Her nikahta bir mucizeye şahitlik ediyoruz, kıymetini bilelim

Her nikahta bir mucizeye şahitlik ediyoruz, kıymetini bilelim

Ayeti mucize anlamıyla düşündüğümüzde, 21. ayetin gözüyle bakarsak aslında her evlilikte bir mucizeye şahitlik ettiğimizi bilmemiz gerekiyor

Haber: Mehmet Kaplan

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının onsekizinci gün sohbeti “Kur’an’da Sevgi-Muhabbet” başlığı altında Dr. Mustafa Ulusoy ile gerçekleşti. Ulusoy, “Ramazan’ın en güzel tarafı açlık. Ramazan, açlığın güzelliğini keşfettikçe benim dünyamda daha bir açılır, inkişaf eder oldu. Açlıkla insanın acziyetini anlaması arasında bir doğru orantı var. Acziyet insanın kendi varoluş biçiminin en has ve en halis yönü. İnsan nedir diye sorarsak, insana en çok yaklaşan durum acziyetimizdir. Ramazan orucunun insanı kendine en çok yaklaştıran ibadetlerden biri olduğu kanaatindeyim. Bu anlamda insanın kendi hakikatini bulduğu, acziyetine yaklaştığı bir hal olarak güzel gidiyor” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

İKİ VARLIĞI BİRBİRİNE YAKINLAŞTIRAN AKIL DEĞİL, MANEVİ BİR CEZBEDİCİ OLARAK MUHABBETTİR

“Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman, Kur’an’da aşk diye bir kelimeden bahsedilmiyor. Arapçası ‘ışk’ köken olarak, Kur’an’da geçmediği gibi, hadislerde de geçmiyor. Tasavvufta ilk dönem sufiler de Allah’a âşık olmak gibi bir kavramsallaştırmadan özellikle uzak duruyorlar. Allah’a âşık olmayı bir kavram olarak kullanmıyorlar.

Kur'an-ı Kerim’de, ‘muhabbet’ anlamı taşıyan, aynı kökten kelimeler isim ve fiil olarak 72 yerde geçiyor. Ayrıca, yine sevgi anlamına taşıyan meveddet gibi başka kelimeler de var, böylece sayı yüzleri buluyor. Ayetlerde sevgi hem Allah’a hem de insana nispet ediliyor. Mesela ‘Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever’ (Maide, 54) örneğinde olduğu gibi. Yine Kur’an’da birçok ayette, iyilik edenleri, takva ehlini, tevekkül ehlini, sabredenleri sever gibi, hainleri sevmez, haddi aşanları sevmez gibi, muhabbet kelimesinin geçtiği yerler var.

Sevgi nedir dersek? Bunu kurbiyet, yani yakınlık kurmak üzerinden biraz anlayabiliriz kanaatindeyim. İki varlığın birbirine yakınlaşması, kurbiyet kesbetmesi akılla olacak bir şey değil; ancak yoğun bir şey lazım, o da muhabbet. Akıl iki varlığı birbirine çok yakınlaştırmıyor, onu yakınlaştıracak manevi cezbedici bir durum olarak muhabbet karşımıza çıkıyor. Biz insan olarak Cenab-ı Hakk’a yakınlaşmak istiyorsak kalbimizde bir muhabbetin hasıl olması gerekiyor. Aşk ise muhabbetin şiddetli haline verilen bir isim olarak tarif ediliyor tasavvufta. Öyle kavramsallaştırılması Kur’an’daki ‘Müminlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir’ ifadesine dayandırılıyor.

Sevgiyi şöyle kısa bir süre kenara koyarsak, iki varlık arasında olan şeye ilişki diyoruz. Şimdi aşkla ilgili şöyle bir yanılgıya düşülüyor. Gerek Allah’a karşı, gerek insan-insan ilişkilerinde duygu ne kadar şiddetli olursa ilişki o kadar kuvvetli olacak zannediliyor. Halbuki ilişkinin şeklini belirleyecek olan duygunun yoğunluğu değil, salim bir muhabbettir. Burada da insanlar arası ilişki açısından Kur’an-ı Kerim’de geçen meveddet ve merhamet. Bu arada aşk kötü bir şey değil, yanlış anlaşılmasın. Bu çalışma vesilesiyle bir aşk taraması yaptım, aşkla ilgili Bediüzzaman’ın olumlu ifadeleri de var. Aşkın konumunu iyi belirledikten ve zayıf taraflarını gösterdikten sonra, kâinatın yaratılış sırrı olarak da aşk ve muhabbeti beraber zikrettiği yerlerde olumlu anlamda kullanılıyor.

ÇOK ÜZÜLDÜĞÜM EVLİLİKLERDEN BİRİ, BİRBİRİNİ SEVMEDEN EVLENMEK DURUMUNDA KALINMASIDIR

Ayetten hareketle, sağlam bir ilişki açısından gerekli olanı, Rum suresi 21. ayetindeki ‘meveddeten ve rahmeten’ kelimeleri bunu açıklıyor. Şimdi iki insan arasında bir karı-koca ilişkisinde meveddet olmadan bir ilişki olmaz. Yani kurbiyet olmuyor, çünkü birbirlerine yakınlık olabilmesi için bir duygu halinin olması lazım. Mesela benim çok üzüldüğüm evliliklerden bir tanesidir, birbirini sevmeden evlenmek durumunda kalmak. Evlenince severiz gibi çok saçma sapan bir düşünceye kapılıp yapılan evlilikler oluyor, sonra o yakınlık oluşmuyor. Maalesef bunlara şahit oluyoruz.

Sağlıklı bir ilişkide ilk bakılacak yer merhamettir. Merhametin ne olduğunu ben çok yıllar önce bir teyzeden öğrenmiştim. Yaşlı bir teyze, kocası vefat etmiş. ‘Ben kocamı çok özlüyorum’ dedi. ‘Niye özlüyorsun onu?’ diye sordum. ‘Çok merhametliydi’ dedi. ‘Dedim bir anlatsana, nasıl merhametliydi?’ ‘Yavrum’ dedi, ‘bizim evimiz sobalıydı, sobalı evde yaşayanlar bilir, bir odada soba olur, diğer bütün odalar soğuktur, yatağa yattığınız zaman da sizi çok soğuk bir yatak yorgan karşılar. Benden önce yatağa giderdi, yatağı ısıtırdı, sonra hanım yatak ısındı diye beni çağırırdı.’ İşte merhamet budur. Bunun içinde îsar hasleti var, feragat var, fedakarlık var. Merhamet içinde birçok şeyi barındırıyor.”

DEĞERLİ BİR VARLIK OLDUĞUMUZU BİR BAŞKASINDAN DUYMAK ÇOK ŞAHANE BİR ŞEY

Metin Karabaşoğlu: “Merhametin içinde şöyle bir şey de var değil mi: Senin farkındayım, senin varlığının farkındayım, senin varlığını değerli buluyorum, senin varlığın benim için bir anlam ifade ediyor. İnsanın herhalde bunları hissetmeye ihtiyacı var.”

Mustafa Ulusoy: “Cenab-ı Hak bizi yaratmış ve sonsuz değerli olarak yaratmış, bu değerliliği biz karşı cinsten birisinden de duymak istiyoruz. Onun gözlerinde kendi varlığımızın parıltısını görmek istiyoruz. Bize ilgisini, bizi gördüğünü, bizim varlığımızı fark ettiğini, bizim varlığımızın güzel, anlamlı olduğunu, önemli ve değerli bir varlık olduğumuzu bir başkasından duymak çok şahane bir şey ve bunu hissettirebilmek… Merhamet işte tam da bu. Karşı tarafın varlığının değerli, güzel anlamlı olduğu duygusunu; sen ne güzel bir varlıksın, varlığın ne güzel, iyi ki varsın, iyi ki Rabbim seni yaratmış şeklinde bir duyguyu karşı tarafa verebiliyorsak gerçek anlamda ‘meveddeten ve rahmeten’ sırrı tahakkuk eder.”

MERHAMETLİ OLAN BİRİSİNDEN SADAKATSİZLİK BEKLEYEMEZSİNİZ

Mehmet Kaplan: “Mustafa hocam, bir söyleşinizde ‘Sadakatli olmak merhametten gelir’ demişsiniz. Merhamet ve sadakat ilişkisine dair ne söylersiniz?”

Mustafa Ulusoy: “Bir defa bir ilişkinin kökeni önce muhabbet olacak ve muhabbet iradi bir şey değil. İrademizin çok devrede olduğu bir şey değil. Cenab-ı Hakk’ın kalbe ilka ettiği bir nur gibi geliyor bana. O muhabbet merhametle konuyor ve biz merhametli olunup olunmayacak mı, burada sınanıyoruz. Muhabbetin yanında merhameti görmemiz lazım. Ben çocuklarımı severken de öyle seviyorum. Allah sizin sevginizi kalbime koymuş diye seviyorum. Burada ilişki kavramına dönersek, iki varlık arasındaki en önemli şey ilişki, bu ilişkinin rengini belirleyen olmazsa olmaz duygu meveddet (karşılıklı sevgi) ve ilişkinin sağlamlığını, kuvvetliliğini, rengini belirleyen şey meveddetten sonra gelen rahmet, merhamet ve şefkat oluyor. Merhametli olan birisinden artık sadakatsizlik bekleyemezsiniz. Rum sûresi 21. ayete göre, muhabbet konuluyor kalbimize irademiz dışında. Ama merhametli olup olmayacağımız bizim irademizle ilgili.

Yıllar önce bir genç bana demişti ki, ‘Hocam ben çok büyük bir suçluluk hissediyorum. Bizim arkadaş bir kıza âşık olmuş, sabah akşam onun düşüncesiyle yatıyor kalkıyor.’ Dedim ‘Âşık olmak güzeldir, hoştur, ben de severim. Niye suçluluk hissediyor ki?’ ‘Ben o kız için hissettiğim duyguyu Allah’a karşı hissedemiyorum, ben iyi bir kul değilim’ diye düşünüyor dedi. Dedim ki, ‘Sen namaz kılıyor musun?’ ‘Kılıyorum.’ ‘En son ne zaman kıldın?’ ‘Bugün sabah namazını kıldım.’ ‘Peki sevdiğin kız için secde eder miydin?’ ‘Ne münasabet hocam, tabii ki secde etmem.’ Demek ki aynı şey değil… İnsan Yaratıcı ilişkisinde de aynı şekilde ilişkiyi duygu üzerinden tarif etmeye çalışınca problem çıkıyor.

İNSANIN FITRİ HALİ ACZ

Tasavvuf yoluyla, Risale-i Nur’un ayrıştığı önemli bir nokta da burada tezahür ediyor aynı şekilde. Tasavvuf ehli diyor ki, sizin ilişkinizin rengini belirleyecek olan kalpte hissedilen o yoğun duygu üzerinden ilişkinin sağlamlığını inşa etmeye çalışılıyor. Aşk mesleğine karşılık Risale-i Nur’un getirdiği şey ise ‘acz.’ Yani insanın acziyetini bilmesi… Burada şöyle bir fark ortaya çıkıyor. Bediüzzaman’dan öğrendiğim çok güzel bir analojisi var; akrebiyet-i ilahiye ile kurbiyet-i ilahiyeyi anlatırken, bir güneş örneği verir. Güneşe yakınlık kurmak istiyorsanız, bunun iki yolu var. Güneş bize yakınlaşmış, bu akrebiyet-i ilahiye yolu; tasavvufun tercih ettiği aşk yolu ise bir uzay aracı yapıyorsunuz, güneşe yakınlaşmaya çalışıyorsunuz, uzunca bir yol kurbiyet-i ilahiye. Diğer yolda güneşin bize yakınlığının idrakine varıyoruz. Güneş ısısıyla, ışığıyla ve yedi rengi ile bize bizden daha yakın bir mertebede duruyor, bunun idrakine varmak, bu inkişafı yakalamak. Said Nursi’nin acz yolunu aşkla karşılaştırırken söylediği şu meşhur cümle çok önemli: ‘Acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubûdiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider.’ Ben bu mahbubiyeti eskiden yanlış anladığımı fark ettin. İnsanın fıtri hali acz hali ve bir şey inşa ederek çıkılacak bir şey değil. Cenab-ı Hak merhamet ve şefkatiyle bize acizliğimi sürekli hissettiren bir yaşam biçimi vermiş ve mahbubiyete çıkmamıza vesile oluyor.”

ALLAH’A KAVUŞMAKTA VELİ Mİ YÜKSEK, NEBİ Mİ?

Metin Karabaşoğlu: “Kur’an’dan ve tasavvuftan, çok meşhur iki örneği hatırlatmak istiyorum. Şimdi herkesin dilinde olan, herkesin çok bildiği ve çok sevdiği ve çok severek kullandığı bir ifade Yunus Emre’ye ait. ‘Bana Seni gerek Seni.’ Bir veli olarak Yunus Emre başka her şeyi dışlayarak bunu diyor; ki bu gerçekçi bir şey değil, yani hayat gerçeğiyle uyumlu bir şey değil. Öbür tarafta bir nebiden, Hz. Musa’nın dilinden çıkmış bir söz var, Medyen’e gittiğindeki o duası: ‘Rabbim, Senin indireceğin her hayra muhtacım.’ Allah’a kavuşmakta veli mi yüksek, nebi mi? Allah’a kavuşmada, Allah’a yakınlıkta aşk mesleği mi yüksek, acz mesleği mi yüksek? Velinin sözü ile nebinin sözü arasındaki farktan anlayabiliriz sanırım bunu. Diğer taraftan, şunu da bu vesileyle söylemiş olayım. İnsanlar arasında birinin diğerini sevdiğini gösteren göstergelerden biri nedir? Çiçek vermek mesela. Bu çiçekte en somut olan şey sevgiyse, çiçek sevginin ifadesi ise, ki işte şimdi baharın içindeyiz, her çiçeği Allah’tan bize bir sizi seviyorum mesajı olarak okumamız lazım diye bakıyorum.”

Mehmet Kaplan, bu bağlamda Allah’ın sevgisine dair Bediüzzaman’dan şöyle bir atıf yaptı: “İşte, herhalde, cemâl ve kemâl sahibi bilbedâhe cemâl ve kemâlini sevmesi gibi, Zât-ı Zülcelâl dahi cemâlini pek çok sever. Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. Hem cemâlinin şuââtı olan esmâsını dahi sever. Madem esmâsını sever; elbette esmâsının cemâlini gösteren san'atını sever. Öyle ise, cemâl ve kemâline âyine olan masnuatını dahi sever. Madem cemâl ve kemâlini göstereni sever; elbette cemâl ve kemâl-i esmâsına işaret eden mahlûkatının mehâsinini sever. Bu beş nevi muhabbete, Kur'ân-ı Hakîm, âyâtıyla işaret ediyor.”

Mustafa Ulusoy: “Kişi güneşe yaklaşacağım çabasından çıkıp güneş bana çok yakın, Rabbimin sonsuz değerli bir sanat eseriyim anlayışını geliştirdiği ölçüde kurbiyeti ve yakınlığı hissedecek. Acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğinin farkı burada açığa çıkıyor. Birisi güneşe yaklaşmak, diğeri zaten güneşin yanıbaşımızda olduğu hakikatini derk etmektir.”

YAKIN ZAMANA KADAR BİRBİRİNİ TANIMAYAN İKİ KİŞİNİN BİRİBİRSİZ OLMADAN YAŞAYAMAZ HALE GELMESİ ALLAH’IN BİR MUCİZEDİR

Mehmet Kaplan: “Metin abi, sizin evlilikler, düğünler ile ilgili çok kısa yaptığınız bir konuşmanız var. Hocamızın programın başında okuduğu Rûm sûresi 21. ayetle ilgili. O tesbitinizi paylaşabilir misiniz?”

Metin Karabaşoğlu: “Hâfızın bugün Rûm sûresinden okuduğu 21-24. numaralı ayetler, hep ‘onun ayetlerindendir’ diye devam etti. Ayeti mucize anlamıyla düşündüğümüzde, 21. ayetin gözüyle bakarsak aslında her evlilikte bir mucizeye şahitlik ettiğimizi bilmemiz gerekiyor. Evlilikte, Allah daha önce birbirini tanımayan iki insanın kalbine sevgi ve merhamet koyuyor, yani mucizesini gösteriyor. Ayetin her iki manasıyla bakarsak, her meveddetli evlilikte Allah’ın varlığının birliğini gösteren işaret, delil anlamı da var, mucize anlamı da var. Rum sûresindeki ayetlerde her iki boyutun da ben birbirinin içinde mündemiç olduğunu düşünüyorum. Mesela şu an sekiz milyar insan var, değil mi? Yeryüzündeki sekiz milyar insan içerisinden üç sene önce, bir sene önce, hatta altı ay önce birbirini tanımayan iki insanı Allah birbiriyle tanıştırıyor ve Rum sûresi 21. ayetin söylediği gibi daha önce birbirinin varlığından bile haberdar olmayan iki kişinin kalbinde bir sevgi uyandırıyor. Çok kısa bir zamana kadar birbirini tanımayan o iki kişi kalblerindeki o sevgi ile biribirisiz yaşayamaz hale geliyorlar. Birbirinde huzur ve sükun bulur hale geliyorlar. Bu bir mucize değil mi? Nikah vb. ortamlarında bu yüzden bir mucizeye şahitlik etmek için buradayız, bir mucize gerçekleşiyor, kıymetini bilelim diyorum. Bu vesile ile ayeti-mucizeyi yaşıyor, gözümüze ve hayatımıza değdiriyoruz.”

HAYATIN İÇİNDEKİ BÜTÜN SEVMELERİMİZ MUHABBETULLAHI BESLEMELİ

Mustafa Ulusoy: “Yaratıcının yaratması olarak görüldüğü zaman muhabbetler toplanıyor. Sevginin Yaratıcıya verildiği noktada birden bütün kainata dağılmış olan sevgilerimiz bir tek kaynağa bağlandı, şiddetlendi ve değer kazandı. Hayatın içindeki bütün sevmelerimiz muhabbetullahı besledi. Son olarak şunun altını bir çizmek isterim. Tasavvuf ehlinin aşk mesleği yanlış bir meslek değildir. Bediüzzaman’da çok nazik ve kibar bir insan, dikkatli bir şekilde birkaç ifadesini gördüm, onların hakkını verip incitmemiş.”

Program günün duasıyla sona erdi.

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.