Selahattin GEZER
Yüreğinde sevgi olmayanın damarlarında nefret dolaşır
Hangi hastaya iyileşmesi için doktorunun: “Senin bol, bol küfretmen gerekir. Bol, bol öfkelenmen, kırıp dökmen, kafanı üç öğün duvarlara vurman lazım “ Demiştir ki? Ya da hangi şirket verdiği iş ilanında: “ Hırçınlıkta deneyimli, kırıp dökmede pratik, hayvani meziyetleri olan elaman aranıyor” diye iş ilanı vermiştir ki. Hangi üniversite ilanlarla, anarşist ruhlu öğrenci aramıştır ki? Hangi baba, şerefli ve çalışkan, incitmekten ödü kopan birine değil de, öfkesine esir düşmüş, kudurgan birine kızını vermek ister ki? Ya da hangi ana baba: “Allah’ım bana eşkıya ruhlu, gözünü kan bürümüş evlat ver” Diye dua eder ki? Neticede öfkenin, şiddetin esiri olan biri bile, kendine karşı öfke ve şiddet istemez. O zaman neden şiddete seyirci kalınır? Ailenin çocuğuna, hocanın öğrencisine, işverenin çalışanına, karışıklık çıkartıldığı zamanlarda, asla bu kargaşaya katılmamaları gerektiğini neden hatırlatmaz ki? Bir anne: “ Sen benim evladım olduğun gibi, onlarda başkalarının evladı, sakın can yakma” diye yalvarmaz ki? Bu nasıl arızalı bir ruh halidir?
Keskin sirke küpüne zarar verir gibi Atasözleri, neticesi zarar olan öfkeyi çok güzel şekilde özetliyor. En azından kendi sağlığın, kendi huzurun için güzel düşünüp, güzel davranmalısın. Şu kısacık hayatında, öfkenle önce kendini bombardımana tutuyorsun. Kim bilir her öfkende kendine ne zararlar veriyorsun. Vücudun kasılıyor, beyin hücrelerin ölüyor. Kalbine aşırı yük bindirerek tüm vücut kimyanı allak bullak ediyorsun. Evet, öfkenle karşındakine zarar veriyor, kırıp döküyorsun ama bilmiyorsun ki asıl zarar sana. En öfkeli biri bile karşısındakinin, muhatabının tebessümlü halini ister. En azından evine gittiği zaman, güler yüzlü karşılanmasını ister. Anarşist ruhuyla kırıp döker, işi düştüğü zaman polisin güler yüzlü olmasını bekler, muhatabının asık yüzlü olmasını asla istemez, çok garip ve ikiyüzlü bir durum.
Yüreğinde sevgi olmayanın; damarlarında nefret dolaşır. Nefrette önce sahibinin başını yer. Nefret ile dünyanın en sağlıklı insanı olmayı becermiş, öfke ile en uzun ömürlü yaşamış insan yoktur. Aslında öfke ve nefret dolu insanlara, fazladan bir şey yapmaya da gerek yok. Zaten kudurganlıkla öfkenin pimini çekip, kendi kalp ve iç âlemini kimyasal bombardımanına tutmuştur. Arabasına genel bakım yaptırır, öfke ve şiddetle kendisini iç ve dış kirletir.
Düşünüyorum: Birçok güzel yer gördüm, ama en güzel manzara tebessümdür. Hiçbir gün batımı, hiçbir manzara, içten samimi tebessüm kadar kendimizi ve muhatap olduğumuzu rahatlatmaz. Misafir olduğumuz evin mefruşatına, etkileyici dekoruna bakmadan önce ev sahibinin yüzüne bakarız. Tebessüm varsa, evin kulübe olması ve yerde oturtulmamız bile bizi rahatsız etmez, çünkü asıl ikram olan tebessüm vardır.
Garsonun tebessümlü hali daha keyifli sipariş vermemizi, tebessümlü insan, rahatça bilmediğimiz adresi sormamızı sağlar. Tebessümlü usta, tebessümlü öğretmen daha öğreticidir. Yeni iş ortamında, asık yüzler ilk günden kara delik gibi enerjimizi çeker, ilk günden nasıl bir ortama düştüğümüz endişesine yol açar.
Her bulunduğumuz ortamda, tebessüm manzarası varsa, bizde ilk rahatlığı sağlar. Sonrası bizim maharetimize kalmıştır. Kız istemede bile yüzdeki tebessüm manzarası konuya rahatça geçmemizi sağlar. Evet, ne güzel manzaradır tebessümlü yüz. İçerdeki malzeme güzel olunca yüzde de tebessüm olacaktır. Tebessüm, hem insanın içini, hem dışını yaşatır. Tebessümün oluşması için, güzel düşünce ile içeride çiçeklerin açması, ılık bahar havalarının oluşması lazımdır.
Bediüzzaman: "Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır." Diyor. Güzel düşünmek iyileştirir. Güzel düşünmek, kumanda gibi uzaklarda olanın bile kalbinin açılmasını sağlar. Güzel düşünmek, tüm uzuvların, ahenk içinde çalışmasını, duyguların verimli olmasını sağlar. Evet, güzel düşünce vücuda pompalanan kanı daha farklı kılar. Ölümü öldürüp, kabir kapısını kapattıysanız, öfke ve şiddete devam edin. Bu da hiç mümkün değil.
Bediüzzaman: “Dünya mâdem fânidir.
Hem mâdem ömür kısadır
Hem mâdem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
Hem mâdem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
Hem mâdem dünya sahibsiz değil.
Hem mâdem şu misafirhâne-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var.
Hem mâdem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.
Hem mâdem لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
Hem mâdem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin,
hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyani şeylerle ömrünü telef etmesin;
kendini misafir telakki edip misafirhâne sahibinin emirlerine göre hareket etsin;
selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin” diyor. Muhteşem bir ifade ile beyan ediyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.