Kur’an’ın ahiret ile tehdidi hakikate yönlendirmede bir metod olarak kullanılabilir

Kur’an’ın ahiret ile tehdidi hakikate yönlendirmede bir metod olarak kullanılabilir

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının yirmibeşinci gün sohbeti “Kur’an’da Ahiret: Mükafat ve Ceza” başlığı altında Medeniyet Üniversitesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adem Ölmez ile gerçekleşti.

Haber: Mehmet Kaplan

Prof. Ölmez, “Çok değerli izleyicilerimizin Ramazan-ı Şerifini, Kadir Gecesini ve Ramazan Bayramını tebrik ederek başlamak istiyorum. Bugünkü mükafat ve ceza, ahiret, cennet ve cehennem gibi kavramlar üzerinde konuşacağız” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

ÖNCELİKLE VARLIK TANIMLAMASI YAPILMALI

“Bir varlık sorgulaması yapınca, şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Ontolojik anlamda bütün ideolojilerin farklı farklı varlık tanımı yaptığı bir dünyada, nübüvvet ya da vahiy çizgisinin varlık tanımlamasında dünya ve ahiret ikilemi var. Kur’an bir dünya tanımlaması ve bir de bu hayatın devamı olan ahiret tanımlaması üzerine gidiyor. Burada insanı bir yolcu olarak ele aldığımız zaman, bu varlığın içerisinde insanın seyahatini anlamak mümkün. Bediüzzaman Hazretlerinin de vurguladığı gibi: ‘Yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.’ Bu yolculuğun ilk başlangıcı ruhlar âlemi, anne karnı, gençlik, ihtiyarlık, dünya hayatı, kabir hayatı, berzah, haşir ve ahiret hayatının başlamasıyla birlikte cennet ve cehenneme giden bir yolculuk. Kur’an böyle bir varlık tanımı bizim önümüze koyuyor.

Hazreti Âdem ile başlayan ve insanoğlu ile anlam kazanan insan bünyesine yerleştirilmiş özellikler var; insan bunlarla imtihan oluyor. İnsanı anlama noktasında da çok önemli yerde duran üç kuvve karşımıza çıkıyor. Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye diyebileceğimiz üç önemli kuvveye sahibiz. Rabbimiz bu kuvvelerin vasat mertebesini insandan istiyor, yani ifrat ve tefrite düştüğü zaman o helal dairesini zorluyor, ifrata gittiği zaman haram dairesine girmek durumunda kalıyor. Bu üç kuvvenin vasat mertebesi ise, iffet, şecaat ve hikmetten müteşekkildir. Rabbimiz, ruhlar âleminden sonsuzluk yolculuğuna gönderdiği insana o seyahat içerisinde dünyada diyor ki, bu vasat mertebeleri esas alarak bir hayat yaşamalısın. İffetli olmalısın, şecaatli olmalısın ve bilgiye de hikmet cihetiyle bakmalısın.

HAVF VE RECA ARASINDA BİR HAYAT

Kur’anî yaklaşım insana nasıl bir hayat tavsiye ediyor? Havf ve reca arasında bir hayat, yani korku ve ümit ortasında olmak. Cenab-ı Hak’tan, emirlerinden, âlemde insanlar için koymuş olduğu kurallardan çekinerek ve sıkıntılı zamanlarda O’ndan ümit ederek; darda kaldığı zaman tevekkülle darlığı aşmada O’ndan yardım bekleyerek bir hayat yaşamak. Havf O’nun varlığını, birliğini, âleme koymuş olduğu kuralları görmeyi sağlayacağı gibi, ümit de insanın şu âlemde sıkıntıya düştüğü zaman tutunacağı bir dal gibidir.

Bu durumda insanın nasıl pozisyonun alması gerekiyor? Yine Bediüzzaman şu şekilde ifade ediyor: ‘Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye’s-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve recâ ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş.’ İnsan, ümitsizliğe düştüğü zaman Cenab-ı Hakk’a karşı ümitle sarılmasını bilmeli, gaflet-i mutlaka içerisine düştüğü zaman ise bilmeli ki sınırları geçtiği zaman cehennem gibi bir azap onu bekliyor, bundan dolayı havf etmeli. Kur’an böyle bir dengeyi bize veriyor. Bu dengeli yol Rabbimizi bize tarif eden üç külli muarrifle bize ders veriliyor: Kâinat kitabı, Kur’an ve Peygamber efendimiz aleyhissalâtu vesselam. Bediüzzaman bir de vicdanı söyler. Bu dördü bize vasat yolu gösteriyor. İnsanın özünde akıl tatil-i eşgâl etse bile, fıtrat ve vicdan susmuyor, daima konuşuyor.”

VİCDANININ SESİNİ DİNLEYEN HİDAYET BULUYOR

Metin Karabaşoğlu: “Bu bilgilerle insanın önüne net bir yol çizmiş, bir nevi yolu kolaylaştırılmış diyebiliriz değil mi? Din ile insanın yolu kolaylaştırılmış. Bir de İngiliz Müslüman alim düşünür Abdülhakim Murad’ın bir makalesi vardı hidayet bulma, ihtida süreçleriyle ilgili. Sizin en başta bahsettiğiniz ruhlar âlemindeki Elest Bezmi, yani Rabbiyle mülaki olup O’nun: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabını ruhların ‘Evet’ diye teyid ve tasdik etmeleri için Abdülhakim Murad diyor ki, hidayet aslında bir geçmişe özlem halidir, nostaljidir; Elest Bezmine, Rabbü’l-âlemînin hitabına mazhar olunan o anın özlemidir. Nitekim hiç İslam’la alakalı gözükmeyen coğrafyalarda bile duyuyoruz, insanlar merak ediyor, arıyor, araştırıyor, ihtida ediyor ve Müslüman oluyorlar. Onların hidayet sürecini böyle açıklıyor işte, Cenab-ı Hak’la muhatap olunan, Cenab-ı Hakk’ın insanı muhatap seçtiği o anın arayışıdır diyor. Vicdan da burada bunun için işlev görüyor, değil mi? İnsan niye hidayet bulmadan huzursuz oluyor, niye huzur arayışı içerisinde hidayetin yolunu takip ediyor diye sorduğumuzda, akıl sussa da vicdanın çalışması ve insanı uyarması, uyandırmasıyla açıklanabilir herhalde diye düşündüm.”

Adem Ölmez: “Burada şöyle bir şey dikkatimi çekiyor. Mesela İmam Maturidi Hazretleri ve Ebu Hanife ile Hanefi mezhebine göre, insanların Cenab-ı Hakk’ın kendilerine verdiği aklı kullanarak âleme bakıp tevhide ulaşmaları gerekir. Kâinat kitabını doğru okuyarak tevhide ulaşmak yolu mümkün gözüküyor. İmam Eş’arî ise ‘Biz Peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap vermiş değiliz’ ayetine dayanarak (İsrâ sûresi, ayet: 15), fetret ehli inanmakla mükellef değildir, demiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu iki görüşün arasında çok ilginç bir noktada duruyor. Ehl-i fetret sorumlu değildir ama Allah’ı vicdanıyla bulursa onun sevabını alır diyerek, bu şekilde itaat etse sevap görür şeklinde ifade ederek, o ehl-i fetretin sorumlu olmasa da fıtratında var olan cihazları kullanarak hakka ve hakikate yakınlaşması imkânının olduğunu ve ona büyük sevaplar kazandıracağını söylüyor.

CEZANIN DÖRT ÇERÇEVESİ VAR

Cenab-ı Hakk’ın ceza bahsini dört çerçevede yaşattığını gözlemliyoruz. Bunlardan birincisi dünyada yaşatıyor, ikincisi kabir hayatında yaşatıyor, üçüncüsü ahiret yani mahşerde yaşatıyor, dördüncüsü de cehennemde yaşatıyor. Cezada bu dört boyut dikkat çekiyor. Burada dünyada bir defa inanmayanlar inançsızlığın vermiş olduğu zulmetle hayatlarının karardığı muhakkak. Şirkin vermiş olduğu karamsarlık, inançsızlığın verdiği ümitsizlik ve huzursuzluk hali başlı başına bir cezadır. Yine Peygamber kıssalarında gördüğümüz üzere, helâk edilen kavimler daha dünyadayken cezaya çarptırılmışlar.

İkinci bir cezanın kabir hayatında olduğunu görüyoruz. Bu kabir hayatı ile ilgili çok ileri geri konuşulmakla birlikte, bu çerçevede literatürde nasıl bilgiler var diye birazcık araştırdım. Üstat Bediüzzaman’ın da tesbihatında kabir azabından Allah’a sığındığını biliyoruz. Ayet ve hadisler de bunu teyid ediyor. Mü’min sûresi 46. ayetinde, ‘…Bu ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir” buyuruluyor. Ayetteki zaman sıralamasına bakıldığında, ‘onların sabah akşam sokulacakları ateş’ ile kabir azabına işaret var. Çünkü ayetin bağlamı kıyametten önce bir azaptan bahsediyor.

Üçüncüsü haşir meydanındaki ceza. Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, haşir meydanında müminlere sahip çıkacak. Onların kurtulması için şefaat edecek. Bir anlamda haşir meydanının müminler için kolay, fakat kafirler için çok zor bir dönem olacağı muhakkak.

Dördüncü ve son olarak ise, insanlar amelleriyle cehennemi hak etmişse ebedi bir azabı ya da dünyadaki derecesine göre belli bir süre sıkıntıyı, azabı çekmek durumunda kalacaktır.

Ehl-i iman, cennete gideceğinden dolayı, elbette kul hakkı yememişse, günahlar işlememişse cennete gideceğinden dolayı, o da ebedi bir huzurla, ebedi bir saadetle, bir anlamda Kur’an’ın tanımıyla altından nehirlerin aktığı güzel mekânlara giderek, orada kalarak ebedi hayatını geçirecektir.

Burada şuna da dikkat çekmek isterim. Cennete girmek bizim amellerimizin karşılığı olan bir şey değil, Allah’ın bir lütfudur. Biz ancak ibadetimizle bize verilmiş nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışıyoruz. Bediüzzaman: ‘Ubudiyet, mükafat-ı mukaddeme-i lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır’ diyerek bunu ifade etmiştir.

HIZLA AKAN BİR YOLCULUĞUN İÇİNDEYİZ

Konuştuklarımızı şöyle bir özetlersek; ruhlar âleminden ebedî âleme hızla akan bir yolculuğun içerisindeyiz. Dünya hayatı zamanla mukayyet ve dünya hayatı ince bir ip üstüne tutturulmuş. Bir nehir gibi akıp gidiyor. Ebedî hayatı kazanmak için ömür sermayesini iyi değerlendirip ahiret hayatı için hazırlık yapmamız gerekiyor. Meşru ve helal dairede kalıp ebedî geleceğimizi inşa etmemiz gerekiyor.”

Mehmet Kaplan: “Âdem hocam, alanınız tarih, o halde Müslüman için tarihin sonu kıyamettir mi diyoruz?”

Adem Ölmez: “Kıyamete Müslümanlar ve bütün insanlar için tarihin sonu diyebiliriz. Gerçi ‘tarihin sonu’ tezini ortaya atanlar batı kapitalizminin egemenliğini kastetmişlerdi. İnkâr edemediğimiz bir vâkıa var ki, dünya bitince tarihin sonu olacak.”

Mehmet Kaplan: “Ramazan’ın üçüncü günü dünya hayatı kavramını konuşmuştuk. Dünya hayatının ahiret hayatı ile anlam kazandığını konuşmuştuk. Bediüzzaman’ın da Haşir Risalesi’nde bahsettiği bir yer aklıma geldi, onu paylaşmak istiyorum. Bize bu dünyada birçok nimet verilmiş, nimetin nimet, saadetin saadet, rahmetin rahmet olması ahiret ile mümkün; diğer türlü burada gözüken hakikatler zıddına inkılab etmiş olur. Halbuki hakikatin zıddına inkılabı muhaldir, o halde ahiret hayatı olacaktır. Burada numuneleri tadıyoruz saadetin, rahmetin aslı için; iyi ki ahiret var diyorum.”

AHİRETİN OLMADIĞINI DÜŞÜNMEK, DÜNYA HAYATINI ANLAMSIZ HALE GETİRİR

Adem Ölmez: “Aslında ahiretin olmadığını düşünmek buradaki anlamlar ve dünya ile ilgili bütün bilgi kümesi çok anlamsız hale geliyor. Yani o kadar mükemmel sistemler kurulsun, vücutlara o kadar mükemmel sistemler, cihazlar yerleştirilsin; hem insanlara hem cinlere... Bütün sistem ahirete dönük olarak çalışıyor ve bütün bunlar kurulmuşken birisinin ahiretin olmadığını varsayması akıl sahipleri için aslında mümkün değil. İnsanlar birtakım yanlış ideolojiler ya da gafletin neticesinde öyle bir noktaya gelebiliyor. Bu da imtihanın bir parçası herhalde. Zaten Cenab-ı Hak şunu da yapabilirdi, melekler gibi insanı tek dereceli yapar ve sürekli ubudiyetle meşgul olan bir noktada da insanı yaratabilirdi. Ama buraya bir sırrı imtihan koymuş, ahireti bir anlamda birazcık gizlemiş, biraz gayret göster demiş. Akıl melekesiyle şu âlemi yorumla, gönderdiğim kitaplara bak ve ahireti anlamaya çalış demiş. Bunu da yapmıyorsa artık azabı hak edecektir, başka bir seçenek yok. İnançsız insanlar bile yaptıkları akıl yoluyla birtakım çıkarımlarla ahiretin olmadığını falan söylemiyorlar, yani oraları bilinmeyen, gayb olarak ilan ediyorlar, görmezden geliyorlar, ihmal ediyorlar ve o şekilde bir gafletin içerisinde sistem kuruyorlar.”

İNSANLARIN TARİHİ İBRET OLSUN DİYE KUR’AN’DA BİZE ANLATILIYOR

Metin Karabaşoğlu: “Adem hocam, sizin alanınız tarih olduğu için Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’da ceza konusunda dünyada geçmiş kavimlerin başına gelenleri delil olarak göstermesine dair yorumunuzu merak ediyorum. Ondört ayet var buna dair, ‘Yeryüzünde dolaşmıyor musunuz? Gezin dolaşın ve görün sizden öncekiler neydiler, ne oldular?’ manasında. Hayat Allah yolunda yaşandığında ne oluyor, yaşanmadığında ne oluyor? Kur’an’ın tarihi önümüze bir şahit, bir delil olarak koyması bana manidar geliyor. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?”

Adem Ölmez: “Aslında ibretlik bir nokta. Mesela tarihçiler ya da tarihi inceleyen insanların bu noktada hiç görmedikleri bir şeydir, Kur’an’ın kavimlerin o hallerini ibret olarak şahit göstermesi. Geçmiş dönemlerdeki harabelerin bize anlattığı en önemli hakikatlerden bir tanesi de şu insan hayatı fani, gelip geçici gerçeğidir ve geçmiş dönemlerde Allah’ın rızasına uygun hareket etmeyen topluluklar daha dünyadayken bile büyük azaplara dûçar olmuşlar mesajını veriyor. Şimdi de bütün insanların ve Müslümanların gözü önünde Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor. Bu da bir cezaya bizi müstehak ediyor diye korkuyorum. Elimizden geldiğince cezaya müstehak olmamak adına mazlumlar için bir şey yapmamız, tarihten ibret almamız gerekiyor. Tarih bize bu anlamda büyük dersler veriyor, ama ne ölçüde ders alıyoruz? Ders almayı Rabbim nasip etsin.”

Metin Karabaşoğlu: “Ben de konuyu çalışırken kıyamet, haşir ve sonrası, yani ahiretle ilgili ayetlerin Kur’an’ın tamamında görüyor olmamızla birlikte özellikle Mekke döneminde ilk inen ayetlerin büyük kısmında en temel iki hususun Allah’ın varlığı ve birliği ve dolayısıyla şirkin reddi ile birlikte kıyametin, hesabın, ahiretin varlığı ve dönüp bu dünyada insanın yaptığı kötülüklerin yanına kâr kalmayacağı meselesi olduğunu gördüm. İman-ı billah’la beraber, haşir ve ahiretin varlığı çok temel bir yer tutuyor Mekke’den inen sûre ve ayetlerde; ki ahirete dair haberlerin Mekke müşriklerinin damarlarına dokunduğunu görüyoruz. Bilmem bununla ilgili ne dersiniz?”

ZALİMLERİ HAK VE HAKİKATE YÖNLENDİRMEDE KUR’AN’IN AHİRET İLE TEHDİDİ BİR METOD OLARAK KULLANILABİLİR

Adem Ölmez: “Mekke dönemi malum olduğu üzere tevhid-şirk mücadelesinin keskin bir şekilde tecelli ettiği, sıdk ve kizbin çok net bir şekilde ayrıldığı, müşriklerin dalâletlerini çok net şekilde ortaya koydukları bir dönem. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk Mekkî ayetlerinde azabı göstererek onları hak ve hakikate yönlendirmeyi murad etmiş olmalı diye düşünüyorum. Bu üsluptan bugüne de bir şey çıkarabiliriz diye düşünüyorum. Bu kadar sıkıntıların, zulümlerin yaşandığı bir dönemde belki Kur’an’ın bu azap cihetinin biraz daha nazarlara verilerek insanların hak ve hakikate yönlendirilmesi noktasında metod olarak bir tercihte bulunmanın doğru olabileceğini de insanın aklına getiriyor.”

Metin Karabaşoğlu: “Gazze’ye İsrail’in saldırılarından sonra internette görmüştüm. Amerikalı bir hanımefendi, Müslüman veya değil bilmiyorum, ama Kur’an’ı okumuş. Diyordu ki, ‘Ben Kur’an’ı okuduğumda cehennemle, cehennemliklerle ilgili ayetler bana çok sert gelirdi. İnsan böyle bir şeyi hak ediyor mu diye düşünüyordum. İsrail’in masum insanlara, çocuklara, kadınlara yaptıklarını görünce o ayetlerin ne kadar hak ve o azabın ne kadar gerekli olduğunu anladım. O ayetlerle benim yüreğim yatışıyor.’ Bu, herhalde dediğinizi teyid ediyor diye düşündüm.”

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.