Üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin gibi dedim
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş’et eden hazin bir gurbeti hissettim.
İşte, şu gurbet içinde ayrı diğer bir daire-i gurbet açıldı. O da, geçen bahar gibi alâkadar olduğum ekser mevcudat beni bırakıp gittiklerinden hâsıl olan firkatli bir gurbeti hissettim.
Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp yalnız kaldığımdan tevellüt eden firkatli bir gurbeti hissettim.
Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibâne vaziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi.
Ve şu gurbetten dahi, şu fâni misafirhaneden ebedü’l-âbâd tarafına harekete âmâde olan ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden, fesübhânallah dedim, bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryatla dedi:
Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî!
Birden, nur-u iman, feyz-i Kur’ân, lütf-u Rahmân imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nuranî ünsiyet dairelerine çevirdiler. Lisanım (1) حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ söyledi. Kalbim فَاِنْ تَوَلَّوْا
فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (2) âyetini okudu.
Aklım dahi, ıztırabından ve dehşetinden feryat eden nefsime hitaben dedi:
Bırak bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ-ender hata-ender belâdır bil. Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül. Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender vefâ-ender atâ-ender belâdır bil.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender fenâ-ender hebâ-ender belâdır bil. Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl. Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Hem üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:
اُو گُفْتِ : «أَلَسْتُ» وَتُوگُفْتِى : «بَلٰى» شُكْرِ «بَلٰى» چِيسْتْ؟ كَشِيدَنْ بَلاَ
سِرِّ بَلاَ چِيسْتْ كِه يَعْنِى مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْگَهِ فَقْرُ وفَنَا (3)
O vakit nefsim dahi “Evet, evet. Acz ve tevekkülle, fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. (Mektubat, Altıncı Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
1 : "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
2 : “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.
3 : O, “ben Senin Rabbin değil miyim?” dedi. Sen “Evet” dedin. “Evet” demenin şükrü nedir, bilir misin? Çok bela çekmektir. Bilir misin bela çekmenin sırrı nedir? Yani fakr u fena dergahındaki halkaya katılmaktır. Dîvân-ı Kebîr, s. 157, Gazel 251.