Sizlere müjde! Mevt idam değil

Sizlere müjde! Mevt idam değil

Günlük Risale-i Nur Dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Yedinci Kelime

Mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in'idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. (Mektubat 20. Mektup sh. 220)

...

On Birinci Kelime

Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.

İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki:

Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelinin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz. (Mektubat 20. Mektup sh. 223)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK
MEVTÎ : Ölümle ilgili, mevte ait.
TERHİS : İzin ve ruhsat verme, serbest bırakma, salma, kurtarma.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan.
TEBDİL : Değiştirme, yenileme.
KÜLFET-İ HİZMET : Hizmetin zahmet ve külfeti.
KÜLFET : Yük, zahmet, sıkıntı, zorluk.
ÂZÂD: Serbest bırakma, hür olma.
HAYAT-I BÂKİYE : Bitmeyen, sonsuz hayat, âhiret hayatı.
MEVT : Ölüm; hayatın sona ermesi.
HİÇLİK : Yokluk. Değersizlik.
İNKIRAZ : Sönme, son bulma, yıkılma.
FİRÂK-I EBEDÎ : Ebedî ayrılık. Sonsuz ayrılık
ADEM : Yokluk, hiçlik.
FÂİL : Bir işi yapan.
İN'İDAM : Îdâma gitmek, mahvolmak, yok olmak.
FÂİL-İ HAKÎM-İ RAHÎM : Bütün merhamet ve hikmet fiillerinin sahibi olan Allah.
TEBDİL-İ MEKÂN : Mekân değişikliği, yer değiştirme.
SAADET-İ EBEDİYE : Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
VATAN-I ASLÎ : Asıl vatan, gerçek vatan olan Cennet.
SEVKİYÂT : Yollamak, göndermek.
AHBAB : Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler.
MECMA' : Toplanılacak yer. Kavuşulan yer.
ÂLEM-İ BERZAH : Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem.
VİSÂL : Vâsıl olma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma.
DÂR-I İMTİHAN : İmtihan yeri.
İTMÂM : Tamamlama.
HUZUR-U KİBRİYÂ : Allah'ın yüce makamı.
MÜŞERREF : Şereflenen.
ESBÂB : Sebepler.
DAĞDAĞA : Gürültü, ıztırap; boş yere telâş ve zorluklar.
VESÂİT : Vâsıtalar, araçlar, âletler.
MAKARR-I SALTANÂT-I EBEDÎ : Ebedî saltanat merkezi, âhiret âlemi.
MÂBUD : Kendisine ibâdet edilen, ibâdete lâyık olan; herşeyin kendisine ibâdet ettiği ve ibâdete lâyık tek varlık olan Allah.
SEYYİD : Efendi, büyük, önder.
MÂLİK : Sahip olan, mülk sahibi; Allah
ÂHİR : Son.
MESUT : Saadetli, îmân ehli olan bahtiyar.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
RÜ'YET-İ CEMÂL : Cenâb-ı Hakk'ın güzelliğini görme.
MÜPTELÂ : Alışkanlık kazanmış; tutkun, tutulmuş, düşkün, dertli, hasta, başı sıkıntılı, rahatsız, belâlı.
MEFTUN : Aşık, aşırı bir sevgiyle bağlanmış, tutkun. Fitne ve belâya tutulmuş olan.
MÜŞTAK : Arzulu, fazla istekli, iştiyak gösteren.
MECÂZÎ : Hakîki olmayan.
MAHBÛB : Sevgili, sevilen, muhabbet edilen.
MEVCUDÂT-I DÜNYEVİYE : Dünyada var olan, mevcut olan şeyler.
LETÂFET : Güzellik, hoşluk, nezâket, hafiflik, yumuşaklık, tatlılık.
CİLVE-İ RAHMET : Rahmet tecellîsi,görüntüsü.
İŞTİYAK : Aşırı istek, ihtiyaç duymak.
İNCİZÂB : Cezbedilme, çekilme, çekici kuvvet.
CÂZİBE : Çekme kuvveti, çekicilik.Gravitasyon kuvveti.
LEM'A-İ MUHABBET : Muhabbet parıltısı.
MÂBUD-U LEMYEZEL : Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan ve bütün yaratılmışların kendisine ibâdet ettiği Cenab-ı Hak.
MAHBÛB-U LÂYEZÂL : Hiçbir zaman ayrılığın olmadığı, gerçek sevmeğe lâyık olan Cenab-ı Hak.
NİSYAN : Unutma, unutkanlık.
KESRET : Çokluk, sıklık, çeşitlilik.
TEVEHHÜM : Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme.
PÂYİTAHT : Başkent, yüce divan, âli makam.
FİRÂK : Ayrılık, ayrılma, hicran.
VİSÂL : Vâsıl olma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma.
MÜTEVECCİH : Yönelmiş, dönmüş, bir yere doğru yola çıkan.