Uzayın da münasip sakinleri vardır

Uzayın da münasip sakinleri vardır

Günlük Risale-i Nur dersi...

 
("Şeytanlar için o kandilleri birer taş yaptık." Mülk Sûresi: 67:5.)

İ'lem eyyühe'l-aziz!
Şu ayet-i kerimenin yüksek semasına çıkıp sırrını fehmetmek için yedi basamaklı bir merdiven kuruyoruz.

Birinci basamak: Semavatın, melaike ile tesmiye edilen münasip sakinleri vardır. Çünkü, küre-i arzın semaya nispeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zevilhayatla dolu olması, semavatın ve müzeyyen burçları zevi'l-idrakle dolu olmasını tasrih ediyor. Ve keza, semavatın bu kadar ziynetlerle tezyin edilmesi, behemehal zevi'l-idrakin takdir ve istihsan ile nazar-ı hayretlerini celb etmek içindir. Çünkü, hüsn-ü ziynet, aşıkların celbi içindir. Yemek ve taam da aç olanlara yapılır. Maahaza, ins ve cin o vazifeyi ifaya kafi değillerdir. Ancak, gayr-ı mahdut, oraya münasip melaike ve ruhaniler o vazifeyi ifa edebilir.

İkinci basamak: Arzın semavatla alakası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet, arza gelen ziya, hararet, bereket ve saire semavattan geliyor. Arzdan da semaya dualar, ibadetler, ruhlar gidiyor. Demek, aralarında cereyan eden ticari muameleden anlaşılıyor ki, arzın sakinleri için semaya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiya, evliya, ervah, cesetlerinden tecerrüdle semavata uruç ederler.

Üçüncü basamak: Semavatta devamla cereyan eden sükün, süküt, nizam, intizam, ıttıraddan hissedildiğine nazaran, semavat ehli, arz sakinleri gibi değildirler. Evet, arzda bulunan nifak, şikak, ihtilaf, ezdadın içtimaı, hayır ve şerrin ihtilatı gibi şeyler, semavatta yoktur. Bu sayede, semavatta nizam ve intizamı bozacak bir hal yoktur. Sakinleri, verilen emirlere kemal-i itaatle imtisal ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale, s.173)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
İ’LEM EYYÜHE\'L AZİZ: Ey aziz kardeşim bil ki,
SEMÂ : Gök.
SIRR : Gizli hakikat.
FEHMETMEK : Anlamak, kavramak.
MELÂİKE : Melekler.
TESMİYE : İsimlendirme, ad verme.
MÜNÂSİP : Uygun, denk.
SÂKİN : Oturan, ikâmet eden. Hareketsiz.
KÜRE-İ ARZ : Yerküre; dünya.
HAKARET : Küçüklük, horluk; küçültme, aşağılama, horlama.
ZEVİ\'L-HAYAT : Hayat sahibi, canlılar.
MÜZEYYEN : Süslü.
BURC : Muayyen bir şekil ve surete benzeyen sâbit yıldız kümesi
ZEVİ\'L-İDRAK : İdrâk sahibi, anlayış ve kavrayış sâhibi.
TASRİH : Belirtmek, açık açık anlatmak.
ZİYNET : Süs.
TEZYİN : Süslemek, donatmak, bezemek.
BEHEMEHAL : f. İster istemez. Mutlaka. Her halde.
İSTİHSAN : Beğenme, güzel bulma.
NAZAR : Bakmak, bakış, göz atmak, düşünmek.
CELB : Kendi tarafına çekmek, götürmek, kazanmak ,elde etmek.
HÜSN-Ü NİYET : İyi niyet.
MAAHAZA : Bununla beraber.
ÎFÂ : Yerine getirme; yapma.
GAYR-I MAHDUD : Hudutsuz, uçsuz bucaksız, sonsuz.
MUÂMELE : Davranış, işlem, birbiri ile iş görme, amel etme, alış veriş.
İRTİBAT : Bağlanmak, rabtedilmek.
ZİYÂ : Işık, aydınlık.
HARÂRET : Sıcaklık.
SÂKİN : Oturan, ikâmet eden. Hareketsiz.
ENBİYÂ : Peygamberler.
ERVAH : Ruhlar.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
URUC : Yukarı çıkmak, yükselmek
SÜKÛN : Meskûn olan, getirip yerleştirilen,
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
ITTIRAD : İntizamlı, uygun şekilde, saat gibi intizamlı hareket, sıra ile birbirini tâkip eden hareket, ritmik.
NİFAK : Dıştan Müslüman göründüğü halde inanmamak, ikiyüzlülük, dinde riyâ.
ŞİKAK : Nifak, ikilik, ittifaksızlık.
İHTİLÂF : Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik.
EZDÂD : Zıtlar
İÇTİMÂ : Toplantı, toplanma.
ŞERRİYET : Şerlilik. Kötü ve zararlı olma.
HAYIR : İyilik. Faydalı iş.
İHTİLÂT : Karışmak, karışıp görüşmek.
KEMÂL-İ İTAAT : Tam itaat.
İMTİSÂL : Uyma, sarılma, yapışma, tutunma.