TSK dindarlığı tehlike olarak algılıyor
Etyen Mahçupyan, darbe planlarını Risale Haber’e değerlendirdi
Röportaj: Özkan Erdem-Risale Haber
Etyen Mahçupyan, darbe planlarını Risale Haber’e değerlendirdi
DARBECİLERİN TUTUKLANMA LİSTESİNDE OLMAK SÜRPRİZ DEĞİL
Taraf’ın ortaya çıkardığı ‘Balyoz Hareket Planı’nı nasıl yorumluyorsunuz?
Çok beklenmedik bir olay olarak yorumlamadım açıkçası. Çünkü Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin medyadaki taraftarı az çok belli. Dolayısıyla kendimizi Türkiye’deki darbe plânlayıcısının koltuğunda oturtup ‘kimi kullanabiliriz, kimi tasfiye etmemiz lazım?’ sorusunu sorarsak buna üç aşağı beş yukarı benzer listeler çıkar. Ama tabii bir de konjöktürel bir tarafı var bunun. Ama bu Balyoz Hareket Planı gelecekte de yapılsaydı buna benzer bir liste olacaktı muhtemelen.
İsminizi bu listede bekliyor muydunuz?
Benim ve benim gibi insanlarla ilgili dosyaların tutulduğunu biliyoruz. Dolayısıyla o listede olsak da, olmasak da nasıl algılandığımız hakkında bir fikrimiz var. Dolayısıyla radikal bir tepki vermedim listede ismimi görünce. Çok olağandı benim için. Sürpriz olmadı yani.
Balyoz Eylem Plânı gerçekleşseydi Türkiye’de nasıl bir tablo oluşurdu sizce?
Onu hayal etmek o kadar kolay değil. Çünkü başarılı olabilecek bir plân olabilirdi, ama belki de iki gün sonrasında tersine de gidebilirdi işler. Dolayısıyla o zamanı hayal etmek o kadar kolay değil. Ama şurası kesin ki; eğer bu plan gerçekleşseydi Türkiye’de çok büyük bir çalkantı oluşacaktı. İstikrarlı bir dönemin olmayacağı ve bir nevi adı konmamış, dürüst olmayan bir savaşın ortaya çıkacağı açıktı bence. Başarılı olduğu takdirde toplumun nasıl davranacağını ve yurt dışında bunun nasıl ele alınacağını bilemiyoruz. Dolayısıyla tam olarak nelerin yaşayacağını söylemek çok zor. Ama bir çatışma, hatta çok yoğun bir çatışma döneminin ortaya çıkacağı kesindi bence.
DİNDAR KİMLİĞİ CUMHURİYETİN TEMELİNİ ZEDELEMEK OLARAK ALGILANIYOR
Her ortaya çıkan belgede cemaatlere, dindarlara ve dini hassasiyetleri olan insanlara/guruplara yönelik bazı planların organize edildiğini okuyoruz. TSK cemaatlere, dini guruplara neden iç tehdit gözüyle bakıyor?
Bunun bir kere ideolojik bir tarafı var. Asker, Türkiye’de Cumhuriyet’in kurucusu, modernliğin temsilcisi olarak görüyor kendisini. Kendisini devlet ile özdeşleştiriyor. Ve bu devletin de ideal yurttaşlık tanımı var; bir ideal vatandaş hayali var. Şimdi bu hayal, laiklik, modernlik, çağdaşlık, bilimsellik vs gibi kavramlar etrafında örülmüş.
Öte yandan bütün bunların paralelinde de Cumhuriyetin kurulması ile beraber askerin bir tür devletin sahipliği ile geldiği bir imtiyazlı konumu var ve bu imtiyazlı konumu da meşrulaştıran yine laiklik, bilimsellik, modernlik vs gibi şeyler. Dolayısıyla dindar kimliğin kendisi, hem askerin konumunu hem de cumhuriyetin ideolojik temelini zedeleyen, öyle algılanan unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda askerin bir kere dini kötülemek, dindarı dışlamaya yönelik olarak eylemlerinin meşru zemini var kendilerine göre. Öte yandan da tabii AK Parti gibi dindar kesimden gelen bir partinin iktidar olduğu bir dönemdeyiz. Dolayısıyla bu, muhtemel ideolojik tehdit-reel tehdit haline dönüşüyor onların kafasında. O noktadan itibaren de bir çatışma hali ortaya çıkıyor.
CEMAATLERİN DE KENDİ İÇLERİNDE DEMOKRATİKLEŞMESİ GEREKİYOR
Bu çatışmadan kurtulabilmek için Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Bu süreçte cemaatler nasıl bir rol üstlenmeli? Ortaya çıkarılan bu Eylem Planları çerçevesinde cemaatlere düşen sorumluluklar nelerdir?
Cemaatlerin de kendi içlerinde demokratikleşmesi gerekiyor. Çünkü kendisini demokratikleştirmeden Türkiye’nin demokratikleşmesini talep etmek çok gerçekçi bir talep değildir. Bir noktadan sonra da geri duracak bir taleptir. Hakikaten Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekiyorsa, tabii ki devletin de demokratikleşmesi lazım. Ama bunun da toplumsal bir karşılığının olması lazım. Toplumsal karşılığının dediğim zaman da, toplumların cemaatlerden oluştuğunu düşünürsek, her cemaatin kendi içinde, her kimliğin kendi içinde demokratikleşmesi gerekiyor.
İSLAMİ KESİM DEĞİŞTİ VE KENDİNİ YENİLEDİ
28 Şubat’ın cemaatler üzerindeki etkisini nasıl yorumluyorsunuz?
28 Şubat ve cemaatler arasında ikili bir etkinin olduğunu düşünebiliriz. Bir tanesi devlet ile ilgili daha mesafeli ve daha objektiftir. Daha kanaatkâr olmuştur. Ama aynı zamanda 28 Şubat bir içe dönük bakışı da, özeleştiri anlayışını da getirdi. O bakımdan da bir yenilenmenin kapısını açtı. Bugün yaşamakta olduğumuz İslami kesimdeki değişimin önemli dürtülerinden birini belki 28 Şubat sağladı. Asker, İslami kesimlerin olumlu yönde değişeceğini istemeden 28 Şubat’ı gerçekleştirdiyse de istediklerinin tam aksi yönde gerçekleşip İslami kesim değişti ve kendini yeniledi.
Bir yazınızda “28 Şubat Türkiye’deki dindar muhafazakârları kuşatan siyaset geleneğinin kırılmasına neden olmuştu” diyorsunuz. Asker 28 Şubat’ta cemaatlere yönelik neyi amaçlamıştı ki istediklerinin tersi oldu?
Amaçları o kimlikleri ve cemaatleri siyasetin ve ideolojik olarak da bir şekilde kınamak veya daha edilgen hala getirmek üzere işlem yaptılar. Bunda başarılı da oldular, ama bu başarının sonucunda da tabii ki bir karşı tepki de söz konusu olacaktı. Belki bunu da öngörmüş de olabilirler ama herhalde o kesimin uzun bir süre iktidar olamayacağını varsaydılar. Oysa, Türkiye’deki demokrasi tarihi birazda bize bunu söylüyor. Toplumun üzerinde baskıların yoğunlaştığı, darbelerin olduğu her dönemden sonra toplum kendi değerleriyle yeniden siyasete giriyor ve daha dinç ve bilinçli olarak girmeye çalışıyor. O yüzden de AK Parti gibi bir partinin de karşılarına çıkabileceğini düşünebilmeleri lazımdı. Ama galiba esas hayal edemedikleri yenilgi, en büyük yenilgi İslami kesimdeki zihniyet dönüşümünü öngörememeleri oldu.
TÜRKİYE’DEKİ HUKUK DA KEMALİST
Yine aynı yazınızda “Türkiye’deki Hukuk Kemalizm’den beslenmekte” diyorsunuz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Somut örnekler verebilir misiniz?
Her Hukuk sistemi bir ideolojik sisteme dayanıyor. İçindeki maddeler İsviçre’den şuradan buradan alınsa bile, her ülke onu kendi ideolojisi içinde anlar. Dolayısıyla Türkiye’de Kemalizm ideolojisi olduğu sürece veya öyle kaldığı sürece, Türkiye’deki bütün o anayasa maddeleri nereden alınmış olunursa olsunlar, hangi kelimelerle ifade etmiş olurlarsa olsunlar Kemalizm’in Cumhuriyet ideolojisinin çerçevesi içerisinde olacaktır. O yüzden de yani hukuk sistemi diye bir şeyden bahsediyorsak eğer, bu sadece yasalarda yazılan cümlelerde değil, onu okuyanların zihniyeti ve oradan türettikleri örnek vakalardır. Türkiye’deki anayasa mahkemesinin kitapçığına baktığımız zaman bunu çok açık ve net görüyoruz.
Şu çok açık; tek bir yoruma sahip olan hiçbir anayasa maddesi yoktur ve olamaz. Her bir anayasa maddesi birden fazla yoruma her zaman açık olacaktır. Yorumlayanın bakışı belirleyici olacaktır. Dolayısıyla yorumlayan, yorumlamayı da eğer siz Kemalizm’in içinden yaparsanız, kendinizi buna zorlarsanız ve yargının bağımsızlığı dediğimiz şey eğer tarafsız olmayan yargının bağımsızlığıysa, ideolojik olarak kendisini Kemalizm ile sınırlandırmış veya onun üzerine konumlandırmış bir yargı ise bu o zaman Türkiye’deki hukukun da esas olarak Kemalist hukuk olması çok doğal. Hem teoride böyle hem yasalarda da böyle zaten.