Ramazan BALCI
Yanlış yerde ağlamak
Geçen hafta Japonya depremi ile ilgili değerlendirme yazacağım dememe rağmen Libya depremi öne geçti.
Bugün yüreğim yanıyor diye başlamayı isterdim yazıma. Ama bu cümlenin omzuma yüklediği sorumluluğu idrak ettiğimi söyleyemem.
Yanan benim yüreğim değil Libya yanıyor aslında!
Libya kelimesi hatıralara sadece Kaddafi’yi çağrıştırıyor. Oysa bombalanan Kaddafi değil benim tarihi hafızamda her biri zengin hatıralar taşıyan Derne’yi, Fizan’ı Trablusgarb’ı Tobruk’u Bingazi’yi bombalıyor haçlı uçakları.
Bombalanan kara toprak parçaları değil, tarih şuurum ve ümmetin şahs-ı manevisinden hissedar olan ruh vücudum!
(Cihan Harbinde İslam’ın son kalesini savunmak için İstanbul’a gelen Sinüsi Şeyhi Seyid Şerif Ahmed.)
Ömer Muhtar’ın kardeşlerini vuruyorlar! Şeyh Sinüsi’nin köyünde Seyyid Şerif Ahmed’in evlatları katlediliyor!
Sinüsiler deyince burada durmak gerekir. Bu gün Risale-i Nur’un İslam alemine ve ittihad-ı İslama bakan düsturlarının kaynakları arasında önemli bir yeri vardır Sinüsiliğin!
Üstadın gençlik döneminde çok sayıda feyiz ve ilham kaynağı olduğunu biliyoruz.! Sinüsilerin alem-i İslamı sömürgecilerin yağmasından kurtarma hareketini başlatması ve İslam’da ihya geleneğine öncülük etmesi, bu tarihlerde pek hatırlanmasa da o tarihlerin en yalın gerçekleri arasında yer alır.
Ve son Osmanlı Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın ruhunun sızladığını duyuyorum Bingazi semalarında! Tam yüz yıl önce İtalyan şovalyeleri Bingazi’ye çıkarma yaptıklarında Sinusiler’i örgütleyen Enver Paşa, mülk-i İslam’ın Afrika kalesi önünde tarihe gerçek bir destan bırakmayı başarmıştı.
Dedelerimizin şehit edildiği topraklar unutulunca, benliği ve ruhu çalınmış sözde Seyfülislam (Kaddafi’nin oğlu) “biz daha önce Türkleri ve İtalyanları yenmiştik!” deyiverdi!
Şimdi İslam’ın ezeli düşmanı İngiliz ve Fransız petrol hırsızlarının bombaladığı topraklar, manyak bir delinin sarayları değil, İslam’ın hudut karakollarıdır.
Saddam ile Kaddafi birbirlerine ne kadar benziyorlar! İki piyonun yaptıklarına bakıp yabancı müdahalesini alkışlayanlar, Irak’ı göstererek eserleriyle övünebilirler.
Üzgünüm vücudumun bir yanı yanıyor diyebilmeyi ne kadar isterdim. Ama olmuyor!
Bir de fikir şaşkınlığına ne demeliyim! Arap aydınlanması, gençlik devrimi diye alkışlanan işgal senaryolarına ne demeliyim!
Yıllardır “müsbet hareket, müsbet hareket” denilerek, Türkiye için yanlış sayılan bir hareket tarzı ne oldu da Araplar için doğru hale geldi?
Bediüzzaman’ın Arapların intibahı için verdiği müjdelerden ne oldu da sömürgecilerin işgal oyunları için umut üretildi.
Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar hiç ibret alınsa tekerrür mü ederdi demiş sözü ilk söyleyen!
Maalesef tekerrür ediyor işte! Yaşanan son sokak taşkınlıklarına tesadüf eden Kuşatılmış Vatan isimli eser yayınlandığında “bu sözlerimin doğru çıkmasını istemiyorum ama, bana yeni bir işgal senaryosu sahneye konuldu gibi geliyor” demiştim.
En az Kaddafi kadar sevimsiz olan Mısır Hidivleri için sokağa dökülen ulusalcı tepkinin akıl hocaları İngilizdi. Mısır Mısırlıların diye diye İngiliz işgaline terk edildi.
Tarih ders almasını bilenler için hiç yanıltmaz bir rehberdi. Sokak hareketleri onu tertib eden işgalciye yapılmış bir davetiye olduğu, son iki yüzyıllık tarihimizin en acı ve aynı zamanda en talihsiz dersidir.
“Biz elbette ferec ve ferah isteriz ancak düşmanların elleriyle değil” diyen İmam Bediüzzaman’ın bu dersi de aynı talihsizliğe uğramış görünüyor!
Yüz yıl önce gazap ve kahrı celp eden bir ihmalin bugün neresindeyiz diye bakabilmek için şu birkaç satırı yeniden okumak gerekmez mi?
“Haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaret-üz zünub değil, kessaret-üz zünub oldu. Haccın bahusus tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaîyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs bîçare vâlideleri olduğunu "ba'de harab-il Basra" anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
İşte Afrika, biraderini tanımıyarak öldürdü, şimdi vaveylâ ediyor.
İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip âh u fizar ediyor.!”
Bana kalırsa yüz yıl sonra şaşkınlığımız artmış görünüyor! Onlar en azından mazlum şehidin başında ağlıyorlardı. Bizim katilin yanında ağlama ihtimalimiz hiçte az değildir!
Dün televizyonu açtım spiker şu haberi okuyordu, “Cuma namazından sonra III. Hac Kongresinde alınan kararların bir an önce hayata geçirilmesini isteyen Mısırlı gençler tahrir meydanını doldurdu!” Acaba yanlış mı duydum!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.