Latif ERDOĞAN
Vicdan kan ağlarken aklın dillenişi
Adaletin sürgün edildiği yerde zulüm kaçınılmazdır. Akıl isyan, vicdan feryat etse de bu böyledir. Her hak sahibine hakkının eksiksiz verilmesi, ancak "hak" kavramının haklılık ölçüsünde kabullenilmesiyle mümkündür. Haklılık güç, kuvvet ya da başka imtiyazlarla yer değiştirdiğinde yine netice zulümle noktalanır. Zaten zulüm, öncesinde bir haklılık olsa bile, onu da bozar, işlevsiz hale getirir.
Zulüm, görünürde kendi cinsinin, gerçekte ise kendinden intikam alacak gücün çağrısıdır. Bu sebepledir ki, sonu hüsranla bitmemiş hiçbir zulüm ve kendi zulmünde batıp gitmemiş hiçbir zalim yoktur.
Algılamayı, İletişimci Yazar Ali Saydam'ın da, Algılama Yönetimi kitabında gayet isabetle işaretlediği gibi, akıl yanında vicdan ve gönül penceresinden bakarak gerçekleştirenler, görünenin yanıltıcı kapsamından çıkıp, "olanı olduğu gibi" görmeye aşina bulunduklarından, bu gerçeği de bu şekilde görür; ve eşyanın hakikatini görmüşlüğün ayrıcalığı ile, bakışlarını zulmün bu gerçek yanına çevirerek söz konusu hükmü verirler...
Teknoloji kan kusuyor. İsrail'in son saldırısında, yaşlı, kadın, çocuk ayırımı yapılmaksızın yine yüzlerce Filistinli şehit düştü, hayatını kaybetti, yüzlercesi ağır yaralandı, binlerce ev ve iş yeri harabeye döndü, oturulamaz hale geldi. Cılız birkaç tepki dışında, devletler ölçeğinde yine kimsenin sesi çıkmadı. Ne ki, daha öncekilere ilave ile bu şedit zulmün "gayretullah"ı harekete geçireceği kuşkusuzdur.
İsrail, altmış yılının en zalim bu son saldırısıyla kendi sonunu hazırlamanın en güçlü davetiyesini de çıkarmış oldu. Çok da uzak olmayan bir sürede yaptıklarının bedelini de bir bir ödeyecektir. Ve o demde kendisine yardım edecek hiçbir güç, kendisini savunacak hiçbir kuvvet de bulamayacaktır.. Bunları söylerken, algılamanın akıl yönünü ihmal ediyor değilim:
Doğrudur, Filistinlilerin de baştan bu yana pek çok yanlışı, pek çok hatası olmuştur. Geçmişten gelen kronik kabul ya da retleri istismar ile yönlendirilen bir taban ve kitleden; gaye ve maksat adına söylenenlerle, vaat edilenlerle yapılanlar arasında çokça tenakuzun mevcudiyeti ortada bir hareketten; istenen ölçüde iradelerinin hakkını veremeyen ve dolayısıyla fakirlik, cehalet ve tefrika gibi amansız düşmanlarla mücadelede yetersiz kalan bir toplumdan; uzun vadeli stratejiler hazırlayamayan, kuvvetler dengesi kuralını hiç hesaba katmadan taktikler geliştirmeye çalışan ve bu yüzden de sürekli bozgun yaşayan bir yönetici kadronun yönlendirmeleriyle sağa sola savrulan bir sosyal yapılanmadan bahsediyoruz.
Dıştan kendilerini destekleyen İslam ülkelerinin de aynı yanlışlara kilitlendiklerini söylemek sanırım pek abartılı sayılmaz.
Gücü, sadece para, sadece silah gücünden ibaret saymanın ağır faturaları ödeniyor. Satın alınan gücün geçici rehavetine gömülüp, bu güçlerde dahi düşmana bağımlılık gibi bir garabet yaşandığı göz ardı ediliyor. Bilim, teknoloji, makro ekonomi, makro siyaset, spor, sanat, estetik gibi medeniyet disiplinlerine mesafeli duruluyor.
Bir uygarlığın ancak bir başka uygarlıkla fethedileceği hakikati bir türlü gündeme alınmıyor ya da alınamıyor. Hülasa, "sünnetullah"a, yani kainatta cari kurallar bütününe devamlı muhalefet ediliyor; ve de bu muhalefetin cezası çekiliyor... Elbette bu yanlışlar yekunu, sahiplerini mağlup hale getirse de, zalimleri yaptıklarında haklı kılmaz. Zaten, haklılık ile zulüm asla bir arada bulunmaz, bulunamaz...
Bugün
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.