İsmail AKSOY
Sivil toplum kuruluşları ve ülke kalkınması
"Birbirinizle hayırda (hayır işlerinde) yarışın." (Bakara,2/148)
"Onlar (mü'minler) Allah'a ve ahret gününe îmân ederler, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırırlar ve hayırlı işlere koşuştururlar
" (Âl-i İmrân,,3/114)
Osmanlı, tarihin hayranlıkla izlediği bir kültür mîrâsının tecessüm etmiş şâhâne bir nümûnesidir. Ve yaşanmış en geniş bir sivil toplum pratiğidir.
Vakıflar, loncalar, tımar sistemi gibi Osmanlı döneminin zanaat, ticaret ve kültürel örgütlenmeleri, yüzyıllar boyunca ekonominin büyük bir kısmını yönlendirdi.
44 bin Osmanlı Vakfının varlığı düşünüldüğünde, nasıl bir medeniyet sistemi kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde ise sâdece 4918 vakıf var. Bunun 1336'sı İstanbul'da.
Toplum kendi hizmetini kendisi veriyor, devletin yükünü hafifletiyor. Hizmet sâhâlarının çoğu topluma ait. İnanç, örf ve âdetlerine göre hizmet veriyor gönüllü olarak. Ve kâr gayesi gütmeyen bir anlayışla.
Vakıf; bir malın veya bir gelirin, kişinin şahsî mülkiyetinden çıkarılarak, belli şart ve gaye ile bir hayır hizmetine ebediyen tahsisi demektir. Yani Allah'ın bahşettiği mülkü, varlığı Allah için hizmete sunmaktır. Buradan itibaren vakfedenin bir ilgisi kalmamaktadır. Meselâ; Vakfettiği tarlasından geçmez ki, ayakkabısına vakıf tozu bulaşmasın diye.
Toplumun dinamizmi sivil kuruluşlardır. İttihat ve Terakkiden itibaren vakıflar ve sivil kuruluşlar delinmeye ve zaafa uğratılmaya başlandı. Daha sonraki dönemlerde ise âdeta darmadağın edildi.
Toplumun huzur ve güveni niteliğindeki sivil kuruluşlar baskı altına alındı. Sermaye ayırımı yapıldı. Mülkün temeli olan adaletin esası sarsıldı.
Şu an, mahkemelerde 15 milyon dâva dosyasından bahsedilmektedir. Toplum birbirini yiyor. Ortalık barut fıçısı gibi
Güven, itimat ve sevgi bağları sarsılmış. Muhabbet ve barış fedailerine daha çok ihiyaç var. Onların arasındaki uhuvvet ve tesânüde daha çok muhtacız.
Bazı yörelerdeki barış ve anlaşma zeminleri, bölgenin sivil toplum konumundaki şahsiyetlerince sağlanmaktadır. Bu zevâtın toplum üzerindeki etkileri, herkesçe izlenmekte ve teslim edilmektedir.
Demokrasi ile sivil kuruluşlar arasında paralellik vardır. Demokrasi güçlendikçe ve geliştikçe, sivil teşebbüsler de artmakta ve ülke ekonomisine, barışına, kültürüne ve kalkınmasına o nisbette katkı sağlamaktadır.
Tıpkı meşveretin yerleşmesi ve her ferdin hür iradesiyle fikrini beyan etmesi neticesinde hizmetin önünün açılması ve gelişmesi gibi.
Resmî ideolojilere teslim olmuş bir devletin, bunu halkına da dayatması, sivil iradeyi baskı altına alması, darbelerle toplumun önünü kapatması büyük bir talihsizliktir.
Miletine önyargılı bakan, temel kurucu unsurların müntesiplerine potansiyel suçlu gibi davranan bir anlayşın demokrasi geleneğinde yeri olmamalıdır.
İnanç ve kıyafet özgürlüğünden mahrum bırakılarak okuma hakları kısıtlanan gençlerimize elini uzatan bir sivil toplum kuruluşunun desteğiyle Viyana Üniversitelerinde okuma imkânı bulan 12 öğrencinin bugün 800'lü rakamları geçmiş olması ve hür bir ortamda serbestçe diplomalarını dekan ve rektörlerinin elinden alarak vatanlarına dönmeleri, milletin evlatlarına ve vicdanlara vurulmak istenen pranganın toplumu nerelere götürdüğü, ekonomiyi, barış ve kardeşliği nasıl etkilediği ibretle izlenmektedir.
Bu bakımdan sivil toplum kuruluşlarımız daha çok çalışmalı, hizmet üretmeli, projeler geliştirmeli, koltuk heveslerini bir tarafa bırakabilmelidirler. "Çünkü, bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir." (Hutbe-i Şâmiye) düsturunu hayatlarına hayat yapmalıdırlar.
Sivil toplum önderlerine baktığımız zaman, tanınmış ilim ve fikir adamlarının başı çektiklerini görürüz. Hem vatan savunmasında, hem değerlerin korunmasında ecnebi saldırılara karşı nasıl tedbir aldıkları, ne tarz bir mücadelenin başında bulundukları tarihen sabittir.
Bediüzzaman Said Nursî'nin (Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye A'zâsı) olarak Yeşilay Cemiyeti'nin (Hilâl-i Ahdar) kurucuları arasında yer alması, bu nevi kuruluşların önemini anlatması bakımından anlamlıdır.
Kanaât-i âcizânem odur ki; aslî hizmetimizden, merkezî, kalbî ve Kur'ânî cihad-ı mânevîmizden tâviz vermeden, ihmal etmeden; O'na hâdim ve yardımcı olabilecek, hârice açılımlar yapabilecek sosyal aktivite ve hizmetleri de küçümsememek gerekir.
Hayırda yarışan sivil toplum kuruluşlarına bu gözle bir daha bakalım, ne dersiniz ?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.