Zahmeti nimet bilenler...

Göz görmez ise gönül her şeye katlanır mı? Gözün görmediği her şeye de katlanılmalı mı?
Durum ve şartlara göre mi şekillenmeli insan? Durum ve şartlar insanı eğilip bükülmeye zorladığında “biraz eğilsem, az da bükülsem bir şey olmaz” denilebilir mi?
Gözlerimiz görmediğinde, Allah'a inananlara, inandığı gibi yaşayanlara yapılan mezalime daha bir katlanır olduk. Hikaye dinler gibi dinleyip, hüzünlenip, belki bir iki damla  göz yaşı ile devam ettik kaldığımız yerden hayatımıza.
Durum ve şartları bahane ettik, bulunduğumuz yerin hakkını veremeyişimize.
Bedenimiz dik dururken ruhumuzun, kalbimizin eğilip bükülmesine, şartları bahane ederek gözlerimizi yumduk.
İnanmak ve inandığın gibi yaşamak imtihanlara hazır olmayı gerektirir. İnandık elhamdülillah, lakin inandığımız değerlere yabancı kaldık. Neye ne kadar inanacağımızı ve bunun uğrunda nelerden vazgeçmemiz gerektiğini öğrenmek yerine daha kolay olanı bize sunulanı kabullendik.

Asla vazgeçilmeyecekleri bıraktık. Her zorlukla birlikte kolaylığın da olduğunu
bile bile, nefis, zorlukla karşılaşmak istemedi. Oysa her zorluğa sabrın, imanı kuvvetlendireceği  bildirildiği halde, küçük çakıl taşlarına takıldık, elmaslara ulaşamadan.
Hak davası adına yollara düşen, bazen de yolları yılları olan, yılları hücrede geçen dava insanlarının neden rahat rahat hizmet etmek dururken canları uğruna, sunulan nimetlere göz ucuyla bile bakmadıklarını görünce tüm hücrelerinde utancı hissediyor insan.
Her türlü eza ve cefaya “eyvallah” diyebilme yiğitliğine sahip olanların imanlarını bir tartıya vursak bizimkisi o tartının neresini doldurur?
İmtihanın en zoru da kanı canı bir olanlardan gelenidir.
Yabancıların yollara pusu kurması, alay etmesi beklenirdi, bununla mücadele edilirdi. Zorda olsa bir nebze daha katlanılabilir belkide.

'Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz' (hicr..95)
Eşim, dostum, akrabam dediğin kişiler hak davanda karşına dikilirlerse.
Geçeceğin her yere  set çeker, mayınlar döşerlerse...
İçi daralır, güneşli günde geceyi yaşar, esen rüzgarda soluk alamaz hale gelmez mi insan!?..
  
'Gerçekten biliriz ki, onların söylediklerine kalbin daralıyor'(hicr..97)       
Ne yapmalıydı, nasıl etmeliydi, bulunduğun mevziyi terk mi etmeliydi?... diye hafakanlar bastığında, yine imdadına her imdada, tam da gerektiği şekliyle ve zamanında, herkesin seni terk ettiği anda, seni terk etmeyen Allah (cc) yetişiyor...

'Ve sabret! Çünkü Allah iyilik edenlerin mükafatını yitirmez'.(Hud..115) diyerek tatlı bir meltem estiriyor ruhuna.
'Ya Rab, el aman medet senden, bu baş bu yola zimmetlidir, terk etse canım, cananım, sen terk eyleme beni' dualarına, cevap yetişiyor...
   
'O halde Rabbini hamd ile tespih et. Ve secde edenlerden ol.(98)
‘Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.(hicr..99)

Hem inanacaksın hem de inancın kalbinde duracak sen yaşamaya devam edeceksin. Gülü koklamak isteyeceksin ama dikeni olmayacak, dikensiz güller ararken gül bahçesi görünümlü yabancı bahçelerde gezdik. Has güllerden başka yabani otların kokusu sindi ruhumuza, zorluk görmeden yaşamayı istedik, vazgeçilmezlerimiz ezberletilen bahanelerimiz oldu.
Mevzinizde sabit ve daim olun denildi, biz ganimet toplamayı hak bildik.
Nasılsa görünürde helaldi ganimetler. Oysa  ne olursa olsun “bulunduğunuz mevziden ayrılmayın” emrinin, emir sahibinin büyüklüğüne karşın, kendi zayıf, kör irademize yenildik. Sadece kendi yenilgimiz olsaydı belki biraz daha affa mazhar olabilirken, temsiliyeti içinde bulunduğumuz Allah (cc) yolundaki mü'min  sıfatına halel gelmesine bir şekilde sebep olduk.
Gözlerimizi cennete dikdik, ama cennet yolunun haritasını aşılması gereken dağları, çetrefelli yolları, nankörlük edip, sahibinin kapukullarına şikayet ettik.
Hak'ın Habibi edibi de (sav) alay edilmeye, iftiraya, yalanlamaya, yalnız bırakılmaya, taşlanmaya, yurdundan çıkarılmaya, hicret etmeye zorlanmadı mı? Davasından bir an olsun ne dönmeyi, ne sunulan her türlü nimete tevessül etmeyi düşünmedi. Hak O’na (O’nun nezdinde de bizlere) İlahi Hitabında şöyle seslendi:

'İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp duymaktadır.(Hud..112)

Velhasılı kelam, bu yolda, neyimizden vazgeçtik, nelere her türlü kınanma uğruna sahip çıktık?
Cennetin başköşesinde kurulacak sofrada yerimiz olması adına canımız hiç yandı mı?
Buna “evet” diyorsak, buyuralım bu kutlularla sofraya.
Hayır diyorsak, ya gayret edelim samimiyetle bu sofrada yer almaya,
Ya da 'edep ya hu' diyelim nefsimize...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum