Abdulkadir MENEK
Veda yolculuğunuz (VI)
İstanbul’da mahkemenizin olduğunu haber alan ve gazetelerden okuyan dostlarınız ve talebeleriniz, sizi görecek olmanın heyecanı ile sabah erkenden mahkemenin etrafını ana baba gününe çevirmişlerdi.
Mahkeme salonu ve koridorları da sizi yakından görmek isteyenler tarafından doldurulmuştu.
Hatta Mahkeme salonu, davaya başlanamayacak kadar büyük bir izdihama sahne olduğundan dolayı Mahkeme Reisi kalabalığı boşaltmak için elinden gelen her şeyi yapmış, muvaffak olamayarak sizden yardım istemişti.
Siz de arkanıza dönmüş ve elinizle işaret etmiş, bunun üzerine size hayran gözlerle bakan talebeleriniz geri çekilmiş ve ancak o zaman davaya başlanabilmişti.
Bir ay kadar kaldığınız İstanbul’da birçok yazar ve mütefekkir ile görüşmüş ve onlara röportajlar vermiştiniz.
Aradan bir yıl kadar zaman geçtikten sonra Samsun’da devam eden Büyük Cihad Gazetesi davası nedeniyle bir kez daha İstanbul’a gelmiş ve bu sefer, hatıralarınız ile dolu bu şehirde bir müddet kalarak eski günlerinizi yad etmiştiniz.
Talebeniz Fırıncı Muhammed, bu misafirliğinize ne kadar sevinmiş ve ne kadar da dilşad olmuştu efendim.
Dostlarınızı ziyaret etmiş, daha önceleri kaldığınız mekânlara giderek, eski günlerinizi yeniden yaşamıştınız.
Üç ay süren bu İstanbul seyahatinin ardından, yeniden Nurlu menzillerinize avdet etmiştiniz.
Emirdağ, Isparta, Barla, Eskişehir, Ankara’ya farklı zamanlarda uğramış ve talebeleriniz ile hasbihal etmiş, feyizdar sohbetlerde bulunmuştunuz.
Bu dönemde Isparta, size tam olarak kucak açmış ve Üçüncü Said’in hikmet dolu hizmet metoduna, mükemmel ve semeredar bir mekân olma şerefini kazanmıştı.
Bütün bunlar bir film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçerken, Aziz talebeniz Zübeyir’in sesini duymuş ve etrafınız bakmaya başlamıştınız.
‘’Üstadım, Urfa’ya geldik.’’
Talebeniz Hüsnü, arabayı burada Nur hizmeti yapılan mekânın önüne çekmiş ve Zübeyir arabadan inerek Abdullah’a haber vermişti.
Biraz sonra Abdullah, sevinç ve şaşkınlık dolu bir ifade ile arabanın yanına gelmiş ve sizi arabanın arka koltuklarına gömülmüş olarak, bitkin ve hasta bir halde görünce büyük bir teessüre kapılmıştı.
Siz Abdullah’ı hizmet için Urfa’ya göndermiş, buranın çok önemli olduğunu ifade ederek, ‘’yakında Ben de oraya geleceğim’’ demiştiniz.
Hatta bütün Urfa’lılara ve mezarda yatanlarına bile selam göndermiş, onlara dua etmiş ve onlardan dua istemiştiniz.
Abdullah da, o günden beri sizin geleceğiniz günü gözler olmuştu.
Abdullah, Kastamonu’da arkadaşları ile birlikte küçük bir talebe iken yanınıza gelip ’’bize Halık’ımızı tanıtır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyor’’ dediği günden beri, size adeta meftun olmuş ve hizmetinize tam bir serdengeçti edası ile sarılmıştı.
Buradan Abdullah ile beraber şehrin o zamanlar en güzel oteli olan İpek Palas’a gitmiş ve ‘’27’’ nolu odaya yerleştiniz.
Sizin Urfa’ya geldiğinizi haber alan başta talebeleriniz ve ardından kadirşinas ve dindar Urfa halkı otelin önünde toplanmış ve sizi görecek olmanın heyecanın yaşamaya başlamışlardı.
Otelin önündeki kalabalık artıp bir izdiham boyutuna ulaşınca, buraya geldiğinizi haber alan Emniyet teşkilatı tam bir paniğe kapılmış ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
İşte bu andan itibaren Ankara ile bir haberleşme trafiği başlamıştı.
Ankara da zor durumdaydı.
Hükümet, derin güçlerin ve karanlık odakların karşısında çaresiz bir vaziyete düşmüş ve iş yapamaz hale getirilmişti.
Menderes tam bir çaresizlik girdabına düşmüştü.
Aslında siz gelen fırtınayı uzun bir zaman önce görmüş ve hükümet erkânını ikaz etmek için Ankara’ya gitmiştiniz.
Fakat onlar da estirilen şiddetli evham ve korku yüzünden sizinle görüşmeye yanaşmamışlar ve maalesef sizi tam olarak da anlayamamışlardı.
Siz onlara yaklaşmakta olan şiddetli fırtınayı haber verecek ve almaları gereken tedbirler konusunda ciddi ikazlarda bulunacaktınız.
Fakat sizi dinlemek cesaretini göstermediler, gösteremediler.
Siz de üzgün bir şekilde Ankara’dan ayrılmış ve yeniden Emirdağ’ın yoluna yönelmiştiniz.
Her şeye rağmen kader hükmünü icra edecekti.
Sizin muvaffakiyetleri için dua ettiğiniz Menderes ve arkadaşları, gemiyi batırmamak için çırpınmaya başlamışlardı.
Menhus ve mel’un güçler, bu değerli vatan evlatlarına öldürücü darbeyi vurmak için gün saymaya başlamışlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bunlar da Sizin manevi himayenizin ve dualarınızın büyük ehemmiyetinin, tam olarak farkında değillerdi.
Bu evham ve korku, Urfa’ya kadar bulaşmış ve buradaki yönetim de, bu evham ve korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
Bu evham neticesinde Ankara’dan gelen talimat da, bir çaresizliğin ve ipleri ellerinden kaçırmış olduklarının çok bariz bir ifadesi idi:
‘’Said Nursi’yi hemen Isparta’ya geri gönderin.’’
Heyhat ki, ne heyhat.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.