Mustafa ULUSOY
Açlık güzeldir
"Açlığınızı bastırın!" Günümüz reklam sektörünün bu yaldızlı sloganı ile pazarlanıyor yiyecek içecekler. İhtiyacımız olmayan yiyecek ve içecekleri satın alabilmemiz için, ihtiyacımız olanları da fazla fazla satabilmek için, "Açlığa tahammül edin" gibi bir slogan tercih edilmesi beklenemez elbette.
Bu sloganın itibar görmesi, insanın can damarlarından birine basmasından kaynaklanıyor. Obezitenin kognitif terapisinde açlığa tahammülsüzlüğün (hipoglisemi gibi tıbbi bazı durumları bunun dışında tutmak şartıyla) kilo alımındaki önemine dikkat çekilir. "Beck Diyet Çözümü" isimli kitabında "Açlığa Dayanma Gücü Geliştirin," diye de bir bölüm ayıran J. Beck, "Açlıktan korkuyorsanız, bu duygudan kaçınmak için sürekli yiyor olabilirsiniz. Aç kalır kalmaz yemeniz gerekmiyor. Sırf yemek istiyorsanız diye mutlaka yemeniz gerekmiyor." diye yazıyor.
Açlıktan neden korkarız peki? Neden hemen açlığı bastırmak, derhal onu yok etmek için elimizin altında Allah ne verdiyse, bisküvi, çikolata, kraker, peynir ekmek mideye yollarız, hem de alelacele, hem de ayaküstü.
Aslında açlıktan korkan biz değilizdir, bizim nefsimizdir. Varoluşsal olarak acizlik, zayıflık, nefis için en büyük tehdittir. Narsisistik arzu çağının nefisleri için hedeflenen şey güçlü kuvvetli, kusursuz olmaktır. İnsanın yaratılış hakikatiyse mutlak acizliği, olaylar karşısındaki incinebilirliği, her daim faniliğin, geçiciliğin tesirinde kalışı ve nihayetinde ölüme maruz kalışıdır.
Nefis kendi çıkarlarını elde edebilmek için, dünyayla ilişki kurarken kendini kandırmak zorundadır. Hem kendi acziyetini görmezlikten gelmeli hem de dünyanın ve kendinin geçiciliğini gaflet perdesi arkasına saklamalıdır. Bunu yapmazsa dünya ona nasıl tatlı gelebilir?
"Mevhum bir rububiyet"le kendini kandıran nefis, aynı zamanda kendini düşünen bir çıkarcıdır. Ruh, akıl, kalp, duygular, beden, vicdan gibi birlikte yaşadığı insanın diğer unsurlarını kale almayan nefis için varsa da yoksa da kendi istek ve arzularıdır. Doyduğu halde yemeye devam etmek isteyen ya da acıkmadığı halde bir şeyler atıştırmak arzusuyla yanıp tutuşan nefsin, yok mide şişkinliği olacakmış, yok beden yağ çöplüğüne dönüşecek, bedenin sağlığı bozulacak, fazla yemekten kişinin zihni tam kapasite çalışamayacakmış, umurunda bile değildir. Varsa yoksa kendi çıkarı, o da birkaç dakikalığına, yaşayacağı haz ve lezzettir.
Özetle, nefis acizlikten hiç hoşlanmadığı gibi haz, lezzet bağımlısıdır. Bu iki özelliği haiz olan nefis için en büyük tehdit elbette açlık olacaktır.
Açlık, gafletle kendini unutan nefsin tüm façasını aşağı alır. Açlık, nefsin gaflet perdesini adeta yırtar atar.
Sanki açlığa dayanamazmış gibi insana vesvese verip kandıran nefis, bedenin açlığa tahammül edebildiğini görmekten hiç hoşlanmaz, aksine büyük rahatsızlık duyar.
Ramazan'daki orucun nefis üzerine etkisini yazan Zamanın Bedii, tam da bu noktaya parmak basar: "... en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor... Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiye'ye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır-eğer gaflet kalbini bozmamış ise!"
Açlıkla kuracağımız ilişki oruca münhasır değildir elbet. Ancak oruçtaki açlık hissine tahammülü nefsimize talim ettirmek çok ciddi bir kazanımdır. Ramazan'daki oruç bize irademizin olduğunu öğretir. Akşama kadar nefsimizin isteklerine "dur" diyebilmek gibisi var mıdır? İrade sahibi olduğumuzu, nefsimizin bizi yönetmeyebileceğini, irademizi kullanırsak gerçek efendinin o değil, biz olduğunu otuz gün boyunca tekrar tekrar tecrübe etmek gerçekten İlahi bir lütuftur. Aşırı kiloluğunun kognitif terapisinde açlığa dayanma gücünü kazanmak için aç kalma ödevleri verildiğini de J. Beck uzun uzun anlatır kitabında.
Ramazan'da elde ettiğimiz açlığa ve susuzluğa tahammül edebilme kazanımı ruhsal hayatımız için o kadar önemlidir ki, Ramazan'ın bitimiyle bir kenara atmak çok büyük bir kayıp olur. Oruçlu olmadığımız günlerde de, canımız çektiğinde, yeme arzusuyla yanıp tutuştuğumuz durumlarda, nefsimize ciddi bir "dur" çekip, gerçek açlık halinde yemeyi alışkanlık haline getirmenin önemini anlatmaya kelimeler yetmez.
Oruçlu ve oruçsuz, açlığa ve susuzluğa tahammül, açlıkta bir lezzet hissinin de idrakine vardırır. Çünkü rab'lık taslamaktan vazgeçen nefis, aciz olduğunu derk eder, yani kendine, kendi hakikatine ulaşır. Kendi hakikatini anlamak nefsi de rahatlatır, rab'lık taslamanın zahmetinden kurtulur çünkü.
Ramazan orucu bu çerçevede tam bir nefis terapisidir. Ama kesinlikle Ramazan'dan sonrasına, hakiki aç olmadan, sırf canım çekti, midem kazındı bahanesiyle yememe şeklinde devam etmesi gereken bir terapi.
Açlık güzeldir. Tam doymadan sofradan kalkmak güzeldir. Gerçek açlık halinde yemek güzeldir. Hakiki iştah duyunca yemek güzeldir. Mideyi tıka basa doldurmamak güzeldir. Tüm bunlar güzeldir, çünkü acizliğini tıka basa tokluk halinde hissedemez insan.
Acizlikte işte eksiksiz ve kusursuz bir güzellik saklıdır. Çünkü biz oyuz. Ve biz ancak gerçek halimizle O'nu tanıyabiliriz.
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.