Kenan ÖREN
Şeytanın generalleri
Birkaç yıl önce hanımla hacca gitmek nasip oldu.
Özel bir firmayla anlaşma yaptık, sonra hac konusunda koyu bir sohbete daldık. Firma yetkilisi bana çok çarpıcı bir uyarıda bulundu: “Hocam, burada Şeytanın askerleri, orada (yani hacda) Şeytanın generalleri insana musallat olurlar!”
“Desene işimiz çok zor,” diye düşündüm. Neyse günümüz geldi. Önce Cidde’ye oradan da Mekke’ye vasıl olduk. Adeta havalarda uçuyordum. O mübarek ve muhteşem topraklara gitmek, Kâbe-i Muazzama’ya, Ravzayı Mutahhara’ya yüz sürmek ve her şeyden önemlisi Hz. İbrahim’in çağrısına icabet edip, Allah’ın davetini “Lebbeyk” diyerek serfürü etmek ne kadar muhteşem bir duyguydu, yaşamayan bilemez.
Gerçekten Mekke ve Medine’nin mübarek mekânlarında insana öyle şeyler musallat oluyordu ki, sabretmek güçlü bir iradeyi gerektiriyordu. Ancak bütün bunların en zoru Arafat Meydanında başımıza geldi. Şirket yetkilisi yanlışlıkla bizi şirketin idare merkezi olan çadıra götürmüştü. Çok yorgun bir günün ardından sabah namazlarını kılıp biraz uzandık. Aradan çok az bir zaman geçti ki, son derece kaba bir ses, “Bunları kim buraya koydu?” diye bağırdı. İnsiyaki bir hareketle uyandık ve, “Bunları, derken, ne demek istiyorsun?” diye sordum.
Adam bütün terbiyesizliğiyle demediğini bırakmadı. Hakaretler, aşağılamalar vs.
“Şirket yetkilisinin dediği Şeytanın Generalleri bu olsa gerek” dedim. “Dua edin ki, burası Arafat, yoksa ben size gereken cevabı verirdim. Ama Türkiye’ye dönünce elimden geldiğince sizinle mücadele edeceğim” diye devam ettim. Sonra daha uzatmamak için sustum, zira Arafat bu tür münakaşaları kaldıracak bir yer değildir.
Şimdi gelelim asıl mevzuya…
Şeytanın generalleri nerede yok ki?
Şeytanın generalleri önce içimizde karargâh kurmuş. Bütün behimî ve nefsanî arzuları bizlere empoze ediyorlar. Hepimizin görevi içimizdeki bu generallerle aslanlar gibi mücadele etmektir. Her insan, kendi kusur ve günahlarını herkesten daha tehlikeli görerek ona karşı tüm varlığıyla karşı koymalıdır. Kendimizi bırakıp başkalarının günahlarıyla uğraşırsak, asıl tehlikenin; yani Şeytanın generallerinin o meşum kucağına kendimizi atmış oluruz. Yani her insan kendi içindeki Şeytanını büyük görmeli ve ona karşı müteyakkız olmalıdır.
Peygamberimizin (SAV) “küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz” dediği bu olsa gerek.
Bu demek değildir ki, sürekli içimizdeki Şeytanın vesveseleriyle uğraşalım. Önemli olan onun varlığından haberdar olmak ama onun vesveselerinin zayıf olduğunu bilmek, eğer biz dirayetli olursak zarar veremeyeceğini idrak etmektir.
Şeytan binlerce yıllık bir tecrübeye sahiptir. Bu yüzden, nereden nasıl geleceği belli olmaz. Tüm ordularıyla saldırabilir. Bilhassa davası büyük insanlara generalleriyle saldırır. En çok da insanı enaniyet silahıyla avlama peşindedir. O halde üstat Bediüzzaman’ın dediği gibi, bir buz parçası hükmündeki enaniyetimizi büyük bir havuzun içine atıp eritelim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.