Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Allah 'akıl fikir' versin-2

Yıllar önce Hekimoğlu İsmail'in bir yazısında okumuştum. Minyeli Abdullah ilk çıktığı yıllarda, Yüksek İslâm Enstitüsü'nde çok sevilen ve iyi de bir hatip olan Mahir İz Hocamız, bu kitabı okur ve kitabın derhal toplatılıp yakılmasını ister. Hatta öyle ki toplanacak kitapların parasını da kendisi karşılamak niyetindedir. Bunun sebebi olarak da romanın bir yerinde geçen, başka bir çare kalmayınca Minyeli Abdullah'ın Allah'a dilekçe yazmasının geçmesidir. Hocamız, bunu itikaden çok tehlikeli bulur ve bu isteğinde de ısrar eder. Bu durum Hekimoğlu ismail'e iletilir. Hekimioğlu da hocayı ziyaret ederek, söz konusu dilekçenin sebeplerini anlatır. Hocanın çok haberdar olmadığı anlaşılan Bediüzzaman'ın hayatını ve çektiği çileleri 13. Mektup özelinde ona özetler. Ve "Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmenin bir nevi haksızlık olacağını" izah edince, hoca duygulanır, bu konudaki cehaletine içerler. Minyeli de böylece bir haksızlıktan kurtulur.

Gerçekten haksızlığa ve bunun dinlendirilmesine insan tahammül edemiyor. Bunun yapıldığı yanlış, eksik, garez kokan yorum ve izahların, ayrıca bir fantezi ve faraziyeden öteye geçmeyen tahmin ve hezeyanların, akıl-fikir süzgecinden nasıl geçtiğini anlamak cidden zor.

Şu izaha bakar mısınız? Risale-i Nurlar için kullanılan "ilham, sünuhat, yazdırıldı" gibi kelimeler ne kadar açıklanırsa açıklansın, okuyanların zihinlerinde farklı şekillerde algılanabilirmiş. Onun için bu kelimelerin "vahiy" anlamında olmadığını iyice, kalın çizgilerle belirtmek gerekirmiş. Yahu bu ne aymazlık ve haddini aşan bir hezeyandır. Zaten Üstad kendisi, Risale-i Nurlar, "Vahiy değildir ve olamaz" diyor. Ayrıca en cahil ve âmi de bilir ki bütün kâinatta çeşitli şekillerde tezahürlerini gördüğümüz ilhamın, vahiyle karıştırılacak bir yönü de olamaz. Çünkü vahiy, peygamberlere bir vasıta ile yani Cenab-ı Allah tarafından gönderilir. Bu cahil, âmi, tehlikeli nurcular bilsinlermiş ki Risale-i Nur, beşer kelamı imiş. Ayrıca bütün ifade ve hükümleri de kıyamete kadar bâki olamazmış. Böyle bir ümit ve beklentiniz varsa, zinhar bitsin. İşte bu keşif ve kerâmata şapka çıkartılır gerçekten.

Ne diyeceğimizi şaşırdım doğrusu. Bu fikirler, garazkârlığın mı, gafletin mi, cehaletin mi, müptediliğin mi bir sonucu diyelim, kararı siz verin, derim. Ya arkadaş, Kur'an dışında Hadîs-i Şerifler de dahil her kelâm bir beşer kelamı iken, eserlerin üzerine müellifi yazılı olup bütün derslerde, Üstad böyle demiş, şöyle izah etmiş ilânları yapılırken, mektupların birçoğunda bile "kalbime şöyle geldi, bana ihtar edildi" notu düşülmüşken daha da önemlisi "Söylediklerim, hayalin elinde kalsın; yanlış bir şey bulursanız bana iade edin" ilânı da yapılmışken, daha bu husus bir yazıya konu edilebilir mi? Böyle bir akide yokmuş da yavaş yavaş olabilirmiş. Nasıl yani? Evhamlara bakılırsa, çok şey olabilir. Bu kadar açık beyana rağmen, böyle bir hurafeye, hakikat rengi verilebilir mi?

Yalnız bir şeyi anlamadım. Nurların bütün ifade ve hükümlerinin kıyamete kadar bâki olacağı diye bir iddia da ne oluyor? Kimin böyle bir iddiası var? Ben ne Said Nursi'de ne de bir talebesinde böyle bir kanaat ve iddiaya rastlamadım. Risale-i Nurların kıyamete kadar sürmeyecek nasıl bir ifade ve hükümleri var ki bunu da anlayamadım. Said Nursi fıkıh hükümleri mi koydu ki bunlar kıyamete kadar devam etmesin. Risalelerde yüzü aşan fıkıh hükmü var ama bunların çoğu da geçmiş âlimlerden nakil. Buna hayalî bir iddia desek dahi, arkadaş kıyamet gelmedi ki daha. Varsa yanlış bir hüküm ortaya koy; yoksa kıyamete kadar bâki olmayacak, niye diyorsun? Hâza iman hakikatlerinin izah ve ispatı olan bir eser külliyatı hakkında böyle pest, aşağı hükümler de verilecekmiş! Bunlar namına, ümit bağladığın talebelerin adına özür dilerim Üstadım. Sen bizden neler istedin, biz nelerle uğraşıyoruz.

Yazının devamında kıyamete kadar devam etmeyecek hüküm olarak saydığı birkaç hususa da  bakar mısınız? 

Üstadın 'Cehennem de olsa bekâ isterim' cümlesine "Aklınız yatmazsa da binbir kuyudan su getirerek mi izah edecekmişiz?" diye soruyor bu akıl fikir sahibi arkadaş.

Vah ki vah! Daha geçen hafta tam inkârcı bir arkadaşa sorduğum bu soruya cevaben, "âbi kim istemez ki?" demişti. Cehennem de olsa "varlar ülkesini" vicdanı sönmemiş, aklı ölmemiş kim istemez? Ama bu arkadaş o 'kim' kelimesi şumulüne dahil değil ki istemezmiş.

Üstadın 'Ben üç dört cihetle Nakşî iken, bende Kadirî meşrebi ve muhabbeti hükmediyordu" kanaatini teyiden, talebelerine anlattığı "Sekiz dokuz yaşlarında iken bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa Abdulkadir Geylani'yi kastederek "Ya Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur" hatırasını da diline dolamış arkadaş. Hem de çarpıtarak. Üstad daha çocukken, Geylani'den 'buldur' şeklinde vesile olmasını isteyişini "Ondan kayıp eşyasını bulmasını istediğine dair" diyerek büyük bir cerbeze örneğine ne demeli? Daha çocukluk yıllarındaki bu hatırasının, ayrıca "vesile ve şefaat meselesinde" ehl-i sünnet itikadına uygun olduğu da izahtan varestedir. 

Yusuf Aleyhisselam'ın Yusuf suresinin 101. âyetinde geçen "Müslüman olarak canım al" duasına da Üstadın getirdiği "Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak'tan vefatını istedi ve vefat etti" yorumuna "o anda ölmek istemek" ilavesinde yapan ilim, fikir ve vehim yazarı arkadaş, çok araştırmış fakat bu izahı doğrulayacak sahih bir rivayet bulamamış. Nurculara da "Şimdi bu sahte (haşa) izaha, inanmak zorunda mısınız?" demeye getiriyor. Bu âcizin de derslerde en çok okuduğum yerlerden biri burasıydı. Eyvah, eyvah! Bu gafil kafayı hangi taşlara çalsak acaba? Bu azîm yanlışımızı nasıl affettirsek bilmem ki? 

Yahu arkadaş merhum ve mağfur allâme Kırkıncı Hocamızın biraz da Erzurum aksanı ifadesiyle "Bediüzzaman Hezretleri, Kur'an'ın bir şakirdi ve Peygamber-i Zişanın (ASM) talebesi olan ve bu asırda irşad ve tecdidde bir müceddid-i âzam, bir mürşid-i ekber olarak dalâlet ve küfür zülumatını dağıtacak metod ve kaideleri vaz'ederek, asrımızın idrak ve fehmine uygun ve insanın kemâlat ve saadetine vesile olacak birçok imanî ve Kur'anî hakikatleri hâvi bir külliye telif etmekle bütün erbab-ı ilim ve irfan olan ehl-i tahkikin takdir ve tahsinini celb etmiş" bir müfessir değil mi? İşarâtül İ'caz gibi baştan başa yeni ve orijinal ve emsâlsiz bir  tefsirin izahlarının hepsini, başkasıyla doğrulatmak zorunda mıyız? Yani Üstadın kendi yorumu başlı başına bir kaynak olamaz mı? İşine git arkadaş!

Şu iftiraya da bakar mısınız? "Risale-i Nur'u öne sürerek faaliyette... bulunmakta... yanlış bir şey yoktur. Yanlış olan bu hizmet  tarzını yegâne hizmet görüp başka hizmet modellerinin de olabileceğini kabul etmemek veya daha başka metotlar aşılayarak bu hizmet tarzını farklı bir şekle sokmaya teşebbüs etmektir." Haşa yüz kere haşa! Bu iddiayı benim gibi nurcuların en âmi, en gabi ve en müptedisi bile Risale Haber'de 17 Aralık 2020'de yazdığımız "Cemaatler Fıtrata Cevaptır" yazımızda çürütmüşüz. Hatta başka hizmet modellerini, nifak ve zaaf olarak değil; zenginlik ve çeşit olarak görmek gerekli, demişiz. Zaten Üstadımız "Dinî cemaatler, maksatta ittihat etmelidirler, meslek ve meşrepte ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir" buyuruyor. Hiçbir Nur talebesinin de başka bir hizmet metodunu hor gördüğünü zannetmiyorum. Meczupvâri çıkışlar mevzu bile olamaz. Bu hizmeti başka şekle sokmaya teşebbüs suçundan sabıkalılar da yakın zamanda zaten bünyeden atılır, yer bulamaz.

Üstada âit fakat, fennî konulardaki geçerliliğini kaybetmiş dediği birkaç bilgiye de takmış arkadaş. Bunun cevabını da yine Risale Haber'de 6 Mart 2020'de yazdığımız "Parmağın Gösterdiği Yere Bakmak" yazımıza havale ediyoruz.

Mezarda ölülere risale okuma yalanını da meğer Faruk Beşer hocaya da bu akıl-fikir sahibi ve yazmak zorunda kalan arkadaş muhbirlemiş. Düpedüz iftara olan cümlesine bakar mısınız? "Bu arada kabir başında ölülere Risale-i Nur okuma gibi problemli ve ehl-i imanı rahatsız eden bir uygulama da gün geçtikçe azalacağına yaygınlaşıyor." Görüyor musunuz yaygınlaşan tehlikeyi? Bu mezarda ölülere Risale okumak kuyruklu yalanını daha faruk olduğunu duymadığımız Beşer hocaya yeterince anlattık zaten. İçeriden çarklı bu arkadaşa aklında iyice yer etmesi için bir iki cümle daha ilave gerekiyor herhalde. Ölüye Risale okumayı nereden çıkardın arkadaş? Bu nasıl bir kararmış vicdan, sönmüş akıl, çürümüş idrak ki böyle acayip bir hurafeyi dillendirir? Okunan Kur'an, defin ve diğer işlemlerden sonra ölü için değil; oradaki insanları irşat ve ikaz için yapılan, hem de münferit bir okumayı diline dolamak hem de yaygınlaşıyor ilave etmek nasıl bir hesabın neticesidir? Üçüncü yazımızda bu konuyu bitirmek istiyoruz inşallah.

Evet dostlar, nurları tahkiki olarak çok okumak yetmiyor anlaşılan. Dersleri iyice takip etmemiz ve irtibatta da ifrat gerekiyor. Yoksa evhamlar bizi bir yerden yakalar. 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum