Uslûp ve müspet hareket etmek

“Üslubu beyan aynıyla insan” demiş büyüklerimiz ki elhak çok doğru bir kelam ve aynı zamanda "Üslubumuz namusumuzdur" diyen bir başka büyüğümüz de bu konuda en az o büyükler kadar haklıdır. Aslında bize de söyleyecek söz bırakmamışlardır.

Üslûp bir yönüyle insanın beyanlarını ihtiva ederken bir diğer yönüyle davranışlarını da içine alır ve daha çok tanzim edilmesine imkân sağlar. Öyle önemlidir ki bu iki yön ve neticesi, neredeyse insanın dünyada iken ahiretini kazanmanın adetâ garantisi sayılmıştır. Üstadımız da bu duruma dikkat çekerken hep “Müspet Hareket” demiş, “Muhabbet Fedâiliği”nden bahsetmiş ve “Husumete vaktimiz yok” diyerek ve en mühimi hayatının sonuna kadar bizzat tatbik etmek suretiyle bir bakıma hem nükteyi hem cümleyi noktalamıştır.

Efendimiz Aleyhissalatuveselam her bir söz, fiil ve tavrıyla hem Ashabına Rıdvanullahialeyhimecmain öyle bir nümûne-i imtisal teşkil etmiştir ki Ondan dersini alan herkes gittiği yerde, ulaştığı menzilde önce kalplere girmiş ve sonra oralarda teslimi ruh etmişlerdir.

Bir müşrik bir kem talih, Efendimizin Aleyhissalatuvesselam namaz esnasında başlarımızın kurban olduğu başına deve işkembesi koyduğunda, Onu ağlaya ağlaya temizlemeye çalışan, temizliğin kendisinden temizlik öğrendiği anamız ki analarımız ona topyekûn kurban olsun; kızı ve biricik Kevser’i Fâtıma Validemize Radıyallahuanha henüz 8-10 yaşlarında ya vardı ya yoktu: “Üzülme kızcağızım Allah senin babanı zayi etmeyecektir” demişti.

Taif’te yine kimselere kızmamış, öfkelenmemiş sadece ve sadece ellerini açıp “Ey zayıf düşmüşlerin Rabbi: Beni kimlere bırakıyorsun…” diyebilmişti naz makamında. Zerre kadar kin, nefret ve öfkeden eser yoktu ne sözünde ne fiilinde ne tavırlarında.

Yine bir gün Mescidde idrarını yapan bir bedevi için öfkelenen Ashabına bedevinin derdest edilmesine müsaade etmemiş ve yalnızca idrar yapılan yere bir kova su dökmüştür. Bu misalleri çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltabiliriz.

Asıl mesele bir mü’minin Siyeri Nebi’yi Psikolojik ve Sosyolojik analizlerle birlikte okuması gerektiğidir. Satır araları okuması gibi. Çünkü oradan günümüze bir Güneş ışımaktadır. Ve biz bu Güneşe ne kadar ayine olabiliriz bunun hesabını yaparken ne kadar perde oluyoruz kaygısını iliklerimize kadar duymalı ve hissetmeliyiz.

Umumiyetle siyer alimleri Efendimiz’in Aleyhissalatuvesselam hayatını Mekke ve Medine dönemi diye ikiye ayırarak incelerler. Bu bir bakıma pedagojik olarak faydalı olsa bile aslında Onun hayatı bir bütündür, ayrılamaz birbirinden. Bu Pedagojik ayrımın zihinlerde her iki dönemde farklı bir Nebi portresi varmış izlenimi doğurabileceği veya doğurduğu endişesini taşımaktayım naçizane. O Aleyhissalatuvesselam Mekke’de nasıl idiyse Medine’de de aynıydı ve hiç değişmemişti. Mekke’yi fethederken tevazu ondan tevazu öğreniyordu. Kendisine kötülüğün her çeşidini icad edip bizzat uygulayanlara :”Gidiniz bugün hepiniz serbestsiniz” diyordu.

Bütün bunlar şunun için önemlidir: Bugün devrimizde bir kısım kardeşlerimizin dilleri çok keskin maşallah. Halbuki biz her şeyden önce Müslümanız Elhamdulillâh. Ne diyordu Kainâtın Efendisi Aleyhissalatuvesselam: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların selâmette bulunduğu kişidir.”

Öncelikle yaşadığımız coğrafya geçmişte eksiğiyle gediğiyle ideal manada olmasa bile bir İslâm Devleti idi. Hali hazırda ise bir İslâm Ülkesi’dir. Her ikisi arasında, düz ovalarla Ağrı Dağı ve Everest Tepesi kadar fark bulunmaktadır. Bunun iyi değerlendirilmesi ve hususan Ayet ve Surelerin esbabı nüzulü ile Efendimiz’den Aleyhissalatuvesselam sâdır olan Hadisi Şeriflerin söylendiği kişi, yer, zaman ve mekân dilimleri iyi tahlil edilmelidir. Zira evrenselliğin prensiplerinin nasıl oluştuğu ve neler olabileceği bu tahlillerde gizlidir. Bu durum öyle iyi bilinmelidir ki tavır ve davranışlarımızda hem Müslüman kardeşlerimize hem davete muhtaç kardeşlerimize karşı kendimizi ve derdimizi ifade edebilelim. Yani bu ülke ve bütün dünya “Dâr’ul Hizmet”tir. Bazı yerlerin mikroklima özelliği gösteriyor olması diğer insanlara ve coğrafyaya teşmil edilemez.

İşin aslı evleviyetle kendi kardeşlerimize hüsnü zan, müspet hareket etmek ve mülayim bir üslûpla muhabbet fedailiğinin gereğini yerine getirmektir. Sonra bütün insanlık için aynı usul ve asılla edep dairesinde işimizi yapmakla mesul ve mükellefiz.

Yanlışlar yok mu ve bu yanlışlar tenkit edilmemeli mi? Olmaz mı hiç ve elbette tenkit edilmeli. Yani ensemizdeki akrebi gösterir nitelikte ve muktezayı hale mutabık bir tarzda.

Değil bir Müslümana herhangi bir insana dahi yakışmayacak derecede kaba üslup ile ne ikaz olur ne de tebliğ. "Siz onların putlarına sövmeyin ki onlar da sizin ilahınıza sövmesinler…" diyen ve "Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et…" ile "İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel mevizelerle davet et…" ve "Eğer Sen katı kalpli biri olsaydın onlar Senin etrafından dağılıp giderlerdi…" şeklindeki ilahi beyanlar yolumuzdaki kilometre taşları ve denizlerimizdeki fenerler ve semamızdaki kutup yıldızlarıdır.

Bütün mesele dili iyi ve güzel kullanmak kadar dile sahip ve hâkim de olabilmekte düğümlenmektedir. Dîl'den dile ancak imbikten geçmiş nadide pırlantalar düşerse dîl’lerde makes bulduğu gibi dillerde virdi zebân olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum