Ulûhiyet neden risâletsiz olamaz?
Günlük Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resûl-i Ekrem, ışık şemse lüzûmu derecesinde elzemdir. Çünkü, nasıl güneş, ziyâ vermeksizin mümkün değildir; öyle de, Ulûhiyet de, peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet kemâlde olan bir cemâl, gösterici ve tarif edici bir vâsıta ile kendini göstermek istemesin?
Hem, mümkün olur mu ki, gayet cemâlde bir kemâl-i san'at, onun üzerine enzâr-ı dikkati celb eden bir dellâl vâsıtasıyla teşhir istemesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bir Rubûbiyet-i âmmenin saltanat-ı külliyesi, kesret ve cüz'iyât tabakâtında, Vahdâniyet ve Samedâniyetini zülcenâheyn bir mebus vâsıtasıyla ilânını istemesin? Yani, o zât, ubûdiyet-i külliye cihetiyle, kesret tabakâtının dergâh-ı İlâhîye elçisi olduğu gibi; kurbiyet ve risâlet cihetiyle, dergâh-ı İlâhînin kesret tabakâtına memurudur.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet derecede bir hüsn-ü zâtî sahibi, cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini aynalarda görmek ve göstermek istemesin? Yani, bir habîb resûl vâsıtasıyla-ki, hem habîbdir, ubûdiyetiyle kendini Ona sevdirir, âyinedarlık eder, hem resûldür, Onu mahlûkatına sevdirir-cemâl-i esmâsını gösterir.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, acîb mu'cizelerle, garip ve kıymettar şeylerle dolu Hazîneler Sahibi, sarraf bir tarif edici ve vassâf bir teşhir edici vâsıtasıyla enzâr-ı halka arz ve başlarında izhâr etmekle, gizli kemâlâtını beyân etmek irâde etmesin ve istemesin?
Hem, mümkün olur mu ki, bu kâinatı bütün esmâsının kemâlâtını ifade eden masnuâtla tezyin ederek seyir için garip ve ince san'atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tâyin etmesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu Kâinatın Sahibi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksad ve gâye ne olacağını müş'ir, tılsım-ı muğlâkını, hem mevcudâtın "Nereden? Nereye? Necisin?" üç suâl-i müşkülün muammâsını, bir elçi vâsıtasıyla açtırmasın?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu güzel masnuât ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde, zîşuurdan marziyâtı ve arzuları ne olduğunu, bir elçi vâsıtasıyla bildirmesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nev-i insanı şuurca kesrete mübtelâ, istidadca ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ sûretinde yaratıp, muallim bir rehber vâsıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin?
Daha bunlar gibi çok vezâif-i nübüvvet var ki, her biri bir bürhan-ı katîdir ki, Ulûhiyet risâletsiz olamaz.
Şimdi acaba, âlemde, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmdan, beyân olunan evsaf ve vezâife daha ehil ve daha câmi' kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risâlete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermiş midir? Hayır, aslâ ve kat'â! Belki o, bütün resûllerin seyyididir, bütün enbiyânın imamıdır, bütün asfiyânın serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır.
Evet, ehl-i tahkikatın ittifakıyla, şakk-ı kamer ve parmaklarından su akması gibi bine bâliğ mu'cizâtından had ve hesâba gelmez delâil-i nübüvvetinden başka, Kur'ân-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakâik ve kırk vecihle mu'cize olan mu'cize-i kübrâ güneş gibi risâletini göstermeye kâfidir. Başka risâlelerde ve bilhassa Yirmi Beşinci Sözde Kur'ân'ın kırka karîb vücûh-u i'câzından bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz. (Sözler Onuncu Söz Sh. 62)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK
YÂVER-İ EKREM : Cenâb-ı Hakk\'ın emrinde çalışan, en makbul ve cömert memuru (Hz. Muhammed a.s.m.).
NİŞAN : Alâmet, işâret. Mucize
BENDE : f. Bağlanmış olan. Köle. Esir. Hizmetçi. Hizmetkâr. Kul.
MÜZEYYEN : Süslü.
ŞEMS : Güneş.
ENZÂR-I DİKKAT : Dikkat nazarı,bakışı.
CELB : Kendi tarafına çekmek, götürmek, kazanmak ,elde etmek.
TEŞHİR : Sergileme, gösterme.
RUBÛBİYET-İ ÂMME : Herşeyi içine alan terbiye edicilik.
SALTANAT-I KÜLLİYE : Külli saltanat. Her şeyi kapsayan hâkimiyet.
ZÜLCENÂHEYN : İki taraflı. Çift kanatlı. Hem dünya, hem ahirete ait.
KURBİYET : Yakınlık kazanmak.
RİSÂLET : Peygamberlik. Vahiy yoluyla peygamberlere İlâhî bir kitabın gönderilmesi.
KESRET : Çokluk, sıklık, çeşitlilik.
LETÂİF : Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.
HABÎB : Sevilen, sevgili.
SARRAF : Mücevherci, kuyumcu
VASSÂF : Vasıflandıran. Vasıflarını sayarak öven.
ENZÂR-I HALK : Halkın nazarı,görüşü,bakış açısı.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
MÜŞ'İR : İş'ar eden, haber veren, bildiren.
TILSIM-I MUĞLAK : Anlaşılması zor, kapalı gizli şey.
MARZİYÂT : Râzı olunacak şeyler, arzular, istekler; Allah\'ın rızâsına dâir olan.
MÜBTELÂ : Alışkanlık kazanmış; tutkun, tutulmuş, düşkün, dertli, hasta, başı sıkıntılı, rahatsız, belâlı.
MÜHEYYA : Hazır hâle getirilmiş.
VEZÂİF : Vazifeler, işler.
ELYAK : En lâyık olan.
EVFAK : Daha uygun. Muvafık.
ŞAKK-I KAMER : Peygamberimizin (a.s.m.) bir işâretiyle ay\'ın ikiye bölünmesi mu\'cizesi.
BÂLİĞ : Yetişmiş, olgun yaşına gelmiş, erişmiş, varmış.
BAHR-İ HAKİKAT : Hakikat denizi.
KARÎB : Yakın.