Kadri HAZAL
Ümmet-i Muhammed’in af mağfiret ve mükafat günü: Ramazan bayramı
Değerli dostlar! İlk olarak hicretin ikinci yılında kutlanmaya başlanılan Ramazan Bayramı, Ümmet-i Muhammed’in (s.a.v.) af, mağfiret, mükafat ve sevinç günüdür. Enes (r.a): “Allah Resulü (a.s.m.) Medine'ye geldi. Onların eğlence yaptıkları iki günleri vardı. “Nedir bu günler?” diye sordu. Şöyle dediler: “Cahiliye devrinde eğlendiğimiz günlerdi.” Şöyle buyurdu: "Allah size bu iki günün yerine daha iyisini ihsan etmiştir: Kurban bayramı ve Ramazan bayramı günü.”[1]
Bugün’ün Ümmet-i Muhammed için af, mağfiret ve mükafat günü olduğuna dair bir çok hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:
“Ramazan Bayramı geldiği ve insanlar bayram namazı kılınan alana çıktıkları zaman; Yüce Allah onların bu haline bakıp şöyle buyurur: Ey Kullarım! Benim için oruç tutup namaz kıldınız. Şimdi bağışlanmış olarak ayrılabilirsiniz.”
İbni Abbas’ın rivayet ettiği hadis: “Ramazan bayramı oldukta; melekler yeryüzüne inerler. Sokak başlarında durur seslenirler. İnsanlar ve cinler hariç; onların bu seslenişini Allah’ın yarattığı hemen her şey duyar. Derler ki: Ey Muhammed Ümmeti, pek keremli Rabbinize gelin. O size bol bol ihsanlar edecek ve büyük günahları bağışlayacak. Onlar namazgahlarına gittikleri zaman Yüce Allah şöyle buyurur: Ey meleklerim! İşini tamamlayan bir işçinin ücreti nasıl ödenir? Melekler şöyle derler: İlahımız, onun durumuna uyan hakkı neyse tam olarak ödenmelidir. Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurur: Sizi şahit tutuyorum; onları bağışladım. Her kim amelini tam yaptıysa, onun ecri tam ve eksiksiz olacaktır. Her kimin de ameli noksan ise, onun ecri o nisbette noksan olacaktır. Bu duruma düşen ancak nefsini ayıplasın.”[2] Sonra şöyle buyurur: ‘ Ey kullarım, benden dileyin. İzzetim ve Celalim hakkı için; bugün bu cemiyet halinde ahiretiniz için ne isterseniz veririm. Dünyanız için bir şey isterseniz, sizi görürüm. İzzetime Celalime yemin ederim ki: Beni gözettiğiniz sürece sizin ayıplarınızı kapatırım. Şeriat sınırlarını koruyan iyiler yanında sizi mahcup etmem. Artık bağışlanmış olarak dönünüz. Siz beni hoşnut ettiniz; bende sizden hoşnudum.’ Artık melekler, sevinirler. Allah-ü Teala’nın bu ümmete ettiği ihsandan dolayı birbirlerine müjde verirler. Bilhassa, oruçlarını tutup bayram ettikleri bugünde.”[3]
Vehb İbni Münebbih buyuruyor ki: “Şeytan her bayram günü öfkesinden inler. Etrafına toplanan yardakçıları ‘seni öfkelendiren nedir? Efendimiz’ diye sorarlar. Şeytan da onlara şu cevabı verir. ‘Bugün Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin günahlarını affetti. Onları mutlaka nefsi arzulara ve hazlara daldırarak oyalamalısınız.’
Allah, Ramazan Bayramı Günü cenneti yarattı. Tuba ağacını dikti, Cebrail'i (a.s.m.) vahiy indirmek üzere vazifelendirdi. Firavun büyücülerinin tövbesini kabul etti.”[4]
Said b. Evs el-Ensari (r.a) dan, o da babasından: Allah Resulü (s.a.v.) buyurdu: “Ramazan bayramı olduğu zaman, melekler yolların başlarını tutup şöyle seslenirler: ‘Ey Müslümanlar topluluğu haydi erkenden gidin, acele edin! Cömert olan Rabbinize koşun. O, hayır dağıtıyor, bolca sevap yağdırıyor Gece namazla emr olundunuz, yerine getirdiniz, gündüz oruçla emr olundunuz, oruç tuttunuz! Böylece Rabbinize itaat etmiş oldunuz, haydi şimdi ödüllerinizi alın.’ Namazı kılıp dışarıya çıktıklarında ise bir münâdi şöyle seslenir: ‘Biliniz ki, Rabbiniz sizleri bağışlamıştır. Haydi doğru evlerinize (büyük bir sevinç ile) dönü nüz! Bugün ödül günüdür Bu güne semâda da ödül günü derler.”[5]
Ramazan Bayramında tavsiye edilen hususlardan biri de gaflete dalıp Allah’ı zikretmekten uzak kalmamaktır. Konuya dair Bediüzzaman Said Nursi şunları söyler: Bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.”[6]
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından bayram da zikrullah’a ve şükre yapılan azim terğibata dikkat çeken bazı hadisler şunlardır:
Enes (r.a.) rivayet ediyor: “İki bayramı lailahe ilallah’lar ile, Allah’u ekber’ler le, Elhamdulillah’lar ile, Sübhanallah’lar la süsleyiniz.”[7]
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Bayramlarınızı tekbirler ile şenlendiriniz.” “Kim bayram günü üç yüz kere ‘sübhanellahu ve bihamdihi’ der ve sevabını ölmüş Müslümanlara bağışlarsa, her Müslüman ölünün kabrine bin nur iner ölünce Allah kendi mezarına da bin nur gönderir.”[8]
Nâfi'nin bildirdiğine göre İbn Ömer sabah erkenden Mescid'den bayram namazına gider ve (Bayram namazının kılınacağı) namazgaha varıncaya kadar (yolda) yüksek sesle tekbir getirirdi. Sonra imam gelinceye kadar tekbir getirmeye devam ederdi.[9]
Bediüzzaman Said Nursi bayram da getirilen tekbirlerin bütün kainatta yankılandığını şu sözlerle anlatıyor: “Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber'e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber'i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü'minlerin mağara misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek sadâ veriyor. İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.[10]
Hz. Peygamber (a.s.m.) bayramlar da meşru dairede kalmak şartıyla oyun ve eğlenceler düzenlenip insanların sevinç gösterilerinde bulunmasına izin vermiştir. Konu ile ilgili olarak Fıkıh Ansiklopedisinde şu bilgiler aktarılmaktadır: “Bu bayramların neşe ve sevinç günleri olduğunu yine bizzat Hz. Peygamber ifade buyurmuşlardır. Buhari’nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatmıştır: "Bir defasında, Kurban Bayramı'nın ilk günlerinde Hz. Peygamber yanıma girdi. Yanımda, "Buâs" ezgilerini (def çalarak) okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanıp, yüzünü çevirdi. Derken babam Ebu Bekr (r.a.) içeri girdi. "Bu ne! Resulüllah'ın (s.a.s.) yanında şeytan çalgıları mı?" diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ona dönerek, "Onlara dokunma" buyurdu. Ben de babam bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da çıktılar. (Müslim, Salatu'l- îdeyn,16). Yine bir bayram günü Habeşîler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Bunlara bakmak için ya ben Hz. Peygamber'den izin İstedim veya O "Bakmak istiyor musun?" diye bana sordu (iyice hatırlamıyorum). Ben "Evet" dedim. Bunun üzerine beni arkasında yanağım yanağına değecek şekilde ayaküstü durdurup, oyun oynayanlara "Haydi devam edin Erfide oğulları!" buyurdu. Nihayet ben usanınca Artık yeter mi?" diye sordu. "Evet" dedim. "Öyleyse git!" buyurdular." (Buhari, İdeyn, 2).
Buhari’nin diğer bir rivayetinde, söz konusu hâdisede, Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekr (r.a.)'e "Ebu Bekr! Her ümmetin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurmakla, bu günlerde yapılacak meşru eğlence ve sevinç izhar etme keyfiyetine cevaz vermişlerdir. Düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da sevinçli olduğunu açıkça göstermek için, İslâm'a aykırı olmayacak şekilde eğlenmeler tertiplemek caizdir. Hatta bayramlarda sevinçli olduğunu açıkça ortaya koymak İslâm'ın prensiplerindendir.”[11]
Resulü Ekrem’in (a.s.m.) ümmetine bayramlar da yapmalarını tavsiye hususları toplu halde günümüz alimlerinden Celal Yıldırım şu şekilde sıralamıştır:
“1- Bayram günü temiz, güzel elbise giyinmek, 2- Namaza çıkmadan önce gusletmek, 3- Güzel koku sürünüp öylece çıkmak, 4- Camiye giderken ve dönerken tekbîr getirmek, ancak sesi fazla yükseltmek, 5- Camiye gidip gelirken ayrı yolları tercih etmek, 6- Cuma ve bayram namazına silah takmadan, yani silah taşımadan gitmek, 7- Bayram namazına mümkün olduğu takdirde yaya gidip gelmek, 8- Ramazan bayramında camiye çıkmadan önce tatlı bir şey yemek, hurma ve benzeri bir şeyse tek sayıya dikket etmek, başka bir şey ise tek sayı da lokma alıp yemek, 9- Kurban Bayramın’da bir şey yemeden camiye gitmek ve ancak namazdan sonra bir şey yemek sünnettir. 10- Aynı zamanda bayram namazları hutbeden önce kılınır. 11- Hutbeden sonra kurban kesilir. 12- Bayram namazları ezansız ve ikametsiz kılınır. 13- Gerek bayramlarda, gerekse sair günlerde erkeklerin ipek ve atlas giyinmesi yasaktır. 14- Bayram namazı ve hutbesi için, yer müsait olduğu takdirde kızların ve kadınların örtünmüş bir halde camiye gitmeleri meşrudur.”[12]
Bütün bunların dışında çocuklar, bilhassa öksüz ve fakir çocuklar sevindirilir; akraba, eş ve dost ziyaretleri yapılarak, hâl hatır sorulur. En önemlisi, aralarında dargınlık olanlar barıştırılır.
Peygamberimizin (a.s.m.) Bayramlık giydiği elbiselerden tarihin bize haber verdiği kırmızı ve yeşil yollu (çizgili) Yemen kumaşından biçilmiş, altlı üstlü iki kat elbisedir.[13]
Değerli dostlar! Yapmamız gereken bir hususta bayramın “bayramı İslamiye” olabilmesi için Alemi İslam için barış duasında bulunmakttır. Bayramınızı tebrik ederken bayramın tüm alemi islam için özellikle Filistin, Suriye, Irak, Rojava Müslümanları için hürriyete vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederim.
[1] . Er-Rudani, Cem’ül-Fevaid c.2, Tercüme: Naim Erdoğan, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2005, sh. 449-450
[2] . Seyyid Hayreddin Numan, Galiyet’ül Mevaiz c. 2, Çev: Abdulkadir Akçiçek, Sağlam Kitabevi, İstanbul 1980, İstanbul, sh. 809
[3] . Abdülkadir Geylani, Gunyet’üt Talibin, Tercüme: Abdulkadir Akçiçek, Sağlam Kitabevi İstanbul 1980, sh. 631-632
[4] . İmam Gazali, Kalplerin Keşfi, Tercüme: Ömer Faruk Haznedaroğlu vd., Medine Yayıncılık, İstanbul t.y., sh. 528-529
[5] . Cem’ül Fevaid c.2, sh. 433
[6] . Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, sh. 631
[7] . İmam Suyuti, Camis-Sağir c. 3, Tercüme: İsmail Mutlu vd. Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2002, sh. 1058
[8] . Kalplerin Keşfi, sh. 528
[9] . İbn Hacer el-Askalani, Metalib’ül Aliye c.1, Tercüme: Adem Yerinde, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2006, sh. 312
[10] . Lem’alar, sh. 313-314
[11] . Tecridi Sarih Tercümesi, III, 157; İslam Fıkıh Ansiklopedisi, Bayram ve Bayram Namazları (Darülkitap.com)
[12] . Celal Yıldırım, Ahkam Hadisleri c. 3, Uysal Kitabevi, Ankara 1992, sh. 246-247
[13] . Osman Karabulut, Mübarek Aylar Günler ve Gecelerin Fazileti, Karabulut Yayınları, Konya t.y.,sh. 125
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.