Zafer AKGÜL
Yine sadeleştirme meselesi
Daha önce konuyla ilgili uzun bir yazımızda belirttiğimiz gibi, Risale-i Nurların sadeleştirilmesi meselesi siyasi veya sosyal maksatları ve niyetleri sorgulamaksızın sadece dil ve edebiyat kriterleri açısından ele alındığında bile tamamen usulsüz, uygunsuz ve suikaste varan bir çabadan başka bir şey değildir.
Öncelikle Risale-i Nurların sadeleştirilmesi konusunda müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerine kendisinin bile müdahaleye yetkisinin olmadığını ve saff-ı evvel sayılan ilk talebelerinin dahi bir takım ufak tefek ifade düzeltme tashihatları yapmalarına bile menfi tavır koyduğu hatıralardan anlaşılmaktadır. Bu gerçeğin bir müellifin kendi eserine karşı aşırı sahiplenme ve kıskanma duygusundan çok farklı bir tavır olduğunu Said Nursî’nin karakterine az çok vakıf olanlar bilirler.
Bundan başka, Risalelerin sırf bir edebî metin olması gayesiyle yazılmadığını veya sırf kuru kuruya bilgi veren günlük makale veya fıkra olmadığını da hemen herkes şöyle veya bilir.
Sadeleştirme konusunda en büyük yanılgı risalelerin edebi metin olmadığı düşüncesiyle yapılan yaklaşımlardır. Dediğimiz gibi Nursi’nin edebiyat yapma kaygısı olmadığı halde. İşte bu farkın hesaba katılmaması hesapları alt üst etmektedir.
Öncelikle Risale-i Nur Külliyatı müellifine ait özgün bir metindir. Bir metinle oynamak, sadeleştirmek, tercüme etmek, şerh ve izah yapmak gibi tasarruflar ne niyetle ve nasıl olursa olsun herkesi bağlayan edebi metin kriterleri vardır. Şerhin de, tefsirin de, mealin de, tercümenin ve nihayetinde sadeleştirmenin de bir usulü ve kuralları-kaideleri vardır.
Bu günlerde yine sadeleştirme rüzgarı estirildi. Yine sadeleştirmeye karşı çıkanlar ile taraf olanlar arasında bir takım gerekçeler ileri sürüldü. Sadeleştirme yapanların edebiyat, dil ve kültür kapasiteleri bir yana, sadeleştirmeye taraf olanlar içinde koca koca Prof’ların ve akademisyenlerin olması cidden yadırganacak bir durumdur. Bir lise öğrencisinin bile anladığı, bildiği edebiyat kurallarını bilmiyormuş, bunlardan habersizmiş gibi sadeleştirmeyi savunan bu zatların olan/olması gereken gerçeklerle olmasını istedikleri hayalleri arasında düştükleri keşmekeş doğrusu hem onlar adına hem edebiyat bilimi adına, içimizi sızlatmaktadır.
Evvel emirde sadeleştirme gayretlerinin bir metni sadece sadeleştirmek olmadığını, çünkü ağdalı ve muğlak kelimelerin bugünkü Türkçe karşılığının yanına yazılmasından veya ağdalı kelimenin çıkarılıp günlük Türkçe kelimenin eklenmesinden ibaret masum bir çalışma olmadığı görülmektedir. Aksine ağdalı sayılan kelimenin anlamını taşımayan, anlam sapmasına, anlam daralmasına yol açan kelimeler olduğunu belirtmeliyim. Bu tür müdahalelerde metindeki çok anlamlılık, çağrışımlar, edebi sanatlar ve metindeki tevafuklar kaybolmaktadır. Asıl büyük cinayetin ise kelime diziniyle oynanmasıyla yapıldığını ise altını kalın çizgilerle çizerek belirtmeliyim. Konuya fazla vakıf olmayanlar, Kur’anın Türkçe mailinde olduğu gibi bir takım kelimelerin ve terimlerin yanına parantez açarak günlük Türkçe kelimeler eklendiğini zannederek meseleyi basit görüp sadeleştirmeye karşı durmanın fazla abartılı bir tavır olduğunu zannederler. Oysa asıl vehamet yalnız kelimelerin sadeleştirilmesi suretindeki tağyiri değil, cümlelerin de kuruluş, dizin ve çatısıyla oynanmak suretiyle metindeki tahrifatlarla başlamaktadır. Artık ortada orijinal metin yoktur, yeniden birileri tarafından yazılmış metin vardır. Ve artık bunun adı mesela Risale-i Nur Külliyatı değil, onun yorumu veya çakması denilecek sahte ve muharref bir metin vardır. Ana ve ara başlıklar ve eserin genel sıralanışı hariç, metin yani söyleniş uslübü, şekli, sunumu, anlamı vs. gibi hayat özellikleri değiştirilmiş -bize göre tahrif edilmiş- bir metin vardır.
Oysa bir metnin günlük Türkçe’ye çevrilmesi başka, Türkçe çeviriyle açıklamalı notlar eklenmesi başka. Metin şerhi başka, sadeleştirme başka, metnin cümle diziniyle oynayarak bunları yapmak daha da başkadır. Bir kere sadeleştirme bir dilden başka bir dile değil, dilin kendi içinde ele alınmasıdır ki biz buna olsa olsa ”Dil içi çevirim” diyebiliriz. Bu çok daha fazla dikkat ve rikkat isteyen bir iştir. Çünkü değiştirilen kelimeler trafik levhaları gibi cansız işaretler ve göstergeler değildir. Kelimeler canlıdır, yani lafızlar deri gibi anlamın üstünü örtmektedir. Değiştirilen lafızlar doku uyuşmazlığı sebebiyle cerahata sebep olmakta, anlam hastalanmakta ve hatta ölmektedir.
Sadeleştirmede öncelikle üslub sorunu karşımıza çıkar. Bir müellifin/yazarın işlediği konu özgün olur ve kendisine özgü/has olur. Bu onun başkalarından farkını ortaya koyar. Fakat asıl önemli fark, benzeri, aynı konuları veya yakın konuları işleyenler arasında kişisel üsluplar ile ortaya çıkacağı göz önünde bulundurmaktır. Biz buna “Biçim İncelemesi/Metne bağlı inceleme” deriz. ”Nasıl”a bağlı incelemedir. Biçim incelemesinde en önemli konu veya alan üslup araştırmasıdır. Dilbilim ile Edebiyat biliminin en çok yakınlaştığı alan, üsluptur. Üslûp araştırmaları Batı Edebiyat biliminde stilistik adıyla özel bir alana sahiptir. Ne söyledikleriyle birlikte nasıl söyledikleri önemlidir. Said Nursî’nin söyleme biçimi risalenin her satırında kendini belli eder. Öyle ki birileri onun terimlerini, kelimelerini kullanarak bir metin oluştursa ve Risaleye kes-kopyala-yapıştır yapsa inanın hemen iyot gibi açığa çıkacaktır. Çünkü Said Nursî’nin kendine has ve özgün bir üslubu vardır. Risalede geçen “hem madem, hem madem, hem hiç mümkün müdür ki ve hem, hem…” şeklindeki söyleme biçimi bile sanırım üslûp konusunda yeter örnektir. O’nun cümledeki özneleri takısız ve yalın kullanması, hal zarfı yerine mesela isim fiil kullanması, gerund yerine mastar ağırlıklı cümleler kullanması, fiil cümlesi yerine isim cümleleri kullanması hep Nursî’ye özgün üslub özellikleridir.
Bu konuda akademik yazmaya gerek görmüyorum. Anlambilim açısından sadeleştirme konusunda yüzlerce eser var. Otoriteler de bu minval üzere fikir beyan etmişlerdir. Mesela, Roman Jacopson, sadeleştirme hakkında, “3 çeviri türünden biridir” der. Dil içi çeviri yeniden sözcükleme Rewording adıyla bilinir. Dilsel göstergelerin yine aynı dilde başka göstergelerle yorumlanması olarak tanımlanır. Bir dilin uzmanı olmayanlarca kolay anlaşılması için “güncelleştirilmesi”ne denir. Ölçümlü dile, Standart dil’e aktarılması, başka bir deyişle sadeleştirilmesi veya basitleştirilmesidir. Yeniden söyleme, düzenleme, biçimlendirme, oluşturma yapılandırma, konuşulan dile yani gündelik dile uyarlandırılmasıdır. Ki burada sanat kaygısıyla yapılan dil içi değil, bilimsel araştırma kaygısıyla yapılanlar kastedilmektedir. Risalenin sanat ve edebiyat yani belağat metinleri olduğu da yukarıda belirttiğimiz gibi asla göz ardı edilemez.
Dilbilimciler ve edebiyat otoriteleleri dil içi çeviride bir takım kuralları belirlemişlerdir. Onlar derler ki:
1-Mesela Arapça, Farsça kökenli edat, zarf ve bağlaçların arkaik yönden kullanılmasına dikkat edilmeli. Bunlar bugün de kullanılıyorsa çeviri yapılmamalı. Anlam yakınlaştırılmasına girilmemeli. Anlam verilemediği durumlarda yok sayılıp atlanmamalı, görmezlikten gelinmemeli.
2-Bu tip edat, zarf, bağlaç metne özel anlam katmışsa incelikleri ve vurgulamaları özenle korunarak aktarma yapılmalı.
3-Arkaik nitelikli her türlü günümüzdeki görevleri açısından eşdeğeriyle karşılayanla çalışılmalıdır.
4-Arkaik nitelikli kelime ve deyimlere de eş zamanlı (Synchronic) bir yöntemle yaklaşılmalı. Terimler, kavramlar ve kültür kelimeleri bu alanın dışında tutulmamalıdır.
5-Özne ve yüklemlerin cümle ögeleriyle bağdaşmış olmasına dikkat edilmeli
6-Sözdizimsel öncelemeler açısından sıralama belli bir amaç için yapılmışsa metnin yapısı korunmalıdır. Devrik cümlede bile bir duygusal vurgu olabilir.
7-Müellifin/Şairin özgün söyleyiş, üslup ve anlatım kalıplarına üslup özelliklerini yansıtma açısından dil içi çevirimde mümkün olabildiğince yer verilmelidir.
8- Bağlam (context) siyak-sibak açısından pekiştirme, uygulama, paralel ve simetrik yapılardaki cümlelere dikkat çekilmelidir.
9-Yalın veya bileşik ad cümlesi ve ya fiil cümlelerinin üzerinde özgün yapıya bağlı kalınmalıdır.
10-Söz sanatlarına bağlı kalınmalıdır. Sözü çevirirken söz-edebiyat sanatlarını silecek-kaybedecek dil içi çevirimlerden sakınılmalıdır.
11-Siyak ve sibak (Bağlam-Context) açısından bir cümle veya kelime veya terime dikkat edilmelidir. Bir önceki veya bir sonraki metinle bağlantılı olabilir.
Şimdi bu kuralları gözeterek sadeleştirme yapacak kişi hem Türkçeye hem de Risale diline derinlemesine vakıf değilse elbette ki bilerek ya da bilmeyerek bir çok tahribata ve tağyirata yol açabilmektedir. Çünkü Said Nursi’nin ifade biçimlerinde anlam simetrisi vardır. Lafızperest olmadığı halde lafza önem vermeden yazılmış risale metinlerinde her şeye rağmen lafız simetrisi, kelime tekabülleri de vardır. Risalelerde hüsn-ü hattaki aynalı yazı gibi paralelliğe ve simetri’ye dikkat edilmelidir. Aslında bunlar müzikte, resimde, mimaride de vardır. Dolayısıyla karşılıklı anlam yansıması ve anlam simetrisine dikkat edilmelidir. Dediğimiz gibi Said Nursi lafızla uğraşmadığı için daha çok anlam simetrisi kurmuştur. Sadeleştirmede anlam simetrisi de yara almaktadır.
Yukarıdaki kriterler ışığında gelelim sadeleştirilmiş metinlerden birkaç örnek vermeye.
Birinci Söz’ün orijinalinde “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız” cümlesi sadeleştirilecek hiçbir kelimesi yokken, sadeleştirme çabasıyla cümlenin diziniyle, söyleme biçimiyle oynanarak ”Bismillah her hayrın başıdır. Biz de önce onunla başlarız” diye sadeleştirilmiştir. böylece başta edebi sanatlar olmak üzere bir çok teknik anlam, yapısal manalar zayi olmuştur.
1.Cümlenin sadeleştirilecek hiçbir kelimesi yoktur. ”Her, hayır, baş, biz, dahi, ona, başlamak” kelimeleri günümüz Türkçesinde de kullanılmaktadır.
2-Dahi kelimesinde ”herkes bismillah diyor, her şey bismillah diyor ve bizden önceki tüm müminler ve ümmetler de bismillah diyor, o halde biz de aynen onlar gibi bismillah diye başlayacağız..” gibi anlamları kapsadığı halde sadeleştirilmiş şeklinde bu anlamlar kaybolmaktadır.
3-Başta kelimesi, önce diye sadeleştirilmiştir. Zaman zarfına dönüştürülmüştür. Evet baş, başta kelimesi zaman zarfı olarak da görev yapmaktadır. Ama baş ve başta, çok anlamlı bir kelimedir. Yani “her işin başında, başlangıcında besmele çekeriz“ anlamıyla beraber, “Biz de bu Sözler isimli kitaba besmele çekerek ve besmeleyi öğrenerek, öncelikle, evveliyetle” anlamını vardır. Ayrıca besmele her surenin başı, yani kafası, beyni konumundadır. 114 surenin 113’ünde her surenin hükmen 1. ayeti gibi kabul edilmiştir. Bu anlamı da çağrıştırır.
Başta kelimesi aynı zamanda Üstadın kitabının başı, yani başlangıcı ilk bahsi anlamını da ihtiva eder. Yani en az üç anlamı barındırır. Sadeleştirmede sadece zaman zarfı anlamı vardır, diğerleri kaybolmuştur. Göstergebilim’e göre Çok anlamlılık (Polysemy) bir göstergenin bir çok gösterileni belirtmesi, değişik sebeplerle bir göstergenin yansıttığı temel anlamın yanı sıra yeni ve başka kavramları da anlatır durumda olmasıdır. ”Baş” anlambirimi ”çok anlamlı” bir öğedir.
4-“Ona başlarız” cümlesi “onunla başlarız” şeklinde sadeleştirilmiş. Hayır yanlış söyledim, tahrif edilmiştir. Çünkü cümlenin yapısı değiştirilmiş. ”Yönelme anlamında e, a hali yerine birliktelik hali olan ile anlamına kaydırılmıştır, vasıtalık manası verilmiştir. Besmele bir vasıta değil bizatihi amacın kendisidir. Bu bir metinle oynamaktır. Cümledeki kelimelerin diziliş sırasını değiştirmek bir tahrifattır. Bu lise öğrencisine bile malumdur. Mesela Ahmet Haşim’in “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden..” mısraını “bu merdivenlerden ağır ağır çıkacaksın” şekline çevirmek nasıl affedilmez bir teknik hata ve suikast oluyorsa bu da böyle bir suikasttir. Çünkü ona denmişken onunla demeye getirmek lafza da anlama da suikast yapmaktır. Orijinal metindeki “ona başlamak” sadeleştirmedeki “onunla başlamak” ayrı hem de apayrı şeylerdir. Ağırlıklı olarak ”Biz de besmeleye, besmelenin öğrenilmesine başlıyoruz. Madem her hayrın başıdır, o halde biz evvel emirde besmeleyi öğreneceğiz vs..” anlamı varken, sadeleşmişinde “besmele ile başlıyoruz, besmele çekerek başlıyoruz” anlamına kaydırılmıştır. Oysa orijinal metin ikisini de içine alır. Üstelik 1. Söz zaten besmelenin kendisiyle ilgili bir bahistir. Ve dersin başında besmele zaten yazılıdır. Yani birinci söz Besemele’yi keşif ve öğrenme dersidir. İlk ders Besmele’dir.
5-1. Sözde Bismillah, Allah, namı ve isim kelimeleri besmeledeki harf sayısı olan 19’un katlarına tevafuk eder. 1. Söz’ün ikinci bölümünde Arapça olarak tam 19 defa besmele geçmektedir. Metinde geçen Esma-i Hüsna adedi 33’tür. Bu zikir sayısıdır. Zamirlerle beraber Allah’a atıf edilen isimler 66 defa geçmektedir. Bismillah 10 defa, Rahman ve Rahim toplam 5 ve zamirleriyle birlikte 23 rakamı da karşımıza çıkar ki bu sayı Kur’anın tenzil yılı sayısına tekabül eder. Kısaca sadeleştirmede bütün bunlar bozulmakta ve Risale-i Nurun gizli tevafukları ve şifreleri kaybolmaktadır.
6-1. Sözdeki fecaatlar dışında mesela 7. sözde Talimgah kelimesi eğitim; mücahede kelimesi hizmet olarak tahrif edilmiştir. Hizmet başka bir şey, mücahede başka bir şey. Hem anlam daralması yapılmış, hem de hizmet kelimesiyle belli bir cemaatin hizmet faaliyetleri anlaşılsın diye anlamda hasr‘a gidilmiştir. Böyle tasarruflar yaparak terimlerle oynamak metne suikasttır.
7-1. Lem’ada orijinal metinde Yunus (as)’ın zamir olarak değil isim olarak ismi ve meşhur duası tam 6 defa geçer. Tevafuk olarak Kur’an’da da 5 surede Yunus (as)’ın ismi geçer. Yine adeleşmiş Lem’alarda da hem kelimelerle, hem de cümlenin diziliş ve kuruluş biçimleriyle oynanmış ve her adımda fahiş lafız ve mana hatalarına kapı açılmıştır. Ayrıca Münacat terimi ‘yakarış’a dönüştürülerek anlam daralmasına yol açılmıştır.
Şimdilik bu kadar fecaat örneği yeter kanaatimce. Bu kadar hata akıllara zarar verebilir. Belki vermiş de olabilir. Allahu A’lem…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.