İsmail BERK
Demokratik açılıma doğru-3
İnsani değerlerin önü açılmalı
Söze, nihai fikir ve niyetimizi ifade ederek girelim: Rotamızı öncelikle insanileşme yönüne çevirip, temel hak ve hürriyetler bağlamında demokrasinin inşa edileceği zemini tahkim etmeliyiz, güçlendirmeliyiz. Bu anlamda temel prensipleri ortaya koymakta fayda var.
Perspektiflerimizi belirlerken, önümüzü aydınlatacak projeksiyonumuzun görüş alanı kıymet kazanır. Perspektifler, uzağı yakın edercesine, karanlığı aydınlatırcasına, riskleri bertaraf edercesine, engelleri yararcasına, insaniyeti ararcasına zihnimizi, kalbimizi ve vicdanımızı saracak niyet, irade ve temsil hakkını vermelidir. Nuranileştirdiği kapsam ve ufuk esas alınmalıdır.
Önümüzü zor görüp gelecekten dem vurmak, bu günü konuşurken dünde yaşamak ve geleceği hayal edememek, istikbali etüt ederken olumlu adımların hasmı olumsuz örneklere takılıp çözümden mahrum kalmak ve moralimizi bozmak, projeksiyon tuttuğumuz alanın çapı ve ortaya koyduğumuz perspektiflerin sağlıklı olup olmadığıyla yakından ilgilidir.
Geçen yüzyıla ve bu yüzyıla projeksiyon tutmuş, perspektifleri önümüze koymuş, bunların proje başlıkları ile çerçevelerini vermiş Risale-i Nur’la, bu günün aktif meselelerine çare arayabiliriz. Öncelikli şart, okuduğumuzu farklı atıflarla tekmil etmek için müzakere ederek, farklı ihtisas alanlarının beraberce yeni manaları keşfetmesine açık davranmaktır. Bulduğumuz çözümleri, ilmi istişare süzgecinden geçirerek plan ve program diline çevirip insanımıza/insanlığa sunabiliriz.
Vesayete muhtaç, şahsi otoriteleri ihtisas yerine imtiyaza dayalı, delil yerine kanaate endeksli, istikbal yerine maziye kilitli ve ortaklık idrakinin kainat ölçekli kuşatması yerine mahalli bakış ve tepkili akış ağırlıklı yaklaşımlar, arzu edilen inkişaf ve tesiri oluşturmak açısında Adetullah sırrına muvafık düşmeyebilir.
Artık kısır ve tekil nefsimizin ve fehmimizin algı fukaralığından çıkmanın zamanıdır. Külli aklın yeryüzü sofrasında ortak akıl ile ilmi istişareler yapıp çözümlerimizi Adetullaha uygun hale getirip topluma sunma aciliyeti vardır.
Kanaatlerimize, izahlarımıza, şerhlerimize, “Risale-i Nur budur” deme lüksümüz ve hakkımız yok. “Ben Risale-i Nur’dan böyle anlıyorum” deme lütfu bile bir nimettir. Kollektif akıl, ihtisasın derinliklerinde saklı hür zeminde alabildiğine “fikr-i hürriyet, fikr-i icat ve teşebbüs-ü şahsi” atmosferinde yetişmiş hikmet ve irfan ikliminde hayat bulur. Nemalanır, inkişaf eder ve yayılır.
Başkasının fikrini butlan ile tahkir etmek, fikirleri şahsiyet zeminine çekmek, anlamak yerine tepkiyle ve anlamadan üstüne atlamak/çakılmak, günümüzün bilgi düzeyini temsil etmiyor artık. Özellikle sosyal olayların değişken, çok girift, bilinmeyeni fazla, zorunlu ve çözümcü kriterleri ayrı ayrı olan meselelerde, bigane kalmak ya da hemen kılıç sallamak yerine prensiplerimizi ortaya koyma ve yeni bir inkişafa kapı açma ilmi cesareti daha çok kıymet ifade etmektedir.
Ezberimizi bozacak, risaleyi daha derinlerde araştırma ve “gavvas” gibi hakikat denizinin dibine dalgıçlık yapma ameliyemizin yeni sonuçları bizi/bizleri şaşırtmamalı.
“Hayret, şaşkınlık, teyakkuz, terakki” veren müspet zihni şoklara açık olmalıyız. Çünkü ihtisas ehli akademik kuşağın Risaleyi öğrenme, müzakere etme ve ilimle mezc edecek sosyal içermeleri kapsayan plan ve programlar yapma zamanı ancak gelebildi. Her yeni, dünün alternatifi olmadığı gibi, geçmişin noksanı değildir. Ya da günümüzün başarısı da değildir.
Tam tersine birbirini ikmal eden, maziyi müstakbele bağlayan, zamanın yeteneğinin bir tecellisi olan hallerdir, hakikatlerdir. Herkes, her hadise ve her olgu kendi zamanının çocuğudur. Çocuk babasız olamayacağına göre, çocuğun hakkını da baba kullanamaz. Benim çocukluğumun belkide tek oyuncağı, dalından koparılmış bir çubuk iken, bu günün oyuncağı ise çocuğumun yeteneğine göredir. Ben şimdinin orta kuşağı, o ise zamanının çocuğu olarak baba-oğuluz.
İlmin pederi İslamiyet, aklımızın mukayyetliği ise ilmi istişaredir. Kalbimizin aynası ise manay-ı harfidir. Zihni ve iradi açılımlarımız ışığında perspektiflerimizi değerlendirmeliyiz. Perspektiflerimizi bu zaviyeden kalıcı, köklü, esaslı ve uzun vadeli tutmalıyız. Kişi, olay ve mekanların baskıladığı, ön yargı ve sorgu psikolojisinden kurtulamadığımız hal ve gidişatın eseri nevzuhur tepki, tescil ve taklit ile perspektif oluşturmak mümkün değildir. Hiç birimiz Risalenin noteri değiliz. Hak ve hakikat inhisar altına alınamayacağına göre, mütekellim Risale ise, kabiliyet sayısınca fehme gelen manalar değişebilir. Bunun orta yolu, ortaklık kolu ancak ilmi istişarelerin ihtisas temelli hür ve bağımsız zeminlerde bulunabilir. Makul çoğunluk, akl-ı selim ve kalbi kerim insanlar böylesi bir sistemin eseri olabilir.
“Mütekellim” hukukunu, bir kişinin/ şahısların görüşlerini ifade sadedinde düşünürsek, “Mütekellim, fehme gelen her manadan dolayı muaheze olunmaz” hakikati, düşünme ve ifade hukuku teminatı verecek şekilde beyan hakkını cesaretlendirmektedir. “Ben sizi böyle anladım” diyerek tahkir ve tenzil, itham ve itiraz ile düşünmek “Ben sizi böyle anlamak istiyorum” tarafgirliğine daha çok yakışan bir durumdur ki, tasvibi mümkün değildir.
İnsaf dürbünüyle ve hakikati bulma niyetiyle, müspet tenkidin hakikati rendeçleyen yeni ufkuna açık olmalıyız. Aksi halde, “Hakikati inciten papağan” sıkıntısı olur.
Devir, farklı görüşümüzü medenice söyleme zamanıdır. Müdavele-i efkar, müsademe-i efkar, hakikat arayışının inkişaf ettireceği yeni fikirlere, anlamalara ve tekamüle niyetlenmekle mümkün olur.
Devir, “tenkıs-ı gayr” hastalığına müsaade etmemektedir. Başkasının kusuru üzerine bina edilen “fazileti izhar” metodu İslami ve insani değildir. “Tenkıs-ı gayr ile faziletini izhar” haksızlıktır. Vicdani ve müspet bir tarz değildir. Reaksiyoner bir durumdur. Hep suçlu aramak ve onu da başkasında, ötekinde ve hasmında düşünüp, ona göre kurgulanmak komplocu teorisyenlerin, emperyalist kültürel hükümranlığın ve dezenformasyonun kuşattığı paranoya bir haldir, kendini rahatlatma ve etrafını koruma refleksidir.
“İntikam-ı şahsi, arzuya fikir sureti giydirir” gerçeğinin bir tercümesidir. Duymak istediği ile yaşayan ve etrafını böyle ören, duyması gerekeni duyamaz. Böylece hakikat kulağı sağırlaşır. Kendini tekrara, zihnini nadasa bırakır.
Aksiyon hal, mesleğinin muhabbetini ortaya koymaktır. Kendi güzelliklerimizi yaşamaktır. Bunların yansımaları en iyi anlatma, tebliğ ve delildir. Aksi halde “Muhabbet fedailiği”, ”Şefkat kahramanlığı”, ”ittihat ve imtizac-ı efkar” zarureti hayata yansımamış olur. Tenkit hastalığı, kıskançlık damarı, “illa benden bilinsin” mikrobu ve rekabet psikolojisi, gelişen ve değişen dünyanın Risaleyle örtüşen doğrularını, sırf başkasının eliyle ve diliyle geliyor diye bizi gerebilir, tutuk hale çevirebilir.
Cümlelerimizin, ifadelerimizin “ama, ancak, fakat, olmaz, lakin…” gibi bölünmüş belirsizlikleri zihnimizi dağınık tutabilir.
İşte kendini fazlasıyla açan bu girişten hareketle perspektiflerimizi belirlemeliyiz. Perspektifler, temel değerlerin abidevi unsurlarını barından zeminde yeşermelidir. Perspektiflerimizi, Risale-i Nur ışığında, idrakimizin el verdiği ölçüde bir öneri ve mülahazaya açık teklif olarak paylaşırsak, yol haritamızı da netleştirme imkanı buluruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.