Misafir Kalem
Aiktnaat Esftdüae Fseüatd Eezmild
Sanırım başlığı okuyunca, özür dilerim okuyamayınca çok şaşırdınız sizler de.
“Kardeşimiz ne içmiş söylesin biz de aynısından içelim” diyeceğinizi ise hiç sanmıyorum.
Ama ben yine de söyleyeyim size ne içtiğimi. Bütün bir gece boyunca milli içeceğimiz ayrandan içtim bolca.
Şunu da itiraf edeyim, elbette bu başlığın böyle anlamsız bir dizilimle yazılmasının hakiki muharriki ayran değildi.
İkinci bir milli içeceğimiz var bildiğiniz gibi. Onun içildiği ortamlarda tabiatçılık, tesadüfçülük, kendi kendinecilik ve sebepçilik gibi kavramlar anlamlarını yitiriyor.
Herhalde sohbet ortamlarında çoklukla içtiğimiz diğer milli içkimiz çaydan bahsettiğimi anlamışsınızdır hemen.
Hatta bu sohbet ortamlarında geliştirilen “çaysamak” diye bir fiilimiz de vardır ki, çayın kendisinden ziyade imâni sohbetlere susamışlığı ifade etmek için kullanılır genellikle.
“Bir çayın, kırk yıllık imân-ı tahkîki hizmete vesileliği vardır.” gibi bir atasözü bile doğabilirdi bu ortamlarda.
Demem o ki, Türkiye’de ve tüm dünyada iman hastanesi gibi çalışan binlerce nurlu mekanda anlatılan hakikatlerle, yazımızın başlığının çok büyük bir ilgisi var.
Aşağıdaki ifadeler ise anlamsız görünen o başlığı anlamlandırabileceğiniz formülleri içeriyor:
“Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz, bir harf kâtipsiz olamaz; biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?” (10. Söz)
Şimdilerde en koyu dinsizler bile hayatın ve şuurun tesadüfen oluştuğu tezini dillendiremez olmuşlarsa, o çay tadındaki imâni sohbetler sayesindedir.
Bu dönemin koyu ateistlerinden olan Richard Dawkins bile, genlerin akıllı gen mühendisleri tarafından oluşturulduğunu anlatmaya başladığına göre, Bediüzzaman’ın şu ifadeleri tam da yerini bulmuş oluyor:
“Risalelerde, yirmi yerde katî hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'ân kılıcıyla idam etmişiz, müdahâlelerini muhâl göstermişiz.” (28. Mektup)
Risale-i Nur iman hizmeti vazifesini layıkıyla yapmıştır ki, “tesadüf” fikri artık dirilmeyecek surette tüm dünyada idam edilmiştir.
Çünkü Bediüzzaman aşağıdaki iddiasını Risale-i Nur adlı eserleriyle iki kere iki dört eder şekilde isbat etmiştir:
“İ’lem eyyühel azîz! Âlemde tesadüf yoktur.” (Mesnevi-i Nûriye)
Bu eserlerdeki deliller ise Kur’ân-ı Hakîm’in kudsi burhanlarına dayandıkları için bu kadar kesin ve tutarlı sonuçlar elde etmişlerdir.
Bu bakış açısıyla bakıldığında, insanların tesadüf olarak adlandırdıkları olaylar da aslında sonsuz hikmetle her an iş gören gaybî bir el tarafından gerçekleştirilen hikmetlerini kavrayamadığımız hikmetli olaylardır.
Bütün hikmetli ve düzenli işlerde bir şuurun izini bulduğumuz gibi, karışık ve düzensiz sandığımız bütün kâinat işlerinde de yüksek bir şuurun izlerini buluruz.
Bütün o karışık ve düzensiz görünen hallere rağmen kâinatın umumi düzeni devam ettiğine göre, açıkça görünen düzenliliklerin üstünde kâinat çapındaki bütün ihtimalleri kuşatan bir düzen var demektir.
Rabbimiz daha çok muhatap olduğumuz enfüsi dairede, sınırlı şuurumuzun algılayabileceği düzen örneklerini bize çok açık bir şekilde gösterir.
Parmaklarımızın, kulaklarımızın simetrisi, gözlerimizdeki çok hassas düzen, burnumuzun, kafatasımızın yapısı, dişlerimiz, dilimiz, bacaklarımız, kollarımız apaçık birer “intizam mecmuası” gibi gözümüzün önünde durmaktadırlar.
Daha geniş daireye yani afaki tabakalara doğru nazarlarımız yükseldiğinde hesaplayamadığımız, künhüne tam da olsa vakıf olamadığımız hassas bir düzeni sezinleriz.
Kuantum fiziğinin de konusu olan kaotik görünümlü bu düzenli sistemler, sözde uzaylı mühendisler gibi kâinatın tamamını bir bütün olarak algılamada oldukça zayıf kalacak sınırlı şuur alanlarının kapsayamayacağı sınırsızlıktadırlar.
O halde, bir az önce ağaçtan düşen o yaprağın dizginleri kimin elindeyse birbirleri arasından geçen galaksileri, galaksiler içinde yüzen milyarlarca gezegeni idare eden aynı ilimdir, kudrettir, iradededir.
Bütün o sınırsız şartları ve imkanları aynı anda ihata edip kuşatan o sonsuz ilim ve şuur, kainatta zerre kadar boş bir yer bırakmaz ki oraya tesadüf girip, şuursuz, cansız elini karıştırsın.
Evet, şimdilik bir mukaddemeyle yetiniyorum. Bu başlangıç, başlıkta ifade ettiğim gerçeğin giriş bölümü olarak algılanmalı.
Şuurun elini çekmesiyle yani güya “tesadüfe bırakılarak” anlamsızlaşmış olan o başlığı, ancak şuurunuzla anlamlı kılabilirsiniz diye düşünüyorum.
Başlıktaki yargıyı “şuurunuzla” çözdükten sonra şu soruya da cevap verin lütfen:
“Atom altı parçacıklardan galaksilere, kainatın bütün harflerini birbiriyle uyumlu bir şekilde dizerek ebedî alemlerin öncesine şu kâinat başlığını atan müellifin varlığından ve ilminden şüphe edilir mi?” (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.