Srebrenica soykırımının 14. yılı
Ankara Üniversitesi Arş. Gör. Timuçin Köprülü ile yaptığımız röportaj
Röportaj: Kemal Benek-Risale Haber
Ankara Üniversitesi Arş. Gör. Timuçin Köprülü
Üç yıldan fazla süren Bosna Savaşında, Bosnalı Sırpların Temmuz 1995’te Srebrenica’da 8 binden fazla Müslüman erkeği katletmesi zihinlerden silinmedi. Savaş sırasında Birleşmiş Milletler Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmiş ve bölge 400 silahlı Hollanda Barış Gücü askeri tarafından korumaya alınmıştı. Buna rağmen Bosnalı Sırplar hiçbir engellemeyle karşılaşmadan dünyanın gözü önünde günlerce Bosnalılara karşı soykırımda bulundu. Bu II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan katliamıydı.
Savaştan sonra Bosna Hersek Devleti Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak Sırbistan aleyhine soykırım davası açtı. Mahkeme 10 yıl sonra Sırbistan’ı “Srebrenica soykırımından doğrudan sorumlu olmak veya soykırıma iştirak etmek suçlarından akladı, ancak soykırımın yapılmasını önleyememekten sorumlu tuttu.” Karar büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdi.
Doktorasını “Soykırım” üzerine yapan Ankara Üniversitesi Arş. Gör. Timuçin Köprülü ile görüştük. Köprülü, doktora konusu olarak neden soykırımı seçtiğini şöyle anlatıyor: “Dedelerim iki taraftan da göçmen. Baba tarafı Makedonya’nın Üsküp tarafında olan Köprülü kasabasında baskılardan usanıp dağa çıkıyor. Sırp yönetimi ‘dağdan inin af çıktı’ diyor. Bayram sabahı dağdan iniyorlar, camide bayram namazı kılıyorlar. Silahlarını cami kapısında bırakıyorlar. Namaz çıkışı Sırplar tarafından kafaları kör testereyle kesiliyor. Bu benim içinde kalan bir olaydı.”
(Timuçin Köprülü)
TÜRKİYE SOYKIRIM SÖZLEŞMESİNİ İMZALADI
Son zamanlarda sıkça kullandığımız soykırım kavramının tanımıyla başlayalım. Nedir soykırım, hangi şartlarda kullanılır?
1951 yılında yürürlüğe giren BM Soykırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmeye göre, “etnik, ırki, dinsel veya ulusal bir grubun kısmen veya tamamen imhası kastıyla” eylemlerin gerçekleştirilmesi soykırım olarak kabul ediliyor. Bu eylemler, grup üyelerinin öldürülmesi, zihinsel veya bedensel olarak ağır zararların verilmesi, kişilerin yaşam koşullarını yok olmalarını sağlayacak şekilde zorlaştırılması, doğumları engelleyici tedbirlerin alınması ve bir gruba ait çocukların başka bir gruba nakli olarak sayılmıştır.
Soykırım için öldürme fiilî şart değil yani?
Hayır, öldürme fiilinin gerçekleşmesi gerekmiyor. Örneğin, grup içindeki soyun devamının engellenmesi için alınacak tedbirler, bir grubun içindeki çocukların başka bir gruba transferi ya da gönderilmesi, yani asimilasyonu da soykırımdır. Sözleşmenin getirdiği bir yükümlülük olarak devletler iç hukuklarında soykırımı bir suç olarak düzenlemişlerdir. 1950 yılında Sözleşmeyi imzalayan Türkiye de 2005 yılında 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nda soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlara yer vermiştir.
İmzalamayan devletler var mı?
Şu an için 137 devlet Sözleşmeye taraf. Bunun yanında çoğu Afrika ülkesi 50’ye yakın devlet henüz imzalamadı.
Katliam ile soykırım arasında ne fark var?
Katliamın sözlük anlamı “kırım”dır. Yani öldürmektir ve genel bir kavramdır. Soykırım ise özel kastla işlenen bir suçtur. Soykırım olabilmesi için fail ya da faillerin insanların sırf az önce söylediğimiz dört gruptan birine mensup oldukları için ortadan kaldırılması ya da yok edilmesi kastıyla hareket etmeleri gerekir. Uluslararası hukukta soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından vahamet anlamında daha yukarıda kabul edilir. Bu durum soykırımı diğer suç tiplerinden ayırmaktadır.
İLK DEFA BİR DEVLET SOYKIRIM SUÇUNDAN MAHKEMEDE
Uluslararası Lahey Adalet Divanı Srebrenica ile ilgili karar verdi. Karardan önce bu aşamaya nasıl gelindi?
Bosna Hersek, Bosna savaşı esnasında o zamanki adıyla Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin soykırım suçu işlediği iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu ve haklarının korunması için geçici önlemler alınması talebinde bulundu. Buna karşılık Yugoslav Federal Cumhuriyeti de aynı makama haklarının korunması için tedbir talebinde bulundu. Divan, davanın kabul edilebilirliğine karar verdi ve incelemeye aldı. Bu tarihten 10 sene sonra da 2007’nin Şubat ayında karar çıktı.
Kararda soykırım olduğu kabul edildi, ama sorumlu tespit edilmedi. Kararı nasıl değerlendirmek lâzım?
Uluslararası Adalet Divanı kararında Soykırım Sözleşmesi’ni yorumlamıştır. Bu uluslararası hukuk için faydalı olmuştur. Bunun yanında ilk defa bir devlet soykırım suçundan mahkeme karşısına çıktı. Divan, “ben bir devletin soykırım suçundan dolayı sorumlu olup olmadığı konusunda yargı yetkisine sahibim” dedi. Bu çok önemli. Yugoslavlar “devletin burada bir sorumluluğu yoktur” itirazında bulundu. Mahkeme soykırım suçunun devlet tarafından da işlenebileceğine hükmetti.
Uluslararası Adalet Divanı, “1995 yılında Srebrenica’da 8 bin Boşnakın öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar bir soykırımdır” dedi. Fakat problem; soykırımı yapanların Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin kontrolü altında mı yoksa bağımsız mı hareket ettikleri noktasında oldu. Mahkeme, “soykırımı yapan VRS, Akrepler gibi paramiliter örgütlerin Yugoslav Federal Cumhuriyetinden bağımsız hareket ettiğini ve davalının Srebrenica olayları ile bir bağlantısı olmadığına” hükmetti.
Bosnalılar buna itiraz etmedi mi?
Bosna tarafı VRS olarak nitelendirilen Bosna-Sırp ordusunun generallerinin, üst düzey komutanlarının Yugoslav Federal Ordusunda görev aldığı ve maaşlarının yine aynı kurum tarafından karşılandığı gerekçesiyle itiraz etti. Zaten mahkeme kararında bunların desteklendiği, aralarında bir bağlantı olduğu yazıyor, ancak “Bunlar Miloseviç ve ekibinin desteği ve azmettirmesi ile bu soykırımı yapmadı, kendi başlarına hareket etti. O yüzden Yugoslav Federal Cumhuriyetinin burada sorumluluğu yoktur. Yerel bir olaydır” şeklinde bir karar da verdi.
En azından soykırımın yapıldığı konusunda bir şüphe yok…
Mahkeme Srebrenica’da gerçekleşen soykırımın sorumlusu Bosnalı Sırplardır diyor. Bu tespit yeni değil. Zaten Mahkeme, birçok yerde aynı hususları belirten Uluslararası Yugoslav Ceza Mahkemesi’ne atıf yapmaktadır. Karardaki çok ilginç bir nokta şu; hem aralarında bir bağlantı yoktur diyor hem de bu soykırımı önlemediği için Sırbistan’ı sorumlu tutuyor. Yine basında hiç yer almayan bir nokta da mahkemenin, “her ne kadar Yugoslavya önleme yükümlülüğünü ihmal etmişse de, önlemeye çalışsa dahi önleyemezdi, mahkemede önleyeceğine dair bir kanaat oluşmamıştır” kararı. Bu durumda önleyemeyecek bir devleti sorumlu tutmak da garip kaçmaktadır. Kararın bu noktası biraz zayıf.
SREBRENİCA KARARINDA SORU İŞARETLERİ VAR
Kendi içinde çelişkileri barındıran bir karar değil mi?
Kararın hukuk dünyasına katkıları da var ama büyük soru işaretleri de oluşturuyor. Sırbistan NATO’nun hava operasyonunu Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet ediyor. Divan, BM üyesi olmadığı için başvuruyu kabul etmiyor. Ama BM’ye üye olmayan Yugoslavya’ya karşı Bosna’nın yaptığı başvuruyu kabul ediyor. Bu da eleştirilen bir durum.
Yine kararda kabullenemediğimiz bir durum daha var. Mahkeme, başvurucu Bosna Cumhuriyeti’nin Bosnalı Sırplar ile Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin birbirleriyle bağlantılarının olduğu iddiasının ispat külfetini, Bosna tarafına yüklüyor. Bosna, “Sırbistan’ın elinde soykırım ile ilgili bazı belgeler var” diyor. Sırbistan Yüksek Savunma Konseyi, “belgeler askeri güvenlik açısından devlet sırrını oluşturmaktadır veremeyiz” cevabı veriyor. Mahkeme de istemeye gerek görmüyor. İkincisi, Bosnalılar Sırpların bazı belgelerde tahrifat yaptığını ileri sürüyor. Mahkeme bunun incelemesini de düzgün bir şekilde yapmıyor. O yüzden ispat açısından da sorunlu bir karardır.
Bunun siyasî bir karar olduğuna hükmedebilir miyiz?
Son zamanlarda gerek AİHM’nin gerek diğer uluslararası mahkemelerin tamamen hukuka bağlı olarak karar verdiklerine şahsen inanmıyorum. Genelde siyasî kaygılar güdülerek verilen kararlar olabiliyor. O yüzden bu kararlara siyaset bulaşmış olabilir.
Avrupa soykırıma engel olmadığı için bu şekilde çelişkili bir karar çıkmış olabilir mi?
Pek ilgisi olduğunu düşünmüyorum.
Şöyle sorayım o zaman soykırım suçu sadece yapanlara mı ait? NATO veya Avrupa madem müdahale edebiliyorlardı neden gecikti diyebilir miyiz?
Bosna soykırımı veya Hırvatlara karşı işlenen suçlarda devletlerin müdahale etme yükümlülüğünün olup olmadığı da problem. Çünkü bunlar NATO üyesi değil. NATO üyesi olsa “yapmayın etmeyin” diyecektir birileri. O yüzden batının geç müdahale etmesi belki suçun mağdurunun Müslüman olmasından ya da Bosnalı Sırplar tarafından mahkeme kararlarında da sıklıkla görüldüğü için Türk olarak isimlendirilmesinden de kaynaklanabilir. Bunun altında bu da olabilir. Bölgesel güç dengeleri de bunun sebebi olabilir. Her iki görüşü savunanlar da var.
Jean Baudliard, “Mükemmel Ya Da Kusursuz Suç” isimli kitabında, Bosna’daki soykırımı “yeni dünya düzeninin tekamül sürecinde bir merhale” olarak tanımlıyor ve etnik temizliğin infazcısı olan Sırpların yeni şekillenen bir Avrupa’nın öncülüğünü yaptığını ifade ediyor. “Sırplar etnik temizlik vasıtası olarak Avrupa’nın inşasına öncü bir rol oynuyorlar. Beyaz Avrupa’nın hem ekonomik, hem etnik, hem de ahlaki bakımından sıralanmış, yekpare kılınmış, arınmış bir Avrupa’nın… Parlamentoların gölgesinde şekillenen gerçek Avrupa budur ve bu Avrupa’nın öncüsü Sırbistan’dır” diyor. Bu görüş de dikkate alınabilir.
Sırbistan’ın AB’ye üyeliği söz konusu olduğu ve AB’nin kendi içinde soykırımla suçlanmış bir devleti görmek istemediği şeklinde yorumların haklılık payı nedir?
Olabilir. Bir de Sırpların arkasında önemli bir kuvvet olan Ruslar var. İkisi de Ortodoks mezhebinden. Rus desteğinin bulunması işi biraz zorlaştırmış olabilir. “Müdahale edersek Rusya ne der bu işe” diye düşünülmüş olabilir.
BM’NİN BARIŞ GÜCÜ TARTIŞILIYOR
“Etnik temizlik” kavramı neyi ifade ediyor?
Etnik temizlik Bosna savaşında gerçekleşen olaylara has bir kavram. Etnik temizlik nüfusun ya da halkın o bölgenin homojenleştirilmesi, yani tek tip insan grubunun kalması için oradan zorla transfer edilmesi, sürgün edilmesi, uzaklaştırılmasıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın kararında geçiyor. “Etnik temizlik aslında soykırımın bir türüdür ancak soykırım sözleşmesinde geçen şartları taşıdığı ölçüde soykırım olarak isimlendiriliyor” diyor.
Srebrenica soykırımında Hollanda askerleri de suçlanıyor. Onların payı var mı?
Srebrenica bölgesi BM tarafından Nisan 1993’te çatışmaların gerçekleşmeyeceği, silâhların bırakılacağı güvenli bir bölge ilân edildi. Ve yine aynı ay UNPROFOR şeklinde isimlendirilen BM askerlerinden bir grup oraya yerleştirildi ve silâh toplanmaya başlandı. Bunun ardından Sırpların saldırısı gerçekleşti. Bu zaten gerçekleşeceği tahmin edilen bir saldırı idi.
Silâhsızlandırma tek taraflı mı yapıldı?
İki taraftan da yapılacağı söylendi ama dağlarda bulunan paramiliter örgütlerin silâhları toplanmadı. Bu saldırı amiyane tabirle bağıra bağıra gelmiştir.
Alt yapı hazırlanmış sanki?
Hazırlandı imajı oluştu insanlarda. Srebrenica soykırımı gerçekleştikten sonra BM’nin barış gücü askerlerinin çatışmaları engellemekte başarılı olup olmadığı üzerinde tartışma ortaya çıktı. BM’nin kontrolünün olduğu bir alanda Uluslararası Adalet Divanı’nın da kabul ettiği bir soykırım gerçekleşiyor. Bu BM ve Hollanda için bir utançtır. Ancak daha sonra Hollanda oradaki başarılarından dolayı askerlerine madalya verdi. Bu durum Hollanda’da bazı gruplar tarafından da hoş karşılanmadı. “Bizim için utançtır bir de nasıl madalya verilir” hissi oluştu.
Hollanda askerleri de yardım etmişler gibi
Bir ihmal gösterdikleri kabul edilebilir.
Peki Hollanda askerleri ile ilgili bir girişimde de bulunulabilir mi? Uluslararası hukukta bunun bir yeri var mı?
Orada Hollanda askeri değil BM askeri olarak nitelendiriliyor. O yüzden o olay kapanmış durumda. Şimdi bakılacak fazla bir şeyi de yok.
TÜRKİYE’NİN LEHİNE KARAR ÇIKACAĞININ GARANTİSİ YOK
Bu kararın Türkiye ile ilgili kısmına gelelim. Srebrenica kararı Ermeni soykırımı iddiaları açısından Türkiye’yi nasıl etkiler?
Uluslar arası mahkemelerin kararlarına çok fazla güvenmemek lâzım. 1915’te gerçekleşen olayların 1951’de yürürlüğe giren soykırım sözleşmesine tabî olmadığı ortada. Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi yürürlüğe giren sözleşmelerin aksi düzenleme yoksa geçmişe uygulanamayacağından bahseder.
Türkiye veya Ermenistan Uluslararası Adalet Divanı’na gidebilir mi?
Divan, “bizim alanımıza girmiyor” diyerek bakmayacaktır. Ama karardan çıkartılan hukukî noktalarla 1915 olayları karşılaştırıldığında her ne kadar Türkiye’nin lehine gibi görülse de, ilerde bir tahkime gidildiğinde aleyhe de sonuçlanabilecektir. Çünkü dünyadaki yaygın kanı Türklerin Ermenilere karşı soykırım işlediğidir. Hangi uluslar arası ceza hukuku kitabını açarsanız bu işin en başında 1915 olayları gösterilmektedir. O yüzden gidilecek tahkimde Türkiye’nin lehine bir karar çıkacağının garantisi yok.
Uluslararası Adalet Divanı’nın kararını Türkiye’nin tezleri üzerinden karşılaştırdığımızda tezlerden biri; “gerçekleşen olaylar münferit eylemlerdir ortada toptan yok etmeye dair bir plan, proje yoktur” diyor. Ama Adalet Divanı ve Uluslararası Yugoslav Ceza Mahkemesi “bir projeye gerek olmadığını” açıklıyor. Türkiye’nin savı bu anlamda tutarlı değil.
Onun dışında 1915 olaylarını gerçekleştiren kişilerin Osmanlı ordusunun askerleri ve sivil yöneticileri olduğu iddiası var. Mahkeme, “Bosna’daki Sırplar ve paramiliter güçler Yugoslavya’nın bir parçası değil” diyor ama 1915 olayında bu fiilleri gerçekleştirdiği iddia edilen askerler, subaylar ya da idarî personel Osmanlının personeli. O yüzden bu karara çok erken sevinmek biraz acelecilik olur.
Tehcirle ilgili mevzuatta ve uygulamada Ermeni çocukların Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere gönderilmesine ilişkin hükümler de Türkiye’nin başını ağrıtabilecektir. Ayrıca Türkiye, tehcire tabi tutulan Ermenilerin siyasî grup olduğunu ileri sürüyor. Bu iddia da uluslararası içtihatlar bağlamında kabul görmeyecektir. Bir de siyasî saiklerle tehcir yapılması iddiası var ki bu da Mahkeme kararı dikkatli okunduğunda ekonomik ya da siyasî saikin önemli olmadığı grubun kısmen veya tamamen imhasını sonuçlayacak eylemlerin soykırım olacağı ifade ediliyor. Burada Türkiye belki tehcirin uluslar arası hukuk normlarına uygun bir yer değiştirme olduğunu ileri sürerse sonucu etkileyebilir ama gidilebilecek bir tahkim buna ne der yine bilinmez.
Türkiye, “Osmanlı ayrı, biz yeni bir devletiz” derse geçerli bir gerekçe olur mu?
Türkiye Cumhuriyeti sonradan kurulsa da Osmanlı Devletinin devamı olduğu ortadadır. 1923’te bu ülkeye yöneticiler uzaydan gelmedi. Osmanlı döneminin yöneticileriydi. 1960’lara kadar Osmanlının savaştan kalan borçlarının ödenmesi söz konusu. Bu durumda “biz onun devamı değiliz yeni bir devletiz” savunması da tutmayabilecektir. Mahkeme böyle bir savunmayı kabul etmeseydi Yugoslavya’yı kabul etmezdi. Sırbistan’a “sen onun devamısın” dedi. Belki açık kapı olarak denilebilir ki, “Ermeniler ayaklanıp zarar vermesinler diye siyasî amaçla tehcir yapılmış” dendiğinde bu sefer mahkeme kararına baktığınızda bunun etnik temizlik olabileceğini görürüz. Tahkime gidilip de olaylar insanlığa karşı suç veya etnik temizlik olarak nitelenirse ne olacaktır? Tahkime gidilmesi durumunda çok dikkatli olunması gerekecektir.
DÜNYADA HİÇBİR KUVVET ABD VE İSRAİL’E DOKUNAMIYOR
Gerek Fransa’nın Cezayir’de yaptığı gerekse Amerika’da Kızılderililerin başına gelenler de soykırım olarak değerlendirilebilir mi?
Kızılderililerin başına gelenleri bir grup soykırım olarak değerlendiriyor. Diğer grup “soykırım değildir, bir çatışma ortamıydı ve bu ölümler oldu” diyor. Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdikleri aynı şekilde.
Soykırım veya kitlesel öldürmeler konusunda dünyada hiçbir devlet “benim elim temiz” diyemez. Her devletin geçmişinde az da olsa bu konuda bir leke vardır. O yüzden “benim yaptığım soykırım değil senin yaptığın soykırım” ifadesi kullanıldığında soykırımla suçlanan devlette bir savunma refleksi oluşacaktır. Kimse “yoğurdum kara” demeyeceği için kendi yaptıkları şeyleri soykırım olarak kabul etmiyor. Yoksa onların yaptıkları da incelendiğinde soykırım olduğu söyleniyor.
Balkanlarda gerçekleşen ve milyonlarca Müslüman’ın öldürüldüğü katliâmlar vardır ama bunlar uluslar arası ceza hukuku kitaplarında yazmaz. Milât 1915 olayları ve Ermeni soykırımıdır. Ondan öncesine değinmezler. Burada ister istemez dinsel ya da etnik farklılıklara göre bu soykırımdır bu değildir gibi bir ayırıma gidildiği düşünülebilir.
İsrail’in, Filistinlilere yaptıklarını hangi çerçevede ele almak lâzım?
İsrail’in Filistin’e karşı gerçekleştirdiği tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bir tecrit politikası var. Ariel Sharon’un geçmişte karıştığı olaylar da var.
Aynı Srebrenica da olduğu gibi mi?
Aynı şekilde. Mülteci, silahı bulunmayan savunmasız kişilere saldırı düzenleniyor. Eylül 1982’de Lübnanlı Hıristiyan Falanjistler liderleri Bashir Jemayel’in öldürülmesinin intikamını almak amacıyla Sabra ve Satilla kamplarına saldırarak 3 gün içinde 800 kişiyi öldürüyorlar. Anılan kamplar İsrail devleti tarafından kuşatılmıştı ve bir çok kişi halen bu Falanjist güçlerin İsrail’in izniyle kamplara girdiğini düşünmektedir. Olaydan sonra İsrail tarafından kurulan Kahan Araştırma Komisyonu, Ariel Sharon’un da içinde bulunduğu bazı askeri liderleri ve görevlileri dolaylı olarak bu katliâmlardan sorumlu bulmuştur. Ancak ne Lübnan’da ne de İsrail’de bu konu üzerinde bir soruşturma veya yargılama yapılmadı. Dahası Lübnan’da 1991 yılında çıkarılan bir yasa ile Lübnan iç savaşı sırasında işlenen suçlardan dolayı af ilân edildi.
Bunun da bir savaş suçu olarak kabul edileceği söyleniyor. En son Lübnan’a gerçekleştirdiği operasyonda da İsrail bağımsız denetçilerin de söylediği üzere kimyasal ve biyolojik silâhlar kullanmıştır. Ama dünya üzerindeki dengeler, hiçbir kuvvetin ABD ya da İsrail’e dokunamayacağını gösteriyor.
Irak’taki işgale ne diyorsunuz? 4 yılda 700 bin kişinin öldürüldüğü söyleniyor.
Amerika’nın Irak’ta gerçekleştirdiği durum saldırı suçu olarak tanımlanıyor. BM Statüsü’nde de kural olarak yasaklanmıştır. Ayrıca Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisine giren bir suç tipidir. Yani bir devletin başka bir devleti işgal etmesidir. Ancak henüz saldırı suçunun tanımı yapılmamıştır, ayrıca ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini de kabul etmemektedir.
SOYKIRIM VE MİLLİYETÇİLİK
Bir de Ermenilerin Hocalı’da gerçekleştirdikleri katliâmlar var. Srebrenica kararı bu olayla irtibatlandırılabilir mi?
25 Şubat 1992’de gerçekleşen olayları Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı çerçevesinde değerlendirdiğimizde Ermenilerin -ki bu da Rus birliklerinin işbirliği ile yapıldığı söylenen katliâmdır- Hocalı’dan sorumlu tutulmaları da söz konusu olmayacaktır. Biz hep Azeri tezlerini biliyoruz. Ermeni tarafı BM’ye gönderdiği yazıda, “bunları yapan biz değiliz, Dağlık Karabağ bölgesindeki Ermenilerdir. Onlar da kontrolümüzde değiller. Ölen kişi sayısı da 600 değil 15-20 kişidir. Bunlar çatışma ortamında birbirine girmiş ve ölmüşler bizim bir bağlantımız yok” diyor. Halbuki öldürülenlerden sadece 83’ü çocuktu. Bu karar ışığında Ermenistan’a soykırım suçunun izafe edilmesi de mümkün olmayabilecektir.
Soykırım ile milliyetçilik-ırkçılık arasında ne gibi bir bağlantı olabilir?
Soykırımla ırkçılık arasında aslında kuvvetli bir bağ bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı esnasında ve öncesinde Nazi Almanyasının Yahudilere ve Çingenelere, akıl hastalarına karşı giriştiği soykırım bunun açık örneğidir. Zira burada Nazi yönetimi Almanların üstün ırktan olduğu savıyla hareket edip Yahudilerin kanlarını, kültürlerini, yaşamlarını zehirleyen alt bir ırk olarak gördüler. Eğer aynı topraklarda bir ırk diğer ırkı aşağı görmeye başlarsa ve halk da yöneticiler tarafından başa gelen tüm belâların sorumlusu olarak farklı ırkı ya da topluluğu gösterip manipüle ederse bu ister istemez soykırımı doğurabilir.
Öte yandan bu manipülasyon sonucu tüm kötülüklerin farklı ırk ya da topluluktan geldiğine inanan halkın da bu soykırıma katılması veya sessiz kalarak onay vermesi mümkündür. Bu anlamda hiçbir devlet kendi topraklarında soykırım suçunun gerçekleşmeyeceğini peşinen söyleyemez çünkü bana göre uygar olsa bile bir devletin soykırıma yakınlığı demirin pasa yakınlığı gibidir.