Alaettin TAŞKIN

Alaettin TAŞKIN

Ahiret gelecek zamanda değil, 'geniş zamanda'dır

Ahireti, muhatap olduğumuz bu kâinatın yıkılmasından (kıyamet) sonra kurulacak olan yeni yaratılış, yeni âlem olarak anlıyordum.

Ancak Kur'an'ın “ahiret” kavramını, bu bağlamdaki diğer kavramlarla birlikte sorgulayınca durumun benim anladığımdan farklı olduğunu gördüm. Şöyle ki “ahiret” denilince zihnimizde canlanan, bu kâinatın yıkılmasından sonra kurulacak olan yeni âlem anlamı, Kur'an'da “haşir” (yeni yaratılışa uygun bedenin ruha verilmesi) ve “halk-ı cedit” (yeni yaratılış) kavramları ile karşılanıyordu. Yani Kur’an’ın “haşir” ve “halk-ı cedit” kavramları, bu dünyanın, yani kâinat denilen bu yaratılış türünün kapanmasından sonra gelecek ve kurulacak olan yeni yaratılış türünü, yeni âlemi ifade ediyor.

Peki, öyle ise “ahiret” kavramı neyi ifade ediyor ve nasıl anlaşılmalıdır?

“Ahiret” kelimesi, bir şeyin 'sonucu', ‘netice’si anlamına gelir. Öyle ise Kur’an “ahiret” derken insanın muhatap olduğu her bir şeyde/anda devşirdiği manayı, o şeyden/an’dan çıkardığı sonucu/neticeyi ifade eder. Yani insanın her bir şeyi/an'ı nasıl yorumladığı, değerlendirdiği o insanın o şey hakkındaki 'ahireti', sonucu, neticesi olmuş oluyor. Yani ahiret kavramı, her bir anda muhatap olduğumuz başta kendi var oluşumuz olmak üzere bütün kâinatı nasıl yorumladığımızı ifade eder.

Ahiret kavramını bu bağlamda ele aldığımızda ahiret gibi ‘din' kavramının da  insanın her bir anda muhatap olduğu başta kendi var oluşu olmak üzere bütün kâinatı nasıl yorumladığıyla alakalı olduğunu görüyoruz. Din, insanın var oluşu yorumlamasına dair bir rehberliktir. Yani ben şu an bütün kâinata tâbi olarak ‘yapılıyor' bir hâldeyim. Bu hâlin anlamı ve amacı nedir? Bütün kâinata bağlı olarak var olan, yapılan var oluşum neyi ifade eder? Sorularına verdiğim cevaptır benim dinim. Bu sorulara cevap olmanın dışında kalan şeyler benim için 'din' değil, olsa olsa birer 'hikâye' olur. Din, benim için var oluşumun anlamı ve amacına dair rehberlik ise ahiret de var oluşumdan çıkarmış olduğum anlamdır, sonuçtur.

İnsan, özelliklerini gereğince kullandığında muhatap olduğu her bir şeyin varlık kaynağını sorgular. Bu sorgulama sonucunda görür ki muhatap olduğu bu şeyin varlık kaynağı kâinat cinsinden bir şey olamaz. Çünkü kâinatta her şey zaten 'yapılıyor' olan şeylerdir.  Yani kendileri her ‘anda' yapılmaya, var edilmeye muhtaç olan şeylerdir. Yani kâinatta hiç bir şeyin, hiç bir şeye varlık kaynağı olabilecek hiçbir özelliği yoktur.  Çünkü herhangi bir şeyin böyle bir özelliği olsaydı en başta kendisini yapardı. Demek ki kendileri her 'anda' yapılmaya muhtaç olan şeyler, kendilerinin ve başka şeylerin varlık kaynağı olabilecek hiçbir özelliğe sahip değillerdir.
Peki, öyle ise her an yapılma hâlinde olan şu kâinatın, bu şeylerin varlık kaynağı ne olabilir, kim olabilir? Kâinatta böyle bir kaynak yok ise kâinat cinsinden olmayan 'birisi’ mutlaka olmak zorundadır. Yoksa ben kendimle çelişmeden kendimin ve kâinatın varlığını açıklayamam, izah edemem. Kâinatın varlığını kâinat cinsinden olmayan, yani 'mutlak' olan bir kaynağa bağlamadığımda kendimle çelişmek, kendime ters düşmek zorunda kalırım.

Yani muhatap olduğum her bir şeyin/an'ın varlık kaynağı, kâinat cinsinden olmayan, yani mutlak/sonsuz özelliklere sahip olan Birisi olmak zorundadır. Muhatap olduğum her bir şey/an, üzerinde taşıdığı özellikler ile varlık kaynağını bildiriyor, tanıtıyor. Muhatap olduğum her bir şeyden çıkarmış olduğum bu anlamlar, benim için o şeyin 'ahireti', sonucu, neticesi oluyor. Yani bir şeyi varlık kaynağına bağlayarak o şeye muhatap olmam, o şey hakkındaki 'ahiretim'dir. Tersinden bir şeyi varlık kaynağına bağlamadan ya da o şeyin varlığını, kendimle çelişmesine rağmen bir hakikati, bir aslı olmayan tabiat, doğa gibi 'vehmî' kavramlara dayandırmayı tercih etmem de o şey hakkındaki ‘ahiretim’dir.

Ne var ki birincisinde insanî özelliklerime ve eşyanın gerçekliğine uygun olanı tercih ederek her bir şeyin varlık kaynağı ancak mutlak olan bir kaynak olabilir sonucuna, ahiretine ulaşmam ile bütün duygularım tatmin oluyor. Böylece bu tatminlik ile her bir şeye muhatap oluyorum.

Yani ben, duygularımın gereği olarak muhatap olduğum her bir şey ile ebediyen birlikte olmak istiyorum. O şey ile olan beraberliğimin ebedî olmasını, sonsuza dek devam etmesini arzuluyorum. Bunun dışında başka hiç bir şey ve hiçbir şekil beni tatmin etmiyor, edemiyor. 
Bitenler, geçici olanlar -duygularıma ters olduğu için- sonuçta, ahiretinde bana acıdan başka bir şey vermiyor. Çünkü duygularım ebedî olandan başkasına razı olmuyor. Ebediyet dışında başka hiçbir şey ile tatmin olmuyor, olamıyorum. 

Lâkin muhatap olduğum her bir şey ile ebediyen birlikte olacağımı anladığımda bütün duygularım, tüm arzularım en güzel şekilde tatmin oluyor. Böylece cennetin manasını burada, şimdide duygularımda hissetmeye, yaşamaya başlıyorum. 

Fakat muhatap olduğum bir şeyi, kendimle çelişmeyi göze alarak varlık kaynağı olan mutlak Varlık'a bağlamadığımda ebediyeti bulamadığım için o şey ile olan birlikteliğimin geçici, bitici olarak anlık olduğunu gördüğümde duygularıma en büyük acıyı tattırmış oluyorum.

Benim için anlık olarak geçip bitip yokluğa giden var oluşlar ile olan ilişkilerim aklıma ve kalbime 'sonsuz yok oluşların' acısını bildiriyor, tattırıyor. Duygularım açısından en büyük cehennemin bu ‘yok oluşları' tatmak olduğunu hissediyorum, yaşıyorum.

Ancak muhatap olduğum bir şeyi varlık kaynağına bağladığımda o şeyle birliktelikten aldığım lezzetin manası benim için ebedileşiyor, sonsuza açılıyor. Sanki o şeyden aldığım lezzet, bir disk gibi olan ruhuma kaydediliyor. Böylece ruhum ebediyen o lezzetle birlikte olmanın lezzetini alıyor.

Yani benim için ruhumun devamı (bekâ-i ruh), bu geçip biten fani hayatta tattığım anlık lezzetlerin devamı (bekâ-i lezzet) anlamına geliyor. Yani 'bekâ-i ruhum'; 'bekâ-i lezzet' oluyor, tatmış olduğum tüm lezzetlerin bekâsını/devamını içeriyor.

Yani “ahiret”, gelecek zamanda değil; 'geniş zamanda’dır.* Yani ahiret, ileride gelecek değil; var oluşun manası olarak var oluşun tüm zamanlarını kapsayan 'geniş zamanda’dır. Yani muhatap olduğum her bir anı varlık kaynağına bağlamakla o an'ı ölümsüzleştirmek, o an'daki lezzetleri ölümsüzleştirmektir ahiret.

Kısaca ahiret, fani an’ları/şeyleri varlık kaynağına bağlayarak onlara muhatap olmakla o fani an'larda/şeylerde ebediyeti, sonsuzluğu yaşamaktır.

*’Geniş zaman' tabiri, Türkçe gramerinde tüm zamanları içeren fiil kipini ifade eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.