Zafer KARLI
Risale-i Nurda Manevi Tefsir: Besmele Örneği
Risale-i Nur, Kur'an'ın lafzını filolojik tetkikler çerçevesinde açıklayan tefsirlerden olmayıp Kur'an'ın hidayet mesajını doğrudan doğruya aktaran bir tefsirdir. Bediüzzaman buna manevi tefsir demektedir. Manevi tefsiri anlamak için besmelenin Risale-i Nur‘da nasıl ve hangi esasların zaviyesinde tefsir edildiğini örnekler ile açıklamaya çalışacağız.
Eski Said dönemi eserlerinden İşaratü-l İ'caz’da;
Bediüzzaman, Kur’ân-ı Hakimin her bir cümledeki, hey’atındaki nazım ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbiriyle münasebetini tefsir ettiği İşaratü-l İ'caz isimli eserinde besmelenin terkip ve düzenindeki incelikleri tetkik etmektedir. (Bediüzzaman bu kitabında genel olarak Kur'an'ın lafızlarının açıklamasını esas alan tefsir anlayışına sahiptir. Fakat Yeni Said Döneminde manevi tefsir dediği usül ile Kur’an’ın mesajını tefsir etmiştir.)
Sözler isimli eserinde Birinci Söz‘de;
Bediüzzaman, besmelenin bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânı olduğunu temsil ve örneklerle Birinci Söz‘de tefsir etmiştir.Birinci Söz’de besmeleyi tefsir ederken Bakara Sûresi 60. ayet ve Enbiyâ Sûresi 69. ayete yer verip ilişkilendirmiştir.
Lem'alar isimli eserinde, Ondördüncü Lem’anın ikinci makamı besmelenin binler esrarından altı sırrına dairdir. Makam münasebetiyle birinci sözün ardına alınan Ondördüncü Lem’anın ikinci makamında besmelenin zaviyesinden Ulûhiyet, Rahmâniyet ve Rahîmiyet tecellileri şöyle müşahade edilmiştir:
Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teâvün, tesanüd, teânuk, tecâvübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyet,
Küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyet,
İnsanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyet tefsir edilmiştir.
Eğer denilse ki Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’i neden böyle bir yöntem ile tefsir ediyor?
“Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemâlât-ı insâniyenin en büyüğü îmandır ve îmân-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı mârifet-i kudsiyedir” diye, ehl-i hakikat ittifak etmişler.(1) Bu sebeple, Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihâta eden Rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’i ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve irâdesiyle olduğuna kati îman etmek ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine îman etmek, kalben tasdik ettirmekle olur. Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hattâ hadsiz şerikleri hükmünde esbâbı mercî tanımak ve herşeyin yanında hazır irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a îman hakîkati onda yoktur.(2)Bu yüzden Risale-i Nur’un irşad tarzı; tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklit değil, tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava içinde bürhandır.
1-Barla Lahikası, 322
2-Emirdağ Lâhikası – I, 151
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.