Hikmet HOCAOĞLU
An-lamak...
Anlamak, paklamak, paylamak, haşlamak gibi kökünde an-lamak ânı yakalamak, an içindeki manaya müstakil olarak fokuslanıp, bütüne giden yola sağlam materyaller sağlamak. Asla karşındakinin yüklediği manayı olduğu gibi alamaz kimse, Kur’an'ın her asra ve her asırda milyarlarca insana başka başka yansıması da bu nedenle değil mi?
Kendi filtremizden geçiriyor olmamız, fıtratımızdaki mihengin ihlas ölçüsünde farklı bir renge, farklı bir manaya bürünüp, farklı izahlarla, farklı pencereler açıp, farklı yollara çıkmasına sebep olmuyor mu? Yaratılan kevnî ayetlerden oluşan kâinat kitabı da her kişinin filtresince farklı okunmasının sebebi bu değil mi?
Kâinatta her şey 4 maddeden oluşmuştur. (Azot, Karbon, Hidrojen, Oksijen) Quantum fizikçilerinin "bilinmezlik formülü" diye isimlendirdiği konu budur, çevremizde gördüğümüz canlı cansız her nesne, hatta her insan, her ağaç, taş, hava, su ateş, çiçek, kömür ya da elmas ana maddesine, en küçük zerresine (atomlarına) inildiğinde aynı maddeden oluştuğunu görüyorlar, bir zerreyi bile diğerinden bağımsız görsen, ona esmalardan birini versen, tüm kâinatta her zerreye ve bir araya gelerek oluşturduğu her şeye ilahlık vermek, akıl ve kudret vermek zorunda kalırsın.
İşte "Ey iman edenler iman ediniz" ayeti biz müslümanlara süreç odaklı bir hayat programı sunar, Rahmeti celb gayesi, gayrete âşık olan kaderin levhalarına tazelenen îmanla yazılmazsa gaflet örtüsü bir katarakt misali çekilir gözümüze. Kişinin istidadı olması yeterli değil, zikir ve fikirle hareket etmezse şükür edecek bir dili olmaz, şükür etmeyen dilin sahibi de, şükredilecek şeyleri davet edemediğinden, Zahirde ona dünyevi zenginlik dahi verilse, bu onun yoldan çıkmasına ve isyanına yardımcı olur ancak.
"Anlamak" kişi ile hadisat arasında kâinata yönelik mümkün, insanın başka insanı bütünüyle anlaması ise imkansızdır, yani "anlatmak anlamaktan" çok daha zor, "anlaşmak" ise, karşındakinin penceresini göremesen dahi istifade nazarıyla zenginlik unsuru kabul etmekle mümkün.
Ey cemaati mükellefin ve ey yüzler aletler verilmiş insan diye Üstadın hitap ettiği hasletlerimiz; ancak ihlas ve gayretimiz oranında, her zerrenin üzerinde yazılı olan ansiklopedinin başka sayfalarını okumamıza yol açıyor. Yoksa zahirde kalıp sadece eşyayı görüp, "bir çiçeği koparamazsın bir yıldızı incitmeden!" sözündeki kainattaki münasebet silsilesini göremeden o çiçeği yiyen bir öküz de olabiliriz. Mâzallah...
Zaten hayat bir "anlama" yolculuğu değil mi?
Kur'ân'ı Kerim'de en hoşuma giden ayet işte "Ey iman edenler iman ediniz", yani biri çıkıp dese; ey yemek yiyenler yemek yiyiniz, dönüp şaşkınca bakarız ona, oysa bir kaç saat sonra o dediğini midemiz bize otomatikman yaptırır! İşte kalp ve akıl ve nefis ve diğer yüzler letafet ve hasselerimizin mideleri de sürekli acıkıyor.
Gaflet geldiğinde biliyorum ifadesi ile bilmenin önünü kapatıyoruz bazen! Bir kez iman etmekle mümin olunuyor, oysa mümin olmak değil mümin kalmak için süreç odaklı sürekli işleyen bir tefekkür silsilesine ve iman tazelemeye ihtiyacımız var.
Diğer midelerimiz vücudu titretmiyor belki ancak bizi rutin bir hayata hapsediyor. yâni bir günü diğerine denk bir hayat ile açıkça zarara uğratıyor. Oysa imandan hemen sonra gelen ve dinin direği olan 5 vakit namazı her gün kılmak rutin bir iş gibi görülebilir.
Diğer yandan aynı havayı dahi iki kez soluyamayan, aldığı havayı aldığı gibi geri veremeyen canlılar olarak, sürekli değişkenlik hali gösteriyoruz aşağı veya yukarı, süreç odaklı olunca ortaya çıkan manzara ise hep daha iyisini ortaya çıkarmaya endeksliyor bizi.
Askerde tabur komutanımız derdi ki; bir şeyi bin defa yapınca öğrenirsin, 10.000 defa yapınca alışkanlık haline gelir, 100.000 defadan sonra artık refleks olmuştur. İşte bize rutin gibi gelen ibadetler bir süre sonra meleke halini alır ve teşbihte hata olmasın; Allah’ın gözüyle görür, kulağıyla işitir, ağzıyla konuşuruz, ahlakı ile ahlaklanırız.
Namaz kılan bilir ki aynı namazı aynı duygu ile asla kılamazsın, sen önceki sen değilsindir. Bir günü diğerine denk kılmayan ve bizi zarardan kurtaran yegâne ilaç ve en mühim ölçü ise "Ey iman edenler iman ediniz" ayeti işte, anlamak için ihtiyacımız olan imandır.
Yanlış anlamak; anlamamak değil, zîrâ herkes anlar, ancak yanlış anlayabilir. Zaten kul kavramı kelime manası ile anlatan demektir, yani Rabbimizi ifade eden her şey ve herkes kul değil mi? Kimi iman gözlüğü ile türlü cilvelerine aynalık eder, kimi küfür nasipsizliği ile tabiata isnat eder yine anlatır. Olumlu ya da olumsuz anlatan herkes Rabbimizi ve ef’alini anlatır. Anlamak yani kişinin ne anladığı, kendi istidadı ve kendi görüşünü tarif eder.
Hâsıl-ı kelam; eğer birini tanımak isterseniz, ondan size kendini DEĞİL, başka birini anlatmasını isteyin
Bu arada bir dipnot:
Sanırım, Allah'ın kulu denildiğinde hep müminlerden bahsedildiğini sanıyoruz.
Kul Allah’ın varlığını dile getiren değil mi?
Oysa cehennem ehli de Allah'ın kulu değil mi?
Münkir; ancak var olanı inkâr edebilirsin.
Müşrik; ancak var olana ortak koşabilirsin.
Kâfir; ancak var olanın üstünü örtebilirsin.
Münafık; ancak var olan hakkında şüphe tohumu ekmeye çalışırsın.
Oysa yaratılmış ve imtihan ile mükellef her insan ve cin kul'dur!
İlginçtir, Kul olabilme hususunda kusursuz olanlar ise; tam teslim vazifesini kusursuz ifa etmesiyle kâinatta canlı cansız her şey, yani mükellef olmayan her şey değil mi?...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.