Nurettin HUYUT
Yakarış
Münacat veya dua…
Resülullah (sav)’den günümüze binlerce dua ve münacat yazılmış. Bunların hemen hepsi Arapçadır. Arapça bilmediğim için bu duaların anlamını bilmem. Ancak bu gün ekseriyeti Türkçeye çevrilmiştir. İlk anda Türkçesini okumak daha güzel gibi görünüyorsa da orijinallerinin manevi hazzını vermediği için aslından okumak daha zevkli oluyor. Manasını biz bilmesek de Cenab-ı Allah biliyor.
Gördüğüm kadarıyla büyük oranda hemen hepsi aynı temada gidiyor. Farkı fark ettiren Cevşen-ül Kebir ile Celcelutiyedir. Bir de Veysel karani Hazretlerinin duasıdır.
Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ilim dili Arapça olduğu için Türkçe yazılmış ciddi bir duaya da rastlanmıyor.
Bediüzzaman Said Nursinin yazdığı Münacatlar, Cevşen-ül Kebir tarzı veya Celcelutiye tarzında gittiği görülüyor.
Tefekküri ibadet tarzındadır. Tefekküri ibadette iki tarzdadır. Biri hazırana, diğeri ise muhataba suretindedir.
Mesela bunlardan ilk akla gelen örnekler Münacat Risalesi ile Ayet-ül Kübradır. Ayet-ül Kübra Gıyabi tefekküre en parlak bir örnek teşkil eder. Münacat Risalesi ise muhataba tarzı tefekküri ibadete örnektir.
Harika eserlerdir.
Farklı bir yaklaşımı var. Dua eden kendisine hiçbir şey istemez. Baştan sona bir tavsiftir. Bir tariftir. Bir tasdiktir. Bir izandır.
Rabbimizi bize tarif eden üç büyük külli muarriften birisi olan kâinat kitabı esas alınarak yazılmış, edebi, akıcı, selis, zihni yormayan, zikir gibi okunabilecek bir tarzı var.
Kainat kitabını okuyan bir müfettiş gibi veya kainat çapında bir sergi ve o serginin sanatkarı hakkında takdirkar bir sunum yapan yüksek bir müfettiş edasında.
Geleneği bozmuyor. Afakî malumat ile semavattan başlıyor. Yıldızları masaya yatırıyor, onlardaki harika düzene dikkat çekiyor. Sonra cevvi semada cereyan eden olayları tahlil ediyor, hava unsurunun vazifelerinden bahis açıyor. Ardından yeryüzüne iniyor. Oradaki sanat harikalarını nazara veriyor. Hayvanlar taifesini ele alıyor, deniz ve nehirlerde yaşayan canlıları dikkate sunuyor. Dağların vazifelerinden bahsederek oradaki erzak ve levazımat depolarına nazarları döndürüyor. Ve bunların hepsinin bir ahenk içinde Rablerini tarif ve tasvir edişlerini bir bir sayıyor.
Sonra melaike ve ruhanilerden bahis açıyor. Onların her emre harfiyen uymalarından ve onların hayvan çeşidi kadar çeşitlerinin oluşundan, Kâinatın her tarafını şenlendirdiklerinden ve imanın altı şartına en evvel onların inandıklarından ve tasdik ettiklerinden bahsediyor.
Dönüyor insana ve insanın adem (as)’dan günümüze gelmiş geçmiş Peygamberlerden, vahiylerden ve onların mucizelerinden, peygamberlerden sonra gelen evliyalardan, muhakkiklerden ve tasavvuf ehlinden bahsediyor ve onlara inen ilhamlara nazar-ı dikkatleri celp ediyor.
Adeta “başını kaldır kendini tanıtmak isteyen faal ve kudretli bir zatın harika işlerine bak” diyen Rabbine bir anlamda cevap veriyor.
“Başımı kaldırdım baktım ve işte bunları müşahade ettim.” Der gibi.
Düşünüyorum bu duaları Bediüzzaman Hazretleri nerelerde, kaç kere, hangi vakitlerde ve hangi şartlarda okumuş?
Bir anda Şarkın ve Garbın yüksek tepeleri aklıma geliyor. Daha çocukken Nurs’un dağlarına çıktığını ve oralarda sabahlara kadar okuduğunu, ibadet ettiğini tarihçe-i hayatından öğreniyoruz.
Erek dağı, Başit başı gibi yüksek mevkilerde, 2000’in üzerindeki rakımlarda okuduğu anlaşılıyor.
İstanbul’un Çamlıca tepesi, Tiflisin Şeyh Sanan tepesi gibi tepeler bir anda bu manaya kuvvet vermek için hayalime çarpıyor.
Sonra zorla ikamet ettirdikleri Çam dağı ve kara kavağın tepesi bir sinema şeridi gibi gelip geçiveriyor. Eskişehir, Denizli ve Afyon Hapishaneleri arzı endam ediyor. Ve “bizi de yaz diyorlar. Bizim kokuşmuş hücrelerimizde de çokça dua ve yakarışta bulundu” diyorlar. Orada onunla yatmış tüm mahkûmlar şahittir ki, Bediüzzaman sabahlara kadar oralarda cevşen, evrad, ezkar okumuş ve Rabbine insanlığın hidayeti için yalvarmış.
Kosturma’da tatar camisinde uzun kış gecelerinde yaptığı hazinane dualarında Münacat ile Ayet-ül Kübra’nın olmaması mümkün mü?
Bediüzzaman Hazretleri Seksen küsur yıllık uzun ömrünün hemen her gecesini bu duaları okumakla geçirdiği düşünülürse 365 le çarptığımızda neredeyse bu duaların her birini 30 bin defa okuduğu ortaya çıkmaktadır.
Külli dua ve Külli bir yakarış bu olsa gerek “dua külliyet kesb ederek devam etse, netice vermesi galiptir, belki daimîdir.” (Mektubat sh. 290)
Ya Rabbi!.. Bizi O dualara dahil eyle… Amin…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.