bir gönül ister.

Şefkatli bir gönül için kalbin olumsuz duygu ve düşüncelerden arındırılarak ilahi nurlara mazhar olabilmesi gerekir.

Tüm bunların olabilmesi için de öncelikle nefsin terbiye edilmesi; öncelikli hitabın “ey cahiller, ey imansızlar, ey bana karşı olanlar” değil “ey nefsim” olabilmesi; “siz anlamazsınız, biz anlarız” olmaması gerekir. Çünkü başkasını yenen, alt eden değil nefsini arındırabilen kurtuluşa erebilecektir.

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 91: 7-10).

“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.” Nisa 4:79.

İnsanın dışarıda şeytan ve firavun olarak tanımladığı ve düşman olarak gördükleri ile mücadelesi kendi firavununu unutmasına ya da farkında olmadan onu (firavun haline dönüşebilecek nefsini) sevimli, haklı, mazur, her şeyi demeye ve yapmaya yetkili görmesine sebep olur. Oysa insanın gerçek düşmanı nefsi emmâre (İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis, insana kötü ve günah olan işlerin yapılmasını emreden nefis) halindeki, firavunlaşmaya eğilimli nefsidir.

Mevlana da “Düşmanların en korkuncu senin iki yanın arasında/içinde bulunan nefsindir” (Beyhakî’den Keşfü’l-hafâ, I, 143)[i]  hadisindeki güzel öğüde işaret eder. “Ey salik! Musa da Firavun da senin varlığında mevcuttur. Bu iki hasmı kendinde aramak gerekir! Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Musa sendeki Firavuna galip gelsin”[ii]  der.

“Ene iki yüzlü elife benzer: Bir yüzü hayra ve varlığa bakar, yalnızca feyze kabiliyeti vardır, ver(il)eni kabul eder, kendi icat edemez, fail değildir. Diğer yüzü şerre bakar ve ademe (yokluğa gider), faildir ve fiil sahibidir.” (Sözler, s.726-727).

Cehaleti en büyük düşman bilen Üstad, işe şeytandan değil ona kulak kabartan nefisten başlamak gerektiğini söyler. Nefsi ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez (Sözler, s.362), şeytanla mücadele de edemez.

Bediüzzaman der ki; “Dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim.” “Bir şeytan senin fikrine yardım etse, rahmet okutacaksın. Senin siyasi görüşüne karşı çıkan bir melek olsa, lanet edeceksin.” (Hutbe-i Şamiye, s.124-125).

Fîhi Mâ-Fîh’de Nâib der ki [iii] “Bundan önce kâfirler, putları öperler, putlara secde ederlerdi. Biz de şu zamanda onun tıpkısını yapıyoruz. Gidiyor, Moğollara secde ediyoruz; sonra da kendimizi Müslüman sayıyoruz. Ayrıca içimizde hırs, istek, kin, haset gibi bunca put var; bunların hepsine de itaat etmedeyiz; hem içten hem dıştan biz de putlara tapıyoruz; sonra da kendimizi Müslüman sayıyoruz”.

Bugün düşman olarak gördüklerimizi yarın dost, bugün melek olarak gördüklerimizi yarın şeytan olarak görüyorsak bu durumda aşağıdaki ihtimallerden biri geçerlidir:

1-Muhatabımız gerçekten değişmiştir ve biz bu değişikliği ölçerken kıstas olarak Kuran ve Sünneti almışızdır.

2-Değişen muhatabımız değil de bize karşı tutumu ya da bizle paralelliği ya da zıtlığı, karşıtlığıdır; biz de o yüzden onunla ilgili sıfatlandırmamızı değiştirmişizdir. Yani ölçü Kuran ve Sünnet değil bizim duruşumuz ve tercihlerimizdir.

3-İsteyerek ya da istemeden şartların da etkisiyle biz değişmişizdir de ya farkında değilizdir ya da bu gerçekle yüzleşmek istemeyiz. Nefis hakikatin üzerini örter, şeytan ise karartır.

Ruh üflediği Âdeme secde etmeyen şeytanı rahmetinden uzaklaştıran Allah (Hicr 15:34-35), Müslüman olsun ya da olmasın böyle bir insanı öldüreni çok ağır şekilde cezalandıracaktır. “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir” (Maide 5: 32) demekle içinde taşıdığı Ruh’u dikkate almadan bir insanı öldürmeyi bütün insanlığı öldürmekle bir tutmuştur.

Nefsi unutarak şeytanla uğraşmak, kendimizi bize saldırana göre konumlandırmak, onun istediği düzlem ya da yolda mücadeleye girmek onun tuzağına düşmektir. Bazen şeytan insana nefsini unutturur da kendisi ile uğraştırır (mücadele ettirir). Nefsini ve kendini unutturarak insana, istikametini kaybettirerek kendi zeminine çeker, sürükler; hak yolda şeytanla mücadele ediyorum zannına da kapılan insan, şeytanı kovalarken onun yolundan gitmeye başlar.


[i] Yılmaz, H.K. (2009). Cihâd-ı Ekber En Büyük Cenk. Altınoluk dergisi. 2009 - Kasım, Sayı: 285, Sayfa: 008, http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d285s008m1.

[ii] Topbaş, O.N. (2002). Mesnevi Bahçesinden Bir Desti Su. İstanbul: Erkam. s.188.

[iii] Mevlana, C. (2011). Fîhi Mâ-Fîh (5. Baskı). Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı. İstanbul: İnkılâp. s.66.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum