Zafer AKGÜL
Bir Sevgililer Günü Yazısı
14 Şubat Sevgililer günü. Rivayetlere göre M.S. 270‘li yılda Aziz Valentino ruhbanlıkta evlenmek yasak olduğu halde bir kadınla zina yaptığı için sopayla dövülerek öldürülmüştür. 14 Şubat günü vuku bulan bu olay sonraları “Valentino Günü” olarak sevgililer günü kabul edilmiştir. Hamamın namusu kurtulsun diye bazıları da Romantizm akımının başlatıcısı İngiliz şair Chaucer, kuşların eşlerini seçme günü olan 14 Şubat’ı Sevgililer Günü saymacasından kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir.
Bizde yoktu önceleri böyle günler. Biz de bu vesileyle kavram üzerine bir iki tur atalım dedik. Aşk nedir? İnsanoğlu yaratılalı beri sevgi-sevgili, aşk-maşuk hep ola geldi. Aşk, insanla beraber var olan bir kavram veya olgu. Tanımı, tarifi hiç yapılamadı. İzafî, göreceli bir kavram olduğu için, hem tensel hem tinsel; hem maddi hem manevi; hem parça, hem bütün, hem mecazi hem hakiki olduğu için mutlak ve muğlak bırakıldı. Öyle ki “Aşk, tanımı bir türlü tam olarak yapılamayan olgudur” demek zorunda kaldı insanlar. Kimine göre emekti aşk. Kimine göre tutku. Kimilerince çile. Kimine göre güven. Kimine göre fedakarlık. Toplamını yaparsak aşk bütün duyguların bir oluşu, tevhidi, ittihadı ve ittifakıdır. Yoruma açık.
Gönül kapınız çalınır ve koşup açarsınız “kim o” diye. Kapıyı açıp bakarsınız ki karşınızda sonsuz bir gökyüzü. Parlak bir güneş. Çisil çisil yağan bir yağmur. Ve kocaman bir dünya vardır. Ve kocaman bir yürek kendini açar size. Tıpkı kendi yüreğinize benzer ama ilk fark ettiğiniz şey eksiklerinizi tamamlayan bir yürektir bu. İki büyüleyici göz sizi süzer. Oradan yüreğe bir akış başlar içinize. Tüm hücrelerinize bir ihtizaz, bir ürperti yayılır. Hani derler ya varlık bir ihtizaz, bir titreme ile başlamıştır. O titreyiş harekete, o hareket hararete sebep olur, ılık ılık bir hissiyat kıpırdar sonraları şiddetlenir ve iç yangını başlar. Bundan mıdır bilemem aşk ateşe, yanmaya benzetilmiştir. Yanmanın en güzel hali. Ölümüne yanmanın. Belki de pervaneler bunun için kendilerini ateşe atarlar. Bir yerde “Aşk yanmaktır” der çıkarsınız işin içinden.
Aşk sadece ateşe benzemez. Bazen bir yağmura benzetilir. Hani biri demişti. “Hepimize aynı yağmur yağar, ama kimimiz ıslanırız kimimiz ıslanmayız.” Bu nedenle “Aşk bir yağmurdur ki, kimimiz ıslanırız sırıksıklam. Kimimiz ıslanmayız. Kimileri bir şemsiye açar ve hafifçe ıslanır.
Yine derler ki, “inanç görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız başkalarının görmediklerini görürsünüz.” Gaybî iman budur aslında. Mesela Allah’a inanmak gaybî’dir. Ama bu Allah’ı daha iyi ve daha güzel görmektir. Beşerî aşk’a bunun için “Mecazî Aşk” demişler büyükler. Mecazî aşk bu sebepten İlahî Aşk’a yol açar. Enteresandır ki mecaz terimi, kök olarak zaten “Geçiş” demektir. Aşk işte bu sebepten başkalarının göremediği güzelliği hatta çirkin bulduğu güzelliği görmektir, keşfetmektir, fark etmektir. Hem de çok daha iyi görmektir. Mecnun’a “Leyla, Leyla diye kendini telef ettiğin kadın kara, kuru, çirkin bir kız. Neyine tutuldun ya hu?” dediklerinde “Siz bir de benim gözümden görebilseydiniz” cevabını vermiştir.
Batı Edebiyatında aşk üzerine yazılanları okursanız göreceğiniz şudur: İki cinsin şehvetle tensel ve tinsel tutkusu. Shakespeare’de de böyle Artur Schopenhairde de böyle. Hatta yakın tarihte E. M. Cioran’nın Batı kültürünün özeti sayılacak şu tarifiyle şaşırtır bizi. “Aşk iki tükürüğün karşılaşmasıdır. Bütün duygular, mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar.” Sanırım bu tanımlama 14 Şubat Sevgililer Günü’nde kastedilen sevgi ve aşkın ta kendisidir.
Yine bir yerde okumuştum “Rüzgar, havanın çılgınlığıdır. Müzik, sessizliğin çılgınlığıdır” diyordu bir yazar. Ben buna bir cümle ekledim içimden. “Aşk da insanın çılgınlığıdır.” Niçin çılgınlık derim? Uzun uzun izah yerine “Bu soruyu asıl ismi Kays iken Leyla’ya aşık olunca adı Mecnun olana sorun!” derim.
Bir aşk filozofu da bir keresinde sohbet sırasında müthiş bir tesbitte bulunmuştu. “Her nefis ölümü tadacaktır. Ama her nefis aşkı tadamayacaktır.” İşte size kitaplar dolusu bilginin veremeyeceği bir tesbit.
Bizde şairler sevgililerine, özellerine -hayat hikayelerine göre- isimler vermişlerdir. B. Rahmi Eyüboğlu’nda sevgilinin adı Meri’dir. “Karadutum, çatalkaram, çingenem!” diye hitap eder. Atilla İlhan “Aysel git başımdan, ben sana göre değilim!” der. A. Hamid Tarhan “Fatıma”; Nazım Hikmet “Piraye”; Özdemir Asaf “Lavinia”; Ümit Yaşar “Ayten”; Abdurrahim Karakoç “Mihriban” der. Sezai Karakoç “Mona Rosa” diye isim verir.
Bazı şairler hiç isim vermezler. Meçhul bir sevgiliye hitap ederek aşklarını dile getirirler.
Ahmet Haşim’in “O Belde” şiirindeki gibi.
Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz..
Aşk bahsi bitmez. İyisi mi Fuzulî’yi dinleyelim.
“Aşk imiş her ne ki var ise âlemde
İlim bir kîl u kâl imiş ancak”
Eskilerden bir şair de şöyle demiş metin aklımda değil.
Mecnun ile aşk mektebine gittik.
Ben aşkı hatmettim o “Ve’l leyli’de kaldı…”
14 Şubatçılara da deriz ki;
"Sevgi baht olmuş ezelden bize
Sizde bir türlü bizde bir türlü."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.