Adaletsiz ibadet olmaz

Adaletsiz ibadet olmaz

Makasıd-ı Kur’aniyede adaletin ibadetin yanına gelmesinde hakikaten bir eksikliğin ikmali gibi gördüm

Haber: Mehmet Kaplan

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının ondokuzuncu gün sohbeti “Kur’an’da Adalet, Zulüm, Kıst ve Mizan” başlığı altında Safa Mürsel ile gerçekleşti. Mürsel, “Öncelikle yapmış olduğunuz ‘Bir Bayramdır Ramazan’ programını, ilk gün Prof. Dr. İshak Özgel hocamdan bu yana takip etmeye gayret ediyorum. Çok detaylı ve içerikli sunumlar yapılıyor. Değişik branştaki konukların hakikaten birikimlerini burada çok güzel aksettirdiklerini ve o birikimlerini Kur’an’ın anlam dünyasına girmek noktasında nasıl kullandıklarını görüyoruz. Ramazan’ın ruhaniyetine yakışır bir nezaket ve bilgiyle bu programların yapıldığını görüyorum, başka programlara da emsal teşkil etmesini dilerim” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

ADALETSİZ İBADET OLMAZ

“Kur’an’da temel kavramların bir tanesi de elbette adalettir. Bütün katılımcı arkadaşlardan dinlediğim kadarıyla hepsi de makasıd-ı Kur’aniye perspektifinden meseleyi baktılar. Adalet, makasıd-ı Kur’an’iye içinde olan esaslardan, aynı zamanda esma-i hüsnadan birisinin el-Adl olduğunu biliyoruz. Makasıd-ı Kur’aniyede adaletin ibadetin yanına gelmesinde hakikaten bir eksikliğin ikmali gibi gördüm. Çünkü ibadet hukukullahtır. Cenab-ı Hakk’a aittir, O’nun için yapılır ama adalet ibadullah, yani insan hakları ile de ilgilidir. Bir tarafta Cenab-ı Hakk’a yapılan ibadet vecibesi, diğer tarafta da insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde adaleti önceleyen bir tutum içinde olmaları hakikaten Bediüzzaman’ın çok önemli bir nüans gibi ve önemli bir tamamlama yaptığını düşünüyorum.

RABBİMİZ, ADALETİ VE HAKKI KENDİNE BİZZAT İSİM VE SIFAT YAPMIŞ

Metin Karabaşoğlu: “O noktada Kur’an’ın genelinde bir ders olduğu gibi, bilhassa Hz. Şuayb örnekliğinde bu çok net bir şekilde önümüze konuluyor. Hûd sûresinde baktığımızda, Hz. Şuayb’ın kavminin temel özelliği adaletsizlik olarak gözüküyor. Güçlünün kuralı koyduğu, özellikle de ekonomik alanda bu adaletsizlikler daha bariz bir şekilde tecelli ettiği bir düzen. Öyle ki alışta farklı ölçek, satışta farklı ölçek oluşturuyorlar. Her şeyi kendileri lehine yapıyor güçlüler. Adaletsizliği kurumsallaştırmış bir kavmin içinde Şuayb aleyhisselam peygamber olarak gönderiliyor ve Şuayb aleyhisselamın kavmine uyarısı tevhidle birlikte, adalet. Adaletsizlik yapmayın, ölçüde tartıda adil olun diyerek adalete çağırıyor kavmini. Buna karşılık kavminin Şuayb aleyhisselama itirazında manidar bir husus var. Kavmin önde gelenleri “Ey Şuayb” diyorlar, “biz seni halim selim biri olarak biliyoruz ama sen çıkıp biz bu kadar güçlüyken bizim karşımıza adil olun, şöyle yapmayın, ölçüde, tartıda hile yapmayın diye çıktın. Sana bunu namazın mı emrediyor?” (bkz. Hûd sûresi, 84-95. ayetler). Yani burada net bir şey biliyoruz; Hz. Şuayb aleyhisselamın namazıyla kavmini adalete davet etmesi... Adaletle ibadetin bu noktada beraberliğine ve hukukullaha riayetin hukuk-u ibâdullaha, yani kulların hukukuna riayete de baktığına dair Kur’an’ın genelinde zaten bir ders ve uyarı var. Hz. Şuayb’da ise bu ders mücessem şekilde ortaya çıkıyor. Esma-i hüsna içerisinde de üç isim doğrudan bizzat adalete bakıyor: el-Adl, el-Hak ve el-Muksıt… Mesela, okuduğum bir makalede şunu söylüyordu: Allah’ın bir ismi el-Adl. Âdil demiyor, el-Adl diyoruz, çünkü Allah adaletin ta kendisi. Keza, el-Hakk, çünkü hakkın ta kendisi. Adaleti ve hakkı kendisine bizzat isim ve sıfat yapmış Rabbimiz...”

AHLAKİ VE ÖZELLİKLE HUKUKİ ALANDA SORUNLU BİR ADALET GERÇEĞİMİZ VAR

Safa Mürsel: “Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin tefsirine de baktım, ‘Adalet kelime-i tevhide dahildir’ diyor. İsm-i âzam olmak noktasında önemli bir anlamı, yeri ve değeri var. Onun için biz adalet dediğimiz zaman kendi beşerî ilişkilerimizdeki hukuka inhisar ettirirsek, hakikaten o kavramı mecradan çıkarmış olacağız. Yani insan hakları yanında, bütün kâinatı ihata eden düzenleyici rolü var. Sonra benim kıst kavramı da hep dikkatimi çekmiştir; adalete müteradif gibi kullanılıyor. Öyleymiş gibi de sanki, ama bir nüansı olduğunu gördüm, kıst somut alanda kullanılıyor diye bir metinde gördüm. Adaletin uygulamada tahakkuku… Çifte standartlıktan, kayırmacılıktan uzak olmayı, uzak durmayı, eşitliği sağlayıcı bir tutum içinde olmayı öngören bir nüans ve manası varmış kıstın, onu da bu vesileyle öğrendim. Bu derece hakikaten hem dünyevi hayatımız yönüyle, hem de ontolojik yönüyle, bütün dinler tarihi içindeki yeri, Cenab-ı Hakk’ın esmasındaki yeri itibariyle çok önemli yeri bulunan adalet gibi bir kavramın günümüzdeki algısının hiç de sahip olduğu yeri tutmadığını maalesef üzülerek görüyoruz. Ahlaki ve özellikle hukuki alanda sorunlu bir adalet gerçeğimiz var. Kur’an’da bahsedilen adalet kavramı nerede, bizim durduğumuz yer nerede… Toplum olarak, insanlık olarak durduğumuz yere baktığımızda, gerçekten aradaki mesafe çok telafi edilemeyecek boyutlarda. Ümitsizliğe sevk etmiş olmayayım, mesleğin içinde olduğum için hakikaten adaleti yerine getirmek mevkiinde olan kurumlar hiç öyle bir sorumluluğu yokmuş gibi davranıyorlar. Ne hak tecelli ediyor, ne hukuk işliyor. Yani var mı, yok mu bilmiyorsunuz.”

KIST, DEĞİŞKEN VE HAREKETLİ BİR ALANDA DEĞİŞMEZ DEĞERLERİN UYGULANABİLMESİ

Metin Karabaşoğlu: “Safa abi, bahsettiğiniz yargı alanı somut bir boyut ve çok kritik ama adaleti gözetme noktasındaki genel olarak hassasiyetin kaybı var bir de. Mesela trafikte kaynak yapmak gibi… Gündelik hayatta bu gibi birçok davranışta adalet hakikatinin düşünüldüğünü zannetmiyorum.”

Mehmet Kaplan kısa bir not paylaştıktan sonra Metin Karabaşoğlu’na bir soru yöneltti: “Kıst kavramı ile ilgili şöyle bir şey okumuştum, ‘değişken ve hareketli bir alanda değişmez değerlerin uygulanabilmesi’ diye. ‘Değişken ve kaygan bir zemin var, herkes yapıyor, ne olacak ki’ demememiz gerekiyor. Metin abinin verdiği trafik örneğinde olduğu gibi, herkes kaynak yaptı, ben de yapayım demeyeceğiz diye düşündüm. Metin abi, sizden Bediüzzaman hazretlerinin beşerin gaddar siyasetine karşı tedavi mahiyetinde bulduğunu söylediği Kur’an’ın iki tane kanun-u esasisini dinleyebilir miyiz?

ADALET SAYIYA GELMEZ

Metin Karabaşoğlu: “Kur’an’da beş ayrı sûrede geçiyor, ‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez’ manasında suç ve cezanın şahsiliği ilkesi çıkıyor. Peygamber Efendimizin de (asm) Kur’an’daki bu dersi Veda hutbelerinde bir nevi ümmete, insanlığa vasiyeti olarak ayrıca teyit ettiğini görüyoruz. Bugün genel olarak dünya, özelde Müslüman dünyadaki toplumlar bu ayete ne kadar uzağız; davranışlarımızla, tavır alışlarımızla… Bir kişinin hatası üzerinden, hele ki o kişi ve topluluk hakkında negatif bir duygumuz, husumetimiz varsa hemen teşmil etmek, işlenen suçu şahsî bırakmayıp ailesine, şehrine ve memleketine genişletmek büyük bir zulüm. Bunun tersi de olabiliyor; kendimize yakın bulduğumuz bir toplulukta topluca işlenmiş bir cürüm var, asabiyet ve bizden olmak hassasiyetiyle münferit bir şeymiş gibi gösterme çabaları... Bir tarafta topluca olanı münferit diye küçültme, öbür tarafta münferit olandan genellemeler yapma…

Bediüzzaman’ın bahsettiği ikinci kanun-u esasi, Maide sûresinin 32. ayetindeki, haksız yere bir cana kıyanın Allah indinde bütün insanlığı öldürmüş gibi, bir canı kurtaran da bütün insanlığı diriltmiş gibi muamele göreceği manasındaki hüküm. Bediüzzaman’ın bu ayetle ilgili açıklamaları da son derece manidardır ve harikadır. Bir kere burada tevhid nokta-i nazarından meseleyi değerlendiriyor. Yani bütün eşyayı, bütün insanlığı yaratmak kudret-i ilahiye nazarında bir olduğu gibi, yarattığı bir kulunun hukuku da umumun hukukuyla eşittir. Yani Allah umumun hatırı için bir kulunun hukukunu zayi etmez, ettirmez. Yine bu noktada manidar bir ölçü olarak gelir ‘İfk’ hadisesiyle gelen uyarı. Orada kadındır, zayıftır, hukukunu korumakta aciz kalır diye münafıkların Hz. Âişe hakkında ürettikleri iftiraya, bir kadın kulunun uğradığı iftiraya karşı Cenab-ı Hak ayet indiriyor ve indirdiği ayetle sadece iftirayı üretenleri değil, toplumu da uyarıyor: İffetli bir kadına iftira atıldığında onun hukukunu savunmanız gerekmiyor muydu diye… Hatta böyle yaparsanız başınıza Allah azap indirir manasında uyarı var bu hukuku muhafaza için (bkz. Nur suresi, 12-16. ayetler). Bu ikinci esasta bu ders var Üstadın getirdiği izahta: Adalet noktasında 1 ile 1000 birdir, yani adalet sayıya gelmez. Bir kişiye haksızlık yapıldı, tek kişi, ne olacak ki diye haksızlık meşru olmaz ve Allah o haksızlığı gözardı etmez. İsterseniz dünya üzerinde tek bir kişi haksızlığa uğramış olsun, Allah o haksızlığın hesabını soracak. Hatta Zilzâl sûresini hatırlarsak, ‘zerre miskal hayrın da, zerre miskal şerrin de hesabı görülecek’ buyuruyor. Bu dersleri alabilmiş olsak asla adaletsizliğe meyletmememiz, rıza göstermememiz gerekir.”

MİZAN TERAZİSİ BU DÜNYADA MİZANI TUTTURMAYANLAR İÇİN KURULACAK

Mehmet Kaplan: “Adalet sayıya gelmez dediniz ya, hakikaten ayetlerde bir zerre bile olsa hukukun ihmal edilmeyeceği anlaşılıyor. Adalet sayıya gelmezken insan da sayıya gelmez dersini alıyoruz buradan.”

Metin Karabaşoğlu: “İşte mizanı öyle düşünsek, Cenab-ı Hakk’ın mizanı öyle bir adalet terazisi ki ondan zerre bile kaçmıyor. Bunu idrak edebilsek, bilsek herhalde başka türlü yaşarız. Mizan kavramı aynı zamanda ahirette kurulacak olan bir muhasebeyi bize anlatır. Ama o mizan, o terazi bu dünyada mizanı tutturmayanlar için kurulacak.”

HEPİMİZİN ÖZELEŞTİRİ YAPMASI LAZIM, TEBLİĞ OLARAK SÖYLEDİKLERİMİZİN NERESİNDEYİZ?

Safa Mürsel: “Elmalılı Hamdi Yazır’dan bahsetmiştim daha önce, mizan konusunda şu değerlendirme yapıyor: ‘Mizanı vaz eyledi, yani semadaki o yüksekliklerin durabilmesi için aşağı yukarı muhtelif ve müteaddit sıkletler, mevcudiyetler, hukuklar arasında her şeyin hakkına göre duruşu vaziyeti demek olan muvazene kanununu, adalet kanununu vaaz eyledi, ki bu kanun olmasaydı semavat ve arzın kıyam-ı intizamı olmazdı, her şey birbirine girerdi.’ Yani bir milim bile sapmayan bir nizam ve intizamın, adl ve adalet boyutuyla Cenab-ı Hakk’ın ayakta tuttuğu bir gerçek olduğunu tefsirinde etraflıca izah etmiş.

Yine Hz. Ömer’in, ‘el-adlü esasü’l-mülk (Adalet mülkün temelidir)’ ifadesinin kendi hayatından örneğini vereyim istiyorum. Biliyorsunuz, Mehmet Akif onun bu adalet anlayışını methetmek için şu beyti yazar: ‘Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu/ Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!’ Hz. Ömer’in hakikaten kendi şahsına özgüveni noktasında çok önemli bir gösterge, bir devlet adamı olarak eleştiriye açık ve eleştirilmekten de gocunmayan bir kimliği ve kişiliği var. Buna ilişkin şöyle bir sözü var: ‘En çok sevdiğim kimse bana ayıp ve kusurlarımı haber veren kimsedir.’ Bunu eleştiriye açık olmasının bir uygulaması olarak okuyorum ve örneğini hutbe okurken giydiği elbisesinin sorgulanmasında görüyorum. Savaş ganimeti olarak herkese yarım kumaş düştüğü halde Hz. Ömer ganimet kumaşından yapılmış tam bir elbiseyle hutbeye çıkar. Bunu gören bir sahabi herkese yarım gömlek kumaş düştüğü halde iki misli kumaş nasıl bulduğunu sorar. Hz. Ömer, oğlunu şahit göstererek onun hissesi sayesinde tam gömlek giydiğini ispatlamış olur. Böylece kamu gücünü kullanarak haksızlık ve yolsuzluk yapmadığı sabit olur. O yönüyle, hakikaten söylemiyle eylemi birbirine tutan gelmiş geçmiş nadir devlet adamlarından birisi olarak görünüyor. İlkesel bazda benimsenen görüşlerin böyle hayata geçmesi, hakikaten insanlara örnek olabilme, insanlara rehber olabilme yeteneği göstermesi insanlık tarihinin önemli kazanımları olmuş. Bakın 15 asır sonra devlet adamının eleştiriye açık olmasını ve tahammüllü olması, haksızlık ve yolsuzluklara karşı da kendini her halükârda savunacak güçte ve pozisyonda olması gerektiği dersini buradan alıyoruz. Onun için Müslüman olmak hasebiyle Türkiye’mizde de, İslam dünyasında da bu anlayışın insanlarda bir ahlaki yargı olarak hayata aksetmiş bir realiteye dönüşmesine ihtiyacımız var. Yoksa konuştuğumuz yerde her şeyi söyleyip ondan sonra eyleme-yaşamaya gelince ondan behresiz bir Müslümanlığa hakikaten ne o insanın ihtiyacı var, ne İslam’ın öyle bir şeye ihtiyacı var. Bugün Müslümanların sorunu gerçekten İslam’ı yaşamak ve temsil etmek noktasındaki durumlarıdır. Tebliği belki yapıyorlar ama tebliğle kendilerinin bir ilişkisi yok. Hepimizin özeleştiri yapmamız lazım. Tebliğ olarak söylediklerimizin biz neresindeyiz, hayatımızın neresinde? Bunun parlak cevabını verebilecek bir durumumuz maalesef yok.”

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.