İsmail BERK
Sürekli Rüzgarlardan Ahmet ağabey
Mütevazı bir Anadolu ailesinin dindar evladıydı. Rahmetli babası onu ticarete alıştıracak şekilde alacaklarını köylere ve ilçelere tahsile gönderirdi. Haliyle yolu, yolculuğu, diyaloğu, alacağı ve dostluğu hayatın içinde öğrenmişti.
Onu tanıdığımda, Meçek Han’da toptan kumaş ticareti yapan bir esnaftı. Dükkan küçüktü, kumaşlar orta tezgahı bile dolduracak vaziyetteydi, kapı girişine yakın küçük bir masadan sağındaki pencereden baktığında hanın avlusunu ve üst katları ile geleni görmek mümkündü.
Tevazuu, sükuneti, anlama çabasını ve hayatın içinde ketum olmayı fazlasıyla hazmetmişti. Dükkanına müşteri kadar hatta daha fazla işi düşen gelirdi. Tayin, işe girme, mağduriyetini giderme, hayırlı işine vesile olma, bir ihtilafı çözme, barıştırma işlerine koşardı. Kendi hızında ama süreklilik içinde bir teenni ile.
Toplumun gergin ve çatışmayla anarşiye dönüşmüş 1970’li yılların ikinci yarısından bahsediyorum. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin önceleri. Fikirlerin gücü yerine gençlerin eline silah verdirip, sağ-sol kavgasında tahrik ve provokasyonlarla dolu bir dönem. Hatta “Darbe olgunlaşsın diye bir yıl bekledik” açıklamasını 12 Eylül’den sonradan yapan darbeci generallerin tezgah kurduğu dönemler. Haliyle ortalık toz duman. Risale-i Nur talebeleri müspet hareketin azami düsturlarına uysalar da sokak, medya, gençlik, devlet ve iktidar bir ateş çemberinde. Toplum gergin ve kutuplaşmış vaziyetteydi.
Ahmet ağabeyimizi fark ettiğimiz bu yıllar, lisede öğrencilik yıllarımızdı. Kendisi aynı zamanda Adalet Partisi il yönetimindeydi. Sessiz ve temkinle fakir fukaranın, ehli imanın ve Risale-i Nur çevresi ile diğer toplum katmanlarının farklı kesimlerine takatince yardımcı olurdu.
Diğer yandan esnaftı, varlıklıydı, itimat edilirdi ama mütevazı yaşadı. İktisada uygun, ama hizmette olması gereken şekilde harcadı. Muhtaç insanlara daha sessiz katkılar yaptı.
İstanbul’a düzenli gider, toptan kumaşlarını alırken, haliyle Risale-i Nur hizmetinin merkezlerine uğrar, misafir olur, bugün rahmetle andığımız bir çok ağabeyi özel ziyaret eder, sohbette bulunur ve onları Urfa’ya davet ederdi. Böylece ihvan sofralarına altyapı hazırlar ve dostluk köprülerini kurardı.
Zübeyir ağabeyden başlayan hemen hemen bütün halkalarda ağabeyler o dönem bu gelenek içinde bir muarefe ve beraberlik içindeydi. İstanbul’a gidenler için ağabeylerin duasını almak ayrı bir vasıftı ve feyiz alma arzusu kuvvetliydi. Ekseriyeti ile bir şekilde istifade ettiği hatıraları vardı.
Ahmet abinin, içtimai ve sosyal hayatının siyasetle birlikte şekillenen Şanlıurfa hizmetlerinde, Risale-i Nur grupları arası diyaloglarda ve toplum nezdinde Nur talebelerinin ortak duruşlarını temsil eden ortak bayramlaşmalarda teşvik edici ve muhabbet ehliydi. İhtilaflarda kapı kapamak yerine maslahata uygun tedbir ve idareyi ister ve ona göre kafa yorardı.
Temkinli ve itidalli olmayı hiçbir zaman elden bırakmazdı. Tehevvüre sebebiyet veren hallerde veya bir sıkıntının arka planını fark edip tecrübenin gözüyle mahiyetini anladığı fikri, cemaati, insani, toplumsal veya kamu hukukunu ilgilendiren konularda, heyecanını, endişelerini ve makul tepkisini yansıtırdı. Sadece böylesi netameli hassas zamanlara has hassasiyetleri ve meziyetleri daha sorumluluk ve idrak içinde olurdu.
Şanlıurfa İlim Yayma Cemiyeti’nin hizmetlerini 1970’lerin başında Şanlıurfa’da Nur talebeleri deruhte ediyordu. Burslar veriyorlardı. Rahmetli Mehmet Yeşilnacar, Eyüp Karakeçili gibi ağabeylerle birlikte.
Bıçakçı meydanı denen eski Urfa evlerinin dar sokaklarında gökyüzü ile selamlaşmanın yaşandığı o mahrem ve mazbut koridorlarda ilerleyip “hayatlı” bir evin kapısından içeri girdiğimizde yine avluya giden bir koridoru ve ardından misafir karşılayan evin salonuna giden kapıdan girerdik. Zamanın ruhu içinde “Hayatlı Ev” dedikleri mekanlar ve meskun mahallerdi evler. Çok ders okundu, çok misafir ağırlandı o hanede. Derste, Urfa’nın dışarıda okuyan genç zekalarından Ömer Şahin gibi fikri sorgu ve diyalogda daha rahat arkadaşların ufak bir sinyali ile mutfakta ayrı bir faaliyet hissettirilmeden başlatılırdı gecenin ders sonraları mahfuz vakitlerinde. Hususi sohbetin devamında gelen çiğköfte faslı, bu hane için alışık bir haldi. İkramı, sofrayı, usulü bilirdi. Çok kısa süre önce vefat eden muhtereme eşleri ablamız, hayatı boyunca Urfa’nın irfan adabı ve İslam ahlakı ile mahrem hassasiyetinde çarşafla idame etti bütün hayatını. Rabbim cennetinde ikramlarıyla ikramlandırsın her ikisini de.
İsrafa, gösterişe ve beklentiye kapalı bu ulvi haller zamanla tecrübenin, tasarrufun, temkinin ve temsilin her daim ne denli uzun soluklu ve sabır isteyen bir hal ve tavır olduğunu öğretecekti hepimize.
Beraberliğe değer verirdi, gençliği desteklerdi, görüşmelerinde iyi bir gözlemciydi, müşahede aleminde oluşmayan bir fikre, bir heyecana veya hamasete kolay kolay ikna olmazdı. Zahiren pasif, hakikatte daha çekingen tavrın sebepleri vardı şüphesiz. Başta 27 Mayıs olmak üzere 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin bilhassa Nur talebeleri üzerindeki baskısını, fitnesini ve ihtilafa sebebiyet veren meselelerinin öğrettiği sıkıntılar ve ardı sıra gelen ihtilaflar ile korkular, onları ittifak içinde sükunete ve zamanın bahrinde sabırla düşünmeye ve maslahatı gözeten tedbirlere sevk ediyordu.
Kollektif hafıza, istişare, zamanla katılım, iştirak ve teşebbüs cesareti hep bu gölgelere dikkat ederek gelişiyordu. Fıtri bir vaziyetti ve müspet hareketin hayat-ı içtimaiye ve beşeriye muvazenesine münasip düşerdi.
12 Eylül 1980 sabahı kaldığımız mekanın zili çok erken bir saatte çalmıştı. Kapıyı açtığımızda Ahmet ağabeyimizi karşımızda görmüştük. Buyur ettik. Biraz tedirgindi ama sükunet vardı yine. “İnkilap oldu” dedi. Doğrusu bunun ne anlama geldiğini tam anlayacak tecrübemiz yoktu. Gün boyu misafirimizdi. 27 Mayıs 1960 darbesinde Demokrat Parti yöneticilerini topladıkları için o hafızaya sahipti. Bize yol gösterici tedbir ve tavsiyelerde bulundu.
1979‘da Ankara’ya birlikte gelmiştik. O zamanlar Adalet bakanı hemşehrimiz Necmettin Cevheri idi. Randevusu vardı. Meclis binasında bizi bekliyordu. Karşılayıp yemeğe götürdü bizleri. Urfa’nın meselelerini müzakere ettiler. Liseyi yeni bitirmiş bir gençtim. Ama o ortamda bir arkadaşı gibi takdim etti. Doğrusu her zaman içimde hissettiğim bir nezaket ve mahcubiyet anıdır. Bakan bey “Talep ettiğiniz bir şey var mı?” diye sorduğunda “Urfa’da bir tane noter var sayın bakanım. Vatandaş işlemlerinde sıkışıklık oluyor, ikinci bir noter istiyoruz” dedi. Bakan bey de büyük bir ciddiyetle mevzuyla ilgilendi ve talimat verdi.
Onu tanıyalı, bileli 44 yıl oldu. Onunla istişare ettiğimiz konular ise son otuz yılımızda çok fazlaydı. Her daim soru sorar, sorgular, fikir almayı ve kanaatlerini oluşturmayı ve ardından teşvik etmeyi severdi.
Risaleye, çevresine, millete, hayra, huzura ve bunun karşısına düşen her türlü hissi, tezgah kokan, fitnelere karşı teyakkuz halindeydi zihni muhayyilesi. Bunu dışardan fark edilemeyecek kadar enfüsi tutardı. Menfiye müheyya hal ve hareketlere karşı, kendisinin çok sevdiği ve özlediği insan modeli olarak tarif ettiği “Beşşaş”tı. İdrakin uyanıklığı, sessiz disiplinin koruyucu zırhıydı.
1980’lerin sonunda Bediüzzaman Vakfı’nı kurduğumuzda kurucu başkanımızdı. Ekip içinde faaliyet zincirinde kendine has ve yakışan rolüyle rehberliği iyi yapardı. Fark edene ve sözü anlayana uygun bir üslup ve bazen ima ile. Hizmetlerin inşasında her zaman sorumluluk altında kendisine düşenleri ifa ederdi. Üzüleceği tavırlara maruz kaldığında görmezden geldi çoğu zaman. Bunları defalarca paylaştığı için kısaca not düşüyorum sadece. Olgunluk böyle bir şeydi. Zamanın öğüteceği dalgalara ve rüzgarlara açılmazdı.
Gerçekten Rüzgar’dı soyadı gibi. Ama Yumuşak rüzgar, enerji üreten ve dalga kıran. “Rahmet nesimi”nin esintisi ile uzun metrajlı bir filmin senaryosu gibiydi.
2000’lerin başında Yenisiad’ı kuran altı kişiden biriydi. Ticaret dünyasını ve rızkın bereketini bilirdi. Teşebbüs fikirlerini istişare talebinde bulunan çevresiyle paylaşırdı. İyi bir tecrübeydi. İstanbul piyasasını bilirdi.
Son on yılın hayatındaki en büyük özlemi Risale Akademi’de çalıştığımız Medresetüzzehra faaliyetlerini seyri ve inşasıydı. Bunu birkaç hocamızın şehadetiyle defalarca arayıp gündemde tutmak istedi.
Şekil ve şartlarına kadar soruyordu. Kaynaklarını bu tür hizmet alanlarına tahsis ederdi. Özellikle 4-5 yıldır ciddi sağlık durumuna rağmen zihnen beşşaş anları vardı. Ya arar ya da haber gönderirdi. Biz de hakkını tam veremesek te hukukumuzu koruduk şükür.
En son yaptığı hizmet külliyesi ile maddi ve manevi varlığını tecesssüm ettirdi İndallahta.
Hizmet kademelerinin neşriyat, sosyal hayat, siyaset, ticaret, sivil toplum, eğitim ve benzer her safhasında emaneti doğru tutma ve dalgalanmalara girmeme hassasiyeti ile istikametini tamamladı.
Malum üç çeşit rüzgar vardır; Sürekli, mevsimlik ve yerel.
Sürekli Rüzgarlar, “Dünya üzerindeki sürekli basınç alanları arasında yıl boyunca aynı yönden esen rüzgârlardır” şeklinde tarif edilir. İşte Ahmet ağabey istikameti Risale-i Nur’dan alan böyle bir Rüzgardı.
Rabbim rızası dairesinde merhametiyle muamele etsin. Rüzgar ailesine, hassaten kardeşine ve evlatları ile torunlarına da iman ve Kur’an hizmetinde babalarının bu asil yürüyüşünü nasip etsin.
Sabır ve başsağlığı diliyorum başta ailesine, bütün ahiret kardeşlerine ve yol arkadaşlarına.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.