Mustafa NUTKU
‘Tesbîh’ kelimesi hakkında
Ülkemizde halk dilinde “tesbîh” denilince, onun “genel manâsıyla” 33 tane tahta, plastik veya bazı taşlardan boncukların “imame”adı verilen baş kısmı ile birlikte bir ipe dizili olduğu nesne akla gelir. Halk dilinde “genel manâdaki bu tesbîhi” namaz kılan ve namaz kılmayan bazı erkekler de kullanır; fakat namaz kılanların daha ziyade kullandığı tesbîh, boncukları sadece 33 tanelik değil: 33 tanelik 3 kısım halinde olan 99 tanelik tesbîhtir. Onlar her namazdan sonra bu tesbîhle, kıldıkları “namazın çekirdekleri” hükmünde olan 33 defa Subhanallah, 33 defa Elhamdülillah ve 33 defa da Allahüekber “zikrini” ve ardından da “namaz duasını” yaparlar.. O zikirlerin her birinin 33 aded olması çok mühimdir ve “içinde büyük manevî servet” olan bir kasanın şifresi gibidir.
Ülkemizde “tesbîh”in, belli sayıdaki (33 veya 99 sayıda) boncuğun dizilmiş hâlinin, sadece “dinî mahiyet” taşımadığı, dinimize baskılar yapıldığı yakın geçmişteki gazete haberlerinde de görülmektedir. İslâm dinine ve Müslümanlara muhalefetin yoğun olduğu o dönemde Ankara’da bir eve yapılan baskında, Müslümanların okudukları dinî kitaplardan, namaz kılarken başlarına koydukları takkelerden, sarıklardan ve cüppelerden -sanki onlar “suç delilleriymiş gibi”- bahsedilirken, onların yanında büyük bir ihtimalle mevcut olan tesbîhlerden ise o manâda hiç bahsedilmemektedir.
Ülkemizde namaz kılmayanların da, stres gidermeye çalışmak, “el meşgalesi” veya başka bir dünyevî amaçla edindiği ve kullandığı o tesbîhlerden başka, aslında “tesbîh” kelimesinin çok mühim bir dinî manâsı vardır.
Osmanlıca-Türkçe lügatta “tesbîh” kelimesinin aslının Arapça, isim ve “sebh” kelimesiyle ilgili olduğundan bahsedilerek, onun manâsı şu şekilde verilmektedir: “1- Allah’ı bütün kusur ve noksan sıfatlardan uzak tutmak, Subhânallah demek, Cenab-ı Hakkı (c.c.) şanına lâyık ifadelerle anmak, Allah'a söz, iş, davranış ve kalble içten ibadet etmek. 2- Her namazın sonunda otuz üçer defa Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahüekber demek.”
“Tesbîh”in lügattaki bu manâsı da, onun ehemmiyetine çok kısa olarak dikkati çekmektedir.
Her namazın sonunda, 33 defa Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahüekber denilmesi, bu üç mühim zikir kelimesinin namazın hülâsası ve manâsının tamamlayıcıları olmaları sebebiyledir. O üç mühim zikirden ilki olan “Sübhânallah”, kelime yapısı olarak da “tesbîh” kelimesi ile ilgilidir ve “Allah’ı bütün kusur ve noksan sıfatlardan uzak tutmak. Cenab-ı Hakkı şanına lâyık ifadelerle anmak. Allah’a söz, iş, davranış ve kalple içten ibadet etmek” demektir.
“Tesbîh” kelimesinin bu asıl manâsının ehemmiyetinin büyüklüğüne, Kur’an-ı Kerîm’in İsrâ Sûresinin 17/44. âyetinde mealen şöyle dikkat çekilmektedir:
“Yedi gökle yer ve bunlarda bulunan her şey O’nu tesbîh eder. Ve O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların tesbîhlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki, O Halîm(azapta hiç acele etmeyen)dir, Gafûr(çok bağışlayan)dur.”
“Tesbîh” kelimesinin bu dinî manâsının ehemmiyeti anlaşılmaya ve o anlayışla yaşanmaya çalışılmalıdır.
***
Risale-i Nur Külliyâtının Osmanlıca el yazısıyla telifinin başlamış olduğu yer olan Barla’ya ilk gittiğimde, Bediüzzaman’ı hayatta ve Barla’dayken onu tanıyanlardan bir Barla’lı, Bediüzzaman’ın, ikamet ettiği evin yanındaki çınar ağacının önünde bana, Bediüzzaman’ın o çınarın evinin penceresinin hizasındaki kısmının dalları arasında bir yere yaptırdığı tahta platforma her gece çıkarak seccadesini serip, sabaha kadar yüksek ve çok dokunaklı bir sesle zikrettiğini; yüzlerce küçük kuşun da o ağaca konup kendi sesleriyle onun zikrine iştirak ettiğini söylemişti ve ardından da, “Biz, hocaefendinin kıymetini o zaman bilemedik” sözlerini o günleri hatırlarken, hüzünle ve pişmanlıkla ilave etmekten de kendini alamamıştı.
Bediüzzaman, Barla’daki evinde, Çamdağı’nda ve hayatını geçirdiği diğer yerlerde her gece sabahlara kadar zikrederken, Allah’ın bütün mahlûkatının tesbîhlerini de Allah’a arz eden hakikî bir “halife-i arz” hüviyetini de ortaya koyuyordu. O, İsrâ Sûresi’ndeki, bütün mahlûkat âleminin Allah’ı tesbîh ettiğinden bahseden 17/44. âyetin, Risale-i Nur eserlerinin telifinde kendisine büyük ışık tuttuğunu ve ilham kaynağı olduğunu söylemişti ve Risale-i Nur eserlerinin telifinde her bahsin başında besmeleden sonra ekseriya bu âyeti de zikretmişti. Risale-i Nur eserlerinin değişik yerlerinde, besmeleden sonra tam 139 defa da bu âyetin tekrarlandığı görülmektedir.
***
“İsrâ Sûresi’nin 17/44. âyetinde bahsedildiği gibi, bütün mahlûkat âleminin Allah’ı zikretmesi nasıl olabilir?” sorusunun cevabı çok zor gibi gözükse de, aslında çok kolay olarak verilebilir: İnsanın, tüm canlıların, tüm cansız varlıkların, tüm kâinatın hiç ara vermeden sürekli olarak konuştuğu “lisan-ı hâlleri” (hâl lisanları) vardır. O “lisan-ı hâlleri” ile Allah’ı devamlı olarak tesbîh etmekte; kendilerini yaratan ve çeşitli vazifelerde mükemmel olarak çalıştıran Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmektedirler…
İnsanların günlük konuşma dilinde çok kullanılan, insanların “beden dilleri” de, “onların “lisan-ı hâlleri”nin bir kısmıdır. Ancak, “insanların lisan-ı hâlleri”, sadece onların bedenlerinin dış görünüşleri, tavırları ve davranışlarıyla sınırlanamaz; onların maddî-manevî varlıklarının bütün unsurları, akılları, hafızaları, tahayyülleri, çeşitli kabiliyetleri, hisleri, dış ve iç organları, dokuları, hücreleri, molekülleri, atomları, kuvarkları ve bunlardaki hâl değişmelerinin tümünün faaliyetleri ve “hâlden hâle geçişleri”, “insanların lisan-ı hâllerini” meydana getirir!.
“Lisân-ı kâl” olmasa da veya varken sussa da, “lisan-ı hâl” susmaz!.
Bütün varlık âlemi “lisan-ı hâlleriyle”:
“- Biz, kendi kendimize olmadık, biz tesadüflerin, tabiatın, evrimin, çevrimin eseri değiliz; biz noksan sıfatlardan münezzeh, bizimle beraber bütün varlık âlemini de yaratmış olan Allah’ın eserleri ve O’nun vazifeli memurlarıyız. Kendimize ait hiç bir şey yok! Sadece, O’nun isim ve sıfatlarının tecellîlerini gösteren aynalar gibiyiz..” diyerek, Allah’ı tesbîh etmektedirler!.
Ancak, ayni âyetin devamında da denildiği gibi, insanların büyük ekseriyeti, bütün varlık âleminin “lisan-ı hâlleriyle yaptıkları bu tesbîhlerini” anlamazlar!.
Ne kadar yaşayacaklarına dair ellerinde en küçük bir garantileri bile bulunmayan insanların büyük ekseriyeti, bu gelip geçici dünya hayatlarına ebedî kalacaklarmış gibi sımsıkı sarılırlar ve bunun için, anadillerinden başka dilleri de ve diğer bazı bilgileri de dünyevî mesleklerinde ilerleme sağlayacağı ve kendilerine dünya menfaati imkânlarını açacağı hesapları yaparak öğrenirler. Halbuki, “asıl istikbal”; ebedî âhiret hayatı için kazanılacak olan istikbaldir!.
İnsanlar “âhiret istikballeri” için, İsrâ Sûresi 17/44. âyette dikkat çekilen “yedi (kat) gökler, yer ve onların içindekiler”in lisan-ı hâlleriyle Allah’ı tesbîhlerini anlamaya ve tefekküre de çalışsalar; bütün ilimlerin başı olan “Marifetullah”da (Allah’ı tanımakta) ve onun üssü’l-esası olan “İman-ı billah”da (Allah’a iman etmekte) çok terakki edebilecekler ve kazançları çok fazla olabilecektir..
***
Acaba, insanlardaki gibi hayvanların da, kendi “lisan-ı hâlleri”nden başka, insanların “lisan-ı kâlleri”ne benzer tesbihleri hiç yok mudur?
Bu konuyla ilgili olarak da, Risale-i Nur’daki 24.Söz, 1.Dal’da; göğün gürlemesi, fırtınalar, ağaçların yapraklarının rüzgarın esmesiyle çıkardıkları sesler, başta bülbül olmak üzere kuşların nağmeli sesleri vd’den başka; kedilerin de insan diliyle “Ya Rahîm” ismini bariz şekilde zikrettiğine dair Bediüzzaman’ın dikkat çektiği tesbiti ve bir Bulgar profesörün de 25/04/2008 de, Bulgaristan’da TRUD gazetesinde yayınlanmış olan, sivrisineğin kanat çırparken çıkardığı sesin yavaşlatılmış ve insan kulağının algılama ve konuşma ritmine indirgemiş şeklinin, insanın “lisan-ı kâl”iyle yaptığı tesbîhe benzediğine dair çalışmasından misal olarak bahsedilebilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.