Ümitsizlik Arapların özelliği olamaz

Ümitsizlik Arapların özelliği olamaz

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur:

Ye’s en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâmın kalbine girmiş.
İşte o ye’stir ki bizi öldürmüş gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş.

Hem o ye’stir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş.

Hem o ye’stir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o kuvve-i mâneviye-i harika me’yusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş.

Hattâ bu ye’sle, başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.

Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor. Biz de o kàtilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz. لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللهِ (“Rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz.” Zümer Sûresi, 39:53. ) kılıncıyla o ye’sin başını parçalayacağız.  مَالاَ يُدْرَكُ كُلُّهُ لاَيُتْرَكُ كُلُّهُ (Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamâmen de terk edilmez) hadisinin hakikatiyle belini kıracağız inşaallah.

Ye’s, ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır.
Ve kemalâta mâni ve اَناَ عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْدِى بِى (Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.” Buharî) hakikatine muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir.

Şehamet-i İslâmiyenin şe’ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtâz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arabın metanetinden ders almışlar. İnşaallah, yine Araplar ye’si bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir. (Tarihçe-i Hayat)

Bediüzzaman Said Nursî

SÖZLÜK:
âciz : güçsüz
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
ecnebî : yabancı
fütur : usanç, gevşeklik
garp : batı
hadis : Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hizmet-i İslâmiye : İslâm dinine hizmet
hizmetkâr : hizmetçi
hususan : bilhassa, özellikle
inşaallah : Allah’ın izniyle, dilemesiyle
istilâ etme : işgal etme, kaplama
kavim : topluluk
kemâlât : faziletler, iyilikler; ilerlemeler, gelişmeler
kısas : bir suç işleyenin kanun tarafından aynı şekilde cezalandırılması
kuvve-i mâneviye : mânevi güç, moral
kuvve-i mâneviye-i harika : olağanüstü mânevî güç
lâkayt : kayıtsız, duyarsız, ilgisiz
mâni : engel, geri bırakan sebep
medar-ı iftihar : övünç kaynağı
menfaat-ı şahsiye : şahsî menfaat, yarar
menfaat-i umumi : genelin menfaati, yararı
metanet : sağlamlık, kararlılık
meyusiyet : ümitsizlik
muhalif : aykırı, zıt
müddet-i hayat : hayat süresi
mümtâz : seçkin, ayrıcalıklı
müstemleke : sömürge
nazarı hasretmek : bakışı tek bir yere yöneltmek
nev-i beşer : insanlar, insanlık
seciye : huy, karakter
seretan : kanser
şark : doğu
şe’n : özellik, belirleyici nitelik
şehamet-i imaniye : imandan gelen yiğitlik, imanın kazandırdığı akla ve zekâya dayanan cesaret
şehamet-i İslâmiye : İslâmiyetten gelen yiğitlik, İslâm’ın kazandırdığı akla ve zekâya dayanan cesaret
tevellüd eden : doğan, meydana çıkan
ümmet : kavim, taife, millet
ye’s : ümitsizlik