Tabiat sanattır sanatkar olamaz

Tabiat sanattır sanatkar olamaz

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Gayet vahşî bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletin nizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini, kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır.

Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camie, Cuma gününde dahil olur. O cemaat-i Müslimînin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarını müşahede eder. Mânevî ve semâvî kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve Şeriat Sahibi, nin emirlerinden gelen mânevî düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.

İşte, aynı bu misal gibi, Sultân-ı Ezel ve Ebedin hadsiz cünudunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve o Mâbûd-u Ezelînin muntazam bir mescidi olan şu kâinata, mahz-ı vahşet olan inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultan-ı Ezelinin hikmetinden gelen nizâmât-ı kâinatın mânevî kanunlarını birer maddî madde tasavvur ederek ve saltanat-ı rububiyetin kavânîn-i itibariyesi ve o Mâbûd-u Ezelînin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevî ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını, birer mevcud-u haricî ve maddî birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara "tabiat" namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbâniye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek, misaldeki vahşîden bin defa aşağı bir vahşettir.

Elhasıl, tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise, ancak bir san'at olabilir, sâni olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri' olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir, kadîr olamaz. Mistardır, masdar olamaz. (Lemalar Sh. 189)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
MUNTAZAM : Düzene girmiş, intizamlı.
KIŞLA : Askerlerin barınmalarına mahsus bina veya yer.
TÂLİM : Öğretme, yetiştirme, eğitme.
FIRKA : Grup, parti, topluluk, tümen.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
NİZÂMÂT : Düzenler, muntazam olanlar.
KÁNUN-U PADİŞÂHÎ : Padişahlık kanunu.
TAHAYYÜL : Hayâle getirme, fikir kurma, hayalde canlandırma.
MUAZZAM : Büyük, iri, kos koca.
CEMAAT-İ MÜSLİMÎN : Müslüman toplumu.
MÂNEVÎ : Mânâya âit, maddî olmayan
SEMÂVÎ : Cenâb-ı Hak tarafından gönderilen, gökten gelen.
MECMÛ : Tamamı, hepsi, bütünü, toplamı.
İBÂRET : Meydana gelmiş, toplanmış.
ŞERİAT : Doğru yol, hak din yolu; İslâm dini, İslâm\'ın bütün hükümleri.
DÜSTUR : Kaide, prensip, ölçü, ayar.
ESİR : Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan.
MASKARA : Eğlendirici ve güldürücü.
SULTÂN-I EZEL VE EBED : Zaman ve mekanla kayıtlı olmadığı halde, bütün zamanlar ve mekanlar tasarrufu altında olan Cenab-ı Hak.
CÜNÛD : asker.
MÂBUD-U EZELÎ : Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan ve bütün yaratılmışların kendisine ibâdet ettiği Cenab-ı Hak.
MAHZ-I VAHŞET : Vahşetin ta kendisi.
FİKR-İ TABİAT : Tabiat fikri.
MÜNKİR : İnkârcı, kabul etmeyen.
NİZÂMÂT-I KÂİNAT : Kainattaki düzenlilik.
SALTANAT-I RUBÛBİYET : Allah\'ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti.
KAVÂNÎN-İ ÎTİBÂRİYE : Görünmeyen, varlığı neticelerinden anlaşılan kanunlar.
MÂBUD-U EZELÎ : Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan ve bütün yaratılmışların kendisine ibâdet ettiği Cenab-ı Hak.
ŞERİAT-I FITRİYE-İ KÜBRÂ : Allah\'ın tabiata koyduğu büyük kanun. Büyük yaratılış kanunu.
AHKÂM : hükümler, kanunlar, nizamlar, prensipler.
DÜSTUR : Kaide, prensip, ölçü, ayar.
MEVCUD-U HARİCÎ : Maddi ve hakiki bir vücudu olan.
VÜCUD-U İLMÎ : İlim ve mana olarak var olmak.
İKAME : Oturtma, yerleştirme. Ayağa kaldırma.
İCAD : Yoktan yaratmak.
CİLVE-İ KUDRET-İ RABBÂNİYE : Rabbânî kudretin görüntüsü,tezâhürü.
ZÎKUDRET : Kudret sâhibi.
MÜSTAKİL : Bağımsız, başlı başına.
KADÎR : Her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi Allah.
TELÂKKÎ : Anlama, anlayış, kabul etme.
TABİİYYUN : Tabiatçılar, materyalistler, tabiata tapanlar.
MEVHUM : Olmadığı halde var sanılan, kuruntu edilen.
HAKİKAT-I HÂRİCİYE : Hayat gibi âlem-i şehadete gelmiş varlık.
NAKKAŞ : Nakış yapan, süsleyen.
ŞÂRİ\' : Kanun koyucu. Şeriatı kuran.
MAHLÛK : Yaratılmış, yoktan var edilmiş olan.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
MÜNFAİL : Tesir ile harekete geçen, yapılan fiilden tesir gören.
FITRAT : Yaratılış, huy, tabiat.
FÂTIR : Benzersiz ve harika şeyleri yaratan Allah.
FÂİL : Bir işi yapan.
MİSTAR : Yazının güzelliğine yarayan âlet, çizgi âleti; cetvel, herhangi bir şeyin kaynağından çıkmasına yarayan âlet, (bir çeşmenin suyunun bulunduğu yer masdar, musluğu ise mistardır.)
MASDAR : Kaynak, bir şeyin çıktığı yer.