M. Nuri BİNGÖL
Tırmanma şeridi
Kimi yerlerde diken setleriyle, çalı barikatlarıyla kapalıydı, kesik ve aşılamaz geliyordu insana.
Devrik çam gövdeleri birer maniadan beter.
Bir acayip sivrilikte taş ve ipiri kayalar mı? Onlar da cabası.
Bütün bunlara kulak asan bile yok, ama... İşin içinde “karanlığa kalmak” da var!
Bu yüzden bile yürümeli, hep yürümelisin; bıkıp usanmadan, ısrarla...
Dikkatini hedefine vererek yürümene titizlen sadece, bütün “hissiyat”ını yalnızca onda topla.
Başını dimdik, zihin ve idrâkini hep dinç, yüreğini perk tut daima...
Zira...
“Karanlığa kalmak da var!”
Ümitsizlik dikenleri ayağına hiç batmasın. Hırs denilen polattan barikat kalbine ayak bile basmasın. Yeter ki yoluna git sen. “Karanlığa kalıp kalmama” endişesi bile soluğunu kesmesin.
Yan tarafında, “derin dere”ye inen bir uçurum mu varmış?..
“Varsa , vardır!.”
Yabani çalıların dikenleri “müfarakattan” ellerine mi takılırmış...
“Ne olacak ki... Takılır.. elbet.”
Çam gövdeleri yolunun önüne bir eşkıya heybetiyle dikilip hızını da azaltabilir pekâla.
“Takdir, başa gelene sabır...”
Ne doğru; hepsi de takdir, hikmetin tecellisi. Ama gene de...
“Ama mecbur bırakıldım. Bir başka şans tanınsaydı bana...”
Öyleyse bu şikayetlerin ne; sürü sepet sitem ederek tomarla iş yapma pozların.. ne gerek var bunlara?
“Bir ihtimal, gerek vardır belki de!..”
Öyle “ buyuruyorsan”, eh, gıkımız bile çıkmaz buna da. Hem bize düşen neyse, bir hâl yoluna girdirilir; başa gelen çekilir.
“Buradan... Bizden önce geçenler de olmuş elbet!”
Tersi görünseydi eğer, bu “derin dere”ye kavisli kaygan yolu bile bulamaz, bir “kel” yamaçta olurdun ki... O da nereye, nasıl ve ne ile gideceğini; niçin ve neden olduğunu bile anlamadan.
Ne aynısı, ne de gayrısı izleri, ayak vuruşlarının şiddetleriyle inşa ederekten çizenleri ve en son da Onu tanıyamamış olsaydın belki, sana hiç bir yol geçit vermez , kalakalırdın bıkkınlıktan ve şaşkınlıktan.
Onları mânen tâkip edişinin şeref ifadesi olan sürüyle engeli dahi göremezdin. Dereye doğru kayar giderdin!
“Hatt-ı muvasala”yı temin mi etmek? Git azizim, git! Bırak düşünmeyi, yürüyemezdin bile...
Cücelikler yığılırdı başına, “Yed-i beyza”yı gözlerken bir de...
“Yaşları silme” işine muhatap olayım derken, “Dipsiz kuyu”ların merkezine iner de haberin bile olmazdı!
“Öyle ya ; o izlerden yürümezsem, işin içinde karanlığa kalmak da var.”
Ondandır ki uçurumun dikliğine, yolun ikide bir sert dönemeç almasına, ona ve buna hiç aldırmadan, çalıların “elini yırtmasına” kulak bile asmadan, ışık topunun dağlar ardına - veya sipere- sinmesinden endişe etmeden, kaygan mı kaygan killi topraklı yolun “kesek”lerinden nem kapmadan, gövdelerin birden çok yüzlülüğünü ve hiçbir hilesini umursamadan, “Hakikat”a olan ihtiyacını çoğaltan bir idrâkle, hep yürümelisin ; “maskeli balo masalı”na da hiç dalmadan ama...
Silkelemesin “an”ı, “hâl-i hazır”ı; kendini ve haddini bilerek yürümeli, yürümelisin.
Karanlığa kalmayacağından emin olmak isteyen o kadar fazla insan var ki...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.