İkram ARSLAN
Yetersiz kanunlar ve hiç bitmeyen mağduriyetler
Gündemi kilitleyen ve ülke çapında bizi huzursuz eden çok sayıda haber okuyor, izliyoruz neredeyse her gün. Gazete yapraklarını çevirmeye, haber kanallarını açmaya korkuyoruz artık. Yüreğimizi burkacak bir haber daha görmemek için dua ediyoruz.
Her haberin gündemi etkileme değeri yok elbette. Sadece bir bölgeye has olan ve birkaç gün konuşulup ardından unutulan mahallî hadiselerin haddi hesabı yok. Fakat esasında bu hadiseler unutulmuyor, sadece aktör değiştiriyor.
Bu cümleden olarak, küçük gibi görülen ama aslında küçümsenmeyecek bu hadiselerden bir tanesi geçtiğimiz günlerde bizim başımıza gelince, bütün huzurların kaynağının aile huzuru olduğunu bir kez daha yakinen anlamış, hissetmiş olduk. Birkaç saatliğine evden ayrılmanın faturasını madden ve manen ağır ödemiştik. Hırsızlar, evi tarumar etmişlerdi.
İnsanın tahassungahı ve sırlarının barınağı olan evlerin sadece birkaç saat zarfında virane denecek kadar kötü bir vaziyete çevrilmesi, başta çocuklar olmak üzere hepimizi olumsuz etkilemişti. Kilitli kapılar ardında bile güvende olmadığımızı çocuklar çok acı bir şekilde öğrenmişlerdi. Parçalanan kilitlere ve darmadağın edilen eşyalara bizlerle beraber onlar da tanıklık etmişlerdi çünkü.
Musibetler paylaşıldıkça küçülür hakikatince eş dost bizi yalnız bırakmadı. O gün geç saatlere kadar konuşunca herkesin ne kadar da dertli olduğuna şahitlik ettim. Öyle ki, herhangi birine müsaade etseniz, dakikalarca yaşanmış elimhadiseleri anlatır da anlatır ve siz de hayretler içerisinde dinlerdiniz.
O gece konuşulan bir konu daha oldu ki, bizi en çok düşündüren ve gerçekten de olabilir mi dedirten bir şeydi. O da, “Bunlara devlet müsaade ediyor” teziydi.
Sathi bir nazarla bakınca kesinlikle yanlış olan bir ifade. Zira hiçbir devlet bile bile vatandaşını mağdur etmez; suçluyu savunup mazlumu ezmez herhalde. Burada kast edilen, kanunların yetersizliği, hukukun iflasıydı elbette. Çünkü bir insanın aynı suçu defalarca işlemesine müsaade edecek kanunlarının olması ve o suçu işleyen birisine uygulanan müeyyidenin hiçbir caydırıcı yönünün olmaması, ertesi gün daha tecrübeli ve daha tehlikeli bir suçlunun meydanlarda gezmesi anlamına geliyor. Ve maalesef bunun sayılamayacak kadar çok örneği var.
Bir tanesini duyunca adeta kanım donmuştu. 16 yaşında birisinin 82 ayrı hırsızlık vakıasından sabıkası varmış. Yani bu, şu demek: Bu kişi defalarca, defalarca suç işlemek için fırsat bulmuş ya da ona fırsat verilmiş. Peki bu 83 olmayacak mı? Kimbilir daha profesyonelleşmiş bir sonraki aşamasında hangi masumun dünyasını yıkacak...
Polis memuru da bundan muzdarip. Devletin Avrupa kanunlarına uyum sağlamak amacıyla özgürlükçü kanunlar çıkarmaya başlamasıyla hırsızlara gün doğduğunu üzülerek anlattı.
Başka birisinden daha da acısını duymuştum. “Ben hırsız çocuğu yakalayıp teslim ediyorum. Birkaç gün sonra onu yeniden aynı suçu işlerken buluyorum” şeklinde bir şey söylemişti esefle. Sadece malı yağmalananlar için değil, yaşı küçük olduğu için salıverilen o çocuğu sürekli görecek olan bu memur için de durum çok vahim.
Haberlere konu olan şu sahne de mevzumuzu özetlemesi açısından dikkate şayan: Usta bir araba hırsızı sonunda yakalanmış ve kelepçeli olarak polisler arasında götürülürken bir muhabir “Çalmadığınız araba modeli kaldı mı?” diye ilginç bir soru sormuştu. Hırsızın verdiği cevap, kanunlar ve müeyyideler hakkında çok şeyi barındırıyordu içerisinde: “Evet, bir model kaldı. Çıkar çıkmaz onu da çalacağım.”
Örnekler böyle uzar gider...
E peki ne yapmak lazım?
Her zaman ve zeminde, adeta elinde yetkisi bulunan bir siyasi edasıyla anında çözüm alternatifleri sunmayı seven bir yapımız olduğu için o akşam bu konu da uzun uzun tartışıldı elbette. Çok değişik alternatifler duyduk.
Bir tanesi şöyleydi: “Böylelerinde kalıcı bir iz bırakmak lazım ki bir daha topluma çıkamasınlar.” Bunun nedeni de çok ilginçti: “Şimdi hırsızın eli kesilmeli dersek kesin yine şeriat gelecek tartışmalarını başlatacaklar ve daha hiç konuşamadan konuyu kapatmak isteyecekler. O yüzden biz ondan ilham alarak, mesela hırsızlık yapan ve suçu kesinleşenlerin yüzüne damga vurursak emin olun ülke genelinde hırsızlık sayısı ciddi oranda azalır.”
Tabii bu bir tavsiyeydi. Belki de caydırıcılık yönü olacaktır, bilinmez. Fakat Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şamiye’nin zeylinde vurguladığı şu mühim esas ıskalanmış oluyor:
“Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlahîden nazil olan emir hatırına gelir. İmanın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelam-ı ezelîden gelen ve hırsız elinin idamına hükmeden اَلسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا(Hırsız erkeğin ve hırsız kadının elini kesin. Mâide suresi, 5:38) ayetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelanına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelan bütün bütün kesilir. Çünkü yalnız vehim ve fikir değil, belki manevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.”(http://erisale.com/#content.tr.15.579)
Evet, o arkadaşımızın tavsiyesinin caydırıcılık yönü olacaktır belki, ama (yukarıdaki enfes tarif ve tavsiyeden de açıkça anlaşıldığı gibi) hiçbir zaman İlahî kanunlar kadar tesirli olmayacaktır.
Şeriat dendiği zaman aklına sadece “el kesmek” gelen insanların bile rahat edeceği ve bugüne kadar aldandıklarını itiraf edecekleri bir huzurun reçetesi bu kanunlarda gizli. Başkası yok! Beşerin el yordamıyla oluşturduğu (ya da başkasından birebir kopyalayıp uygulamaya soktuğu) kanunların tesirinin azlığına mebzul miktarda örnekler, şahitler var. Bunu görmek için maziye bu nazarla küçük bir nazar kâfi...
Nazar edince görüyoruz ki, maalesef cumhuriyet tarihimiz acılarla dolu. Ve biraz altını kurcalayınca semavî yasalara kulak tıkamanın bunun en önde gelen nedenleri arasında olduğunu görüyoruz. Devlet eliyle yürütülen birtakım yanlı ve yanlış uygulamalar bir tarafa, İlahî kanunlara arka çevirmenin ve beşerî kanunlara bel bağlamanın bedeli hep ağır ödenmiş. O kanunların da uygulamalarında ciddi sıkıntılar hep var olagelmiş... Mesela suçlu olan birisini, mazlum ve mağdur taraftan başkasının affetmeye yetkisi olamaz ve olmamalı! Çünkü böyle olması, zalimin taltif edilmesi, mazlumun cezalandırılması anlamına gelir. Fakat yetkililer (ya yetersiz kanunlardan istenen neticeyi elde edememekten dolayı aciz kaldıklarından ya da başka siyasi gayelerden dolayı) artık yer kalmayan sistemlerini rahatlatmak için çeşitli isimler altında şu affı, bu affı diyerek mazlumların kalbini dağdar edebiliyorlar.
Mahkeme süreci öyle kolay geçen süreçler değil. Haklı taraf, suçlu hak ettiği cezayı alıncaya kadar mahkeme yolunu eskitiyor. Tam her şey tamam olmuş ve suçluya hak ettiği ceza verilmiş diye yüreğine az da olsa su serpilmişken birden “filan kişi, falan af kapsamında serbest bırakıldı” kararını duyması o kişi için ne kadar acı! O kadar yorucu ve yıpratıcı süreç ne içindi?
Daha ne kadar kulak tıkanır bilinmez ama bu böyle devam ettiği müddetçe beşerde hakiki huzur ve emniyet, tatlı bir hülya olarak kalmaya devam eder. Hukukî yollardan hakkını alamayan (ve belki de iyice mağdur olan) insanlar o zaman kendileri haklarını aramanın derdine düşerler ki o da toplumda kaos anlamına gelir. Dava sonrasında hakkının alınmadığını düşünen tarafların mahkeme binasındaki dehşetli kavgaları herkesin malumudur...
Benim muzdarip olduğum mesele bu olduğu için daha ziyade tek bir konu üzerinde durdum. Ancak hangi yosun tutmuş kapağa el atsak, altında çözüme kavuşmamış bir vaziyette duran kokuşmuş sayısız örneğe denk geldiğimiz için bir an önce bunlara dur denilmesi gerektiği ve kanunlar hazırlanırken şu ülkeden bu ülkeden değil, bizden ve bize faydası olacak kaynaklardan alınması gerektiği artık gün gibi ortada. Hiçbir ülkenin kanunları bir başkasına uymaz. Yaşayışlar farklı, kültürler farklı, coğrafyalar farklı... Aynı ülkenin farklı bölgelerinde bile farklılıklar olabiliyor. Bizim için en uygun ve yerinde olan kaynak bellidir. O da Kur’an’dır. İdeolojik kaygılardan uzak, aklıselimle bakıldığı zaman herkes için faydalı olacak ve hakiki güven bağlarını kuracak kanunlar onda gizli...
Bütün kâinat şahittir ki, Cenab-ı Hak her şeye en kısa ve en selametli sistemi yerleştirmiştir. Varlıkları en mükemmel şekilde ve hiç israf etmeden yaratılmış. Mesela insanın ağzına yerleştirdiği bir et parçasından ibaret olan dil, saymakla bitmeyecek kadar hasiyetler yüklü...
Onun koyduğu kurallar da böyledir. İsrafsız ve az masrafla büyük kârlar elde edilecek özelliktedir. Riayet eden masraflardan kurtulur, çok kısa yoldan kâra ulaşır. (Altıncı Söz’deki kârlarda olduğu gibi.) Kanunlar için de bu böyledir. Ve hepsi de evrenseldir. (Mesela yerçekimi kanunu... Yaramazlık yapıp da yüksekten atlayan hiç kimse o kanunun pençesinden kurtulamıyor; onun önüne geçecek başka bir kanuna riayet etmediği sürece.)
Rabbim o saadet günlerini görmeyi bizlere nasip eylesin inşaallah.
Not: Mağduriyetlerin daha da azalması adına bütün bu misalleri serdettim. Yoksa her dava adaletsizce neticeleniyor diye bir şeyi kesinlikle ima etmiyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.