Abdulkadir MENEK
Van’dan Burdur’a, Nurun İlk Kapısına (II)
Geride sizi seven ve yaptığınız müspet iman hizmetine şahit olmuş binlerce insan vardı.
Nurşin Camiinde bulunan menzilinizden alındığınız zaman, caminin etrafına büyük bir kalabalık birikmişti.
Van Müftüsü ve İstiklal Savaşı Gazilerinden Şeyh Masum Efendi ile birlikte kelepçelenip yola çıkarılacağınız bir sırada, sizi seven ve size inanan hemşerileriniz tarafından kolay kolay reddedilmeyecek bir teklife muhatap oldunuz:
“Emredin, biz sizi bu jandarmalara teslim etmeyelim ve İran’a götürelim.’’
Uzun uzun batıya, Anadolu’ya baktınız.
O an gözlerinizin önünden hangi nurlu manzaralar geçti, hangi nurlu fetihlere muttali oldunuz, bilemiyorum efendim.
Acaba ‘’nurun fütuhatı’’ bir sinema şeridi gibi size göründü mü?
Dostlarınıza dönüp baktınız ve şu cevabı verdiniz:
“Hayır, gerek yok. Anadolu’nun bağrına gidiyorum.’’
Evet, Anadolu’nun bağrına gidiyordunuz.
Yüzlerce yıl, İslam’a hizmet etmiş ve bütün bu ali hakikatleri, İslam’ın bayrağı ile cihangirane dünyanın dört köşesinde dalgalandırmış bir milletin evlatlarını terk etmeye hiç niyetiniz yoktu.
Kalacak ve manevi cihad silahlarını kuşanarak hizmete devam edecektiniz.
Yepyeni ve nurlu bir fetih çağı başlayacaktı.
Cebr-i keyfi küfriye meydan okuyan, baş eğmeyen, taviz vermeyen, masum halkın tek istinatgâhı olacak bir tecdit ve iman hareketinin meşalesini yakacaktınız.
Bu meşale hep yanmalı ve ümit hep canlı tutulmalıydı.
Mekke-i Mükerreme’de bile olsaydınız, buraya gelmeniz lazımdı.
Çünkü en çok ihtiyaç burada olacaktı.
Dinin esasatına en büyük ve dessasane darbeler bu vatanda vurulacak ve Âlem-i İslam, başsız ve çaresiz bir şekilde yaban ellere yem edilmeye çalışılacaktı.
Dostlarınıza teselli verdiniz, vedalaştınız ve kararlı adımlarla Anadolu’nun bağrına doğru yürümeye başladınız.
Yolculuğunuz, metrelerce karın üstünde ve kızaklarla devam ediyordu.
Kuzey Anadolu’ya doğru uzanan sürgün yolculuğunuz çok meşakkatli bir şekilde ve belirsiz bir hedefe doğru ilerlerken, hiçbir telaş eseri göstermiyordunuz.
Son derece mütevekkil ve rahattınız.
Beraber, bir meçhule doğru gittiğiniz arkadaşlarınız, bu sükûnet dolu halinize hayretle ve şaşkınlıkla bakıyorlardı.
Sürgüne değil de bir cennet bahçesine gidiyor gibi rahat ve huzurluydunuz.
Siz sanki başka bir âlemde yaşıyor ve başka bir âlemde tenezzüh ediyordunuz.
Pasinler’de bir köyde mola vermiştiniz.
Bilmem, bu sırada, Milis Alay Komutanı olarak her birisi birer kahraman olan talebelerinizin başında Ruslarla yaptığınız cansiperane mücadeleyi tahattur ettiniz mi?
İşarat-ül İ’caz’ın kâtibi olan kahraman talebeniz ve cihad arkadaşınız Molla Habib ile bir muhavereniz oldu mu?
Top sesleri arasında ve cephede, serapa ihlas ikliminde yazdığınız bu muhteşem Kur’an tefsirinin mütemmimi olmak üzere yeni eserleri meyve verecek bir seyahate çıktığınızı söylediniz mi?
Şehit olan talebeleriniz ve yeğeniniz Ubeyd’i mana âleminde ziyaret ettiniz mi?
Eski güzel günleri ve neşeli zamanlarınızı yeniden yâd ettiniz mi?
Atınıza binip cepheye doğru sürerekve ‘’bu gâvurun güllesi bizi öldürmeyecek’’ diye haykırarak o savaş dehşetinin içine daldığınız, kendinizden emin bir şekilde Hafiz olan Allah’a tam iltica ederek çarpıştığınız o cihan savaşı günleri, bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçti mi?
Bilmiyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.