Şaban DÖĞEN
Üstad, talebelerini ne kadar düşünürdü?
1950’li yıllardı. Birgün Büyükdoğu ve Serdengeçti dergilerinde bir İslâm âliminin cesaret ve fedakârlıklarından bahsedildiğini, Bediüzzaman isimli bu büyük zâtın Emirdağ’da oturduğunu öğrenince, yaratılışı icabı kahramanlığı seven bu insan adresini alıp hemen yola koyuldu.
Kahramanmaraşlı, 1922 doğumlu, Risâle-i Nurlar sebebiyle 24 defa mahkemeye verilen, 8 defa tutuklandığı halde her seferinde beraat eden, 1947’den beri birçok gazete ve mecmuâda yazılar yazan Mustafa Ramazanoğlu’ydu bu. Hemen Emirdağ’a gitti. Çalışkan kardeşleri buldu. Ziyaret için geldiğini Üstada iletmesini rica etti.
Heyecanlıydı. Acaba Üstad kabul eder miydi? İstanbul’da her ziyaretçiyi değil, ancak ihlâsla, halis niyetle gelenleri kabul ettiğini öğrenmişti. Gelecek haberi hac yolcusu bekler gibi bir heyecan ve sabırsızlıkla bekledi. Çalışkan’ın tebessümle gelip kabul edildiğini söylemesi üzerine sevinçten uçar hâle geldi. O ânı “Dünyada en çok tat ve lezzet aldığım ânım işte o andı. Kabul sözü bana dünyadan daha tatlı gelmişti. Sürûrum sonsuzdu” diye anlatır.
Çalışkan’la birlikte Üstadın evine kadar gittiler. Çalışkan başındaki fötr şapkayı çıkarmasını, Üstadın sevmediğini söyleyince, girişteki odunların üzerine şapkayı fırlatıverdi ve sonra da hiç başına koymadı. Kapıyı çalıp içeri girdiler. Çalışkan, “Üstadım, misafiriniz geldi” deyip odayı terk etmişti. Odada sadece bir karyola, üzerinde de bir yatak vardı. Üstadın elini öpmüş, mindere diz çökerek oturmuştu.
Üstad, “Bugün sûret-i kat’iyede ziyaretçi kabul etmeyecektim. İsminizi duyunca içime büyük bir sevginiz doğdu, kabul ettim” demişti.
O da, “Sağolun efendim” diye karşılık verdi.
Nereden geldiğini sorduğunda, “İstanbul’dan geliyorum” dedi. Büyük bir çeviklikle karyolanın ortasına oturdu ve “İstanbul’daki talebelerime eziyet ediyorlarmış, işittin mi?” diye sorunca Mustafa Ramazanoğlu, “İstanbul’daki bir tek Nur talebesiyle görüştüm, o da bu hususta birşey söylemedi” deyince Üstad, “Benim cımbızla etimi çeksinler, fakat talebelerime dokunmasınlar” diye karşılık verdi.
Talebelerine karşı böylesine sevgi ve şefkat doluydu. Ayrılırken eserlerini nereden temin edebileceğini sorduğunda “Seni talebem olarak kabul ettim” demiş ve Elazığ’da Hulusi’den, İslâhiye’de de Zübeyir’den alabileceğini söylemişti.
Sıkı takiplerin olduğu, yok yere sıkıntıların verildiği o günlerde Üstad, Mustafa Ramazanoğlu giderken de, “Oğlum, belki buraya geldiğinden dolayı ifadeye çekerler, ‘Niçin gittin oraya?’ derler. ‘Hastaydım onun için gittim’ dersin. Zira yalan söylemiş olmazsın, mânevî hastalık hepimizde vardır” demişti.
O büyük insanın huzurundan üzülerek ayrılmış, Kahramanmaraş’a döndüğünde, İslahiye’deki Zübeyir Gündüzalp’ı telefonla aramış, Bediüzzaman Hazretlerinin yanından geldiğini, selâm getirdiğini, eserlerinden vermesini söylediğini bildirince Zübeyir Gündüzalp heyecanlanmış, hemen geleceğini bildirmiş, o günün şartlarında 65 kilometrelik yolu şaşırtıcı bir şekilde bir saat içerisinde gelmiş, “O zâtı gören gözleri de görmek kâfidir” diyerek onu kucaklamış, gözlerinden öpmüş, yanında getirdiği birkaç kitabı, eserleri hakkında bir hayli de bilgi vermişti.1
İşte unutulmaz bir ziyaretin hikâyesi…
Dipnot: 1- Mustafa Ramazanoğlu, Zulme Karşı Direniş, s. 19-23.
Yeni Asya
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.